6 Ocak 2015 Salı

TOPLUMSAL SORUNLARIMIZIN MADDİ VE MANEVİ SEBEPLERİ

Doğu ve batı toplumlarına bakarak kıyasladığımızda toplumumuzun birçok avantaja sahip olduğunu görüyoruz. Batıyla kıyasladığımız zaman batıya kıyasla daha dinamik, daha genç, daha hareketli ve daha girişimci bir toplumuz. Bu gün Avrupa Birliği yaş ortalaması 47,bizde ise yaş ortalaması 27. Arada 20 yıllık bir fark söz konusu. Ki bu 20 yıllık fark ekonomik faaliyetlerden tutun, tüketim alışkanlıklarına, tasarruf eğilimlerine varıncaya kadar birçok derecede hayati derecede öneme haiz ekonomik parametrede son derece önemlidir. 

Bu genç ve dinamik nüfusumuz bizim en büyük kaynağımızdır. Her ne kadar son dönemlerde özellikle son 20-30 yıllık süreçlerde aile planlaması adı altında yürütülen o meşhur kampanyanın da etkisiyle doğurganlık oranlarında ciddi anlamda bir azalma söz konusudur. Ve bununla beraber evlilik yaşının yükselmesi, boşanmaların artmasına rağmen yine de toplumumuz bir çok batı ülkesine kıyasla  çok daha genç, çok daha dinamiktir. 

Bunun yanında toplumumuzda bulunan birçok avantaja daha bakıyoruz. Doğu ülkelerine baktığımız zaman, onlarla kıyasladığımızda birçok avantajlarımız var. Ama yine de toplumsal alanda birçok problemimiz var. 

Ne gibi?

Mesela ticaretimize şöyle bir bakıyoruz; gerek ticaretin kurallarına uyum sağlama, gerekse de ticaretin o ahlaki gerekliliklerini yerine getirme konusunda sıkıntılar var olduğunu görüyoruz. 

Bu konuda yine batı ile kıyaslayacak olursak, her iki konuda da batı standartlarında değiliz. 

Trafiğe bakıyoruz; bütün Avrupa ülkeleri içerisinde kazalara bağlı olarak olan ölüm oranlarının en yüksek olduğu, kişi başı en fazla trafik kazalarının yaşandığı ülkelerden bir tanesiyiz. 

Ki Avrupa standartlarının çok çok ötesinde olduğumuz gibi dünya standartlarının da epey üzerindeyiz. 

Belirli alanlardaki başarılarımızı bir kenara koyacak olursak, bilim ve teknoloji alanında da, hayatın bir çok farklı alanında da sahip olduğumuz bir çok artı özelliğimize rağmen çok iyi bir noktada olduğumuz söylenemez. 

Tabi karamsar bir tablo çizmek istemiyorum. Fakat bizler şu 80-90 yıllık cumhuriyet döneminde eğitim konusundaki seferberliğe rağmen, halkın eğitim seviyesini yükseltme konusundaki çabalara rağmen ki bunların ne yazık ki çoğu içi boş çabalar oldu. Biraz sonra vereceğim oran ne yazık ki eğitim seviyemizin hiç de parlak olmadığını gösteriyor. 

Bununla beraber halkımızın kendilerine “Elhamdülillah Müslümanım” diye nitelendirmelerine rağmen dini duyarlılığın, dini yaşantının, dinin toplumdaki görünürlüğünün oldukça zayıf olduğunu görüyoruz. 

Bu iki açıdan baktığımız zaman; gerek dini açıdan, gerekse uhrevi açıdan ne yazık ki toplum olarak olmamız gereken yerde değiliz. 

Ve şu an toplum olarak yaşadığımız sorunların kaynağında da büyük ölçüde bu var….

Son OISD raporlarına göre ülkemizin eğitim seviyesi ortalama 7,5 yıl. Geçen yıl 6,5 yıldı, son bir yıllık süre içerisinde bu 4+4+4 ile zorunlu eğitimin 12 yıla çıkmasıyla ve bu konuda son yıllarda yapılan çalışmaların etkisiyle eğitim oranımız 6,5 tan 7,5 a çıktı. 

Bu ne demek?

Yani bizler toplum olarak orta 2 den terkiz.

Tabi bazılarımızın lise muzunu olması, bazılarımızın yüksek lisans, doktora yapmış olması çok da bir anlam ifade etmiyor. Çünkü önemli olan ortalamadır. 

Niye?

Çünkü sen üniversite mezunusun, yüksek lisans yapmışsın ama kardeşin ilkokul mezunu, annen ortaokul mezunu, baban lise mezunu, yanında çalıştırdığın işçi ortaokul mezunu, apartman görevlin ilkokul mezunu v.s.  dolayısıyla beraber yaşıyoruz hayatı ve bu bireylerin ortalama eğitim süreleri toplumun üretmiş olduğu ürünlere, değerlere yansıyor. 

Dolayısıyla bazılarının yüksek eğitimli olması ne yazık ki o toplumun istenen olgunluğa, istenen seviyeye gelebilmesi için çoğu zaman yeterli olmuyor. 

Tolstoy a sormuşlar;

 -bir insanın münevver addedilmesi için ne yapması gerekir? 

Demiş ki; 

-3 tane üniversite bitirmesi gerekir. 

-üç üniversite biraz fazla değil mi?

-Zaten bunun birisini kendisi okuyacak. İkincisini babası, üçüncüsünü de dedesi okuyacak.

Demiş.

Bugün Avrupa ülkelerine baktığımız zaman özellikle de bazı ülkelerde üniversite mezunlarının oranlarının % 80-90 lara vardığını görüyoruz. 

Bundan 30 yıl önce 1990 yılında Doğu Bloku yıkıldığında, komünizm yıkıldığında bütün ekonomi çökmüş vaziyetteydi fakat özellikle Doğu Avrupa da ki ülkelerin nispeten çok çabuk toparladıklarını gördük. 

Benzer bir durum Orta Asya da ki ülkeler için de geçerliydi.

Neden?

Komünizm birçok açıdan zarar vermişti. Fakat o ideolojinin yıllar içerisinde yürütmüş olduğu eğitim, okullaşma ve eğitim seviyesinin yükseltilmesi politikaları bir şekilde başarılı olmuştu. Doğu Bloku yıkıldığında, komünizm yıkıldığında o ülkelerin eğitim süresi 12 yıldı. 

İnsanlar o dönemler, 1990 yıllarındaki koşullar ele alındığında diğer ülkelere kıyasla daha eğitimli olmasının etkisiyle o yıkılmanın getirmiş olduğu etkileri daha kolay atlattılar. Daha çabuk toparlandılar. Batı sistemine çok daha kolay entegre oldular. 

Biz Doğu Bloku yıkılırken; ortalama eğitim süresi 12 yıl, aradan geçmiş 30 yıl biz henüz daha 7,5 yıldayız. 

O 12 yıl seviyesini belki de ancak şu önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde yakalama imkanına kavuşacağız. 

Dolayısıyla ne yazık ki bizler eğitimli bir topluluk değiliz ve toplumumuzda neden var olduğu bilinemeyen birçok problemin temelinde işte bu var. 

Yollarımız duble yol oldu artık. Türkiye nin neresine gidersek gidelim yollar çift geliş, çift gidiş. Fakat bakıyoruz kaza oranları düşmüyor. Ölümlü kaza oranlarında hala çok yüksek değerler söz konusu. Araçlara bakıyoruz araçların kalitesi yükseliyor. ASB si, ASP si var. 7-8 tane hava yastığı var. Fakat buna rağmen ölüm oranları son derece yüksek. 

Sebebi?

Eğitim seviyesi düşük… Eğitim seviyesi düşük…

Akıl eğitilmiyor. Akıl eğitilmediği müddetçe insanların kendilerine sunulmuş o olanakları gerek kendisi açısından gerekse de çevresi açısından faydalı bir şekilde kullanabilmesi mümkün değildir. 

Ekolojiye, çevreye yaptıklarının etkisini düşünebilme yeteneği ancak eğitim ile söz konusudur. Ve kişinin bu seviyeye gelebilmesi için ortalama 12 yıllık bir eğitime sahip olması gerekiyor. Bir insanın yaptıklarının kendisine olan etkisini sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmesi için de ortalama 8 yıllık bir eğitime sahip olması gerekiyor. Ki biz daha bu 8 yıllık eğitim sürecini yakalamış değiliz. Bundan dolayı adam öyle bir kullanıyor ki arabayı “ya kardeşim yanında oturan senin eşin değil mi? Evet eşim. Arka koltuktakiler çocukların değil mi? Evet çocuklarım. O zaman sen ne biçim araba kullanıyorsun, hiç kurallara uymuyorsun, viraja girerken araç solluyorsun. Karşıdan araba gelirse kafa kafaya çarpışacaksınız. Bir şey olmaz diyor. Meşhur atasözlerimizden,  özlü sözlerimizden bir tanesi “bana bir şey olmaz”. Ya da “bir kerecikten bir şey olmaz”. 

İşte kişinin olayın ergonomisini yani kendisine olan etkisini göz önünde bulundurabilmesi için 8 yıl, başkasına ait olan etkisini göz önünde bulundurabilmesi için 12 yıllık bir eğitim alması gerekiyor. 

Yani birazcık uğraşırsak önce can denir ya canı korumayı bir şekilde başaracağız. Fakat canana sıra gelebilmesi için daha uzuuuuuun yıllara ihtiyacımız var. 

Dolayısıyla trafik cezalarının arttırılması, denetimlerin çoğaltılması, yolların kalitesinin arttırılması, arabalarının teknolojisinin yükselmesi, insanın eğitim seviyesi ve kalitesi yükselmediği müddetçe anlamlı değil. 

İşte Türkiyenin trafikteki hali, pürmelali bunun en net göstergesidir. 

Tek problemimiz bu olsa….

Keşke.

Ama ne yazık ki değil. 

Biz akıllarımızı, nesillerimizin akıllarını eğitemediğimiz gibi, nesillerimizin, insanlarımızın ne yazık ki vicdanlarını da eğitemedik. 

Diyanet İşleri Başkanlığının yapmış olduğu bir araştırma var. Ki o bile bir sürü tantana kopardı. 

Toplumun %92 si kendisini Elhamdülillah Müslümanım olarak tanımlıyor. Ki bu çok yüksek bir orandır. Batıya gittiğimiz zaman ateistim herhangi bir inancım yok diyenlerin oranı bazı ülkelerde %

 80 in, hatta Letonya, Litvanya gibi doğu bloku artıkları olan ülkelerde bu oran % 90 ların üzerindedir. Dolayısıyla Batı standartlarına baktığımız zaman kendini dindar olarak tanımlayan bir toplumuz biz. Dindarız demiyorum yalnız ben -orada ince bir detay var- kendini dindar olarak tanımlayan bir toplumuz. Fakat dini pratik hayattaki görünürlüğüne baktığımız zaman ne yazık ki söylemlerimiz ve eylemlerimizin bu konuda bir biriyle örtüşmediğini görüyoruz. 

Yine ankete katılanların 

% 74 ü din benim için önemlidir diyor. 

% 54 si ise din benim için belirleyicidir diyor. Yani ben hayatımı dinin vaz ettiği hükümler çerçevesinde yaşarım diyor. 

Bakıyoruz ama öyle bir şey yok. Öyle diyen adamın ticaretine bakıyoruz; ticaretinde dinin herhangi bir yansıması yok. Söz verdiğinde sözünde durmuyor, taahhütlerini yerine getirmiyor, yeri geldiğinde burada söylemekten ar duyacağım hal ve hareketler içerisine girebiliyor. 

Peki sen bu ankette demedin mi? Din senin için belirleyici idi hani? Din sana bunu mu emrediyor? Bu konuda da sıkıntımız var demek ki…

Evet bizim insanımız söze geldiğinde dini önemsiyor. Gerçekten kalbinde de önemsiyor. 

O zaman bizim insanımız ikiyüzlü mü?

Hayır.

Ben bu olayı bir psikolog olarak şöyle değerlendiriyorum;

Bunu bir ikiyüzlülük değil, bir iyi niyet, bir temenni olarak değerlendiriyorum. Din benim için belirleyicidir diyen o % 54 lük kesim ya da ya da din benim için önemlidir diyen o % 74 lük kesim esasında gerçeği dile getirmiyor, temennilerini dile getiriyor. 

Günlük hayatımızda esasında birçok insan bir şeyi söylüyor, fakat onu hayata geçiremiyor. Fakat söylüyor olması, ya da düşünüyor olmasını yeterli görerek yapmadığı halde sanki onu yapıyormuş gibi ifade ediyor. Ya da kedi iç dünyasında da onu öyle addediyor. 

Ben namaz kılıyorum diyor, ben kuran okuyorum diyor. Ama namaz kılmıyor, arada sırada da kılma çabası içerisinde. Kılma niyeti var onu söylüyor esasında. Gerçekte iyi niyetli bir şey. Bu da bir savunma, bir telafi mekanizmasıdır. 

Ne yazık ki bunun da var olduğunu görüyoruz. 

Dolayısıyla evet dini önemseyen, dini hisleri güçlü bir toplumuz ama dinin pratik hayattaki etkilerine baktığımız zaman bunun oldukça zayıf olduğunu görüyoruz. 

Neden?

Bununda sebebi yine geliyor eğitime dayanıyor. Din eğitimi yok. Değerler eğitimi yok. Vicdan eğitimi yok. Olmamış bu geçtiğimiz süre içerisinde. Ancak yazın o gidilen Kuran Kursları var ya, o da birkaç hafta gidebilmişse, oda ne derece ciddiye alınmış, gerek kursu veren hoca, gerekse de eğitimin alanın ebeveyni tarafından. Ki çocukların bunun önemini gerektiği gibi kavramasını zaten düşünemiyoruz o yaşta. Dolayısıyla oradan alınan son derece yüzeysel bir eğitim. Hocalarımız yine sağ olsun, Allah onlardan razı olsun o kısa süre içerisinde en azından namaz kılarken okuyacakları birkaç sureyi öğretebilirsek, gusül, abdest gibi bazı önemli hususları öğretebilirsek kardır düşüncesiyle çocuklara bir şeyler vermeye çalışıyorlar. 

Baktığımız zaman bizim toplumumuzun dini alt yapısı buraya dayanıyor. Dolayısıyla onunda içi boş..

Gerek eğitim alanındaki yetersizliğimiz, eğitim seviyemizin düşüklüğü, gerekse de dini eğitim seviyemizin düşüklüğü herhalde şu an toplumumuzda, hayatın her alanında var olan sorunları izah etmek için yeterde artar bile değil mi? 

Tabi ümitsiz olmayalım. 

Karamsarlığa kapılmayalım.

Allah ın Resulu nün o küfrün en azgın olduğu, karanlığın en yoğun olduğu o dönemde “Ben bu insanlardan namaz kılan, sana secde eden, sana iman eden bir nesil geleceğini ümit ediyorum.” Diyerek ümidini kaybetmediği tavrı bizde örnek olarak alıyoruz. Elhamdülillah son dönemde her iki alanda da gerek eğitim seviyesini yükseltme, dünyevi eğitim seviyesini yükseltme alanında, gerekse dini eğitim, vicdan eğitimi, değerler alanında ki gelişmeler söz konusu. Okullara seçmeli Kuranı Kerim derslerinin konulması, Arapçanın seçmeli hale getirilmesi, Siyer-i Nebi dersinin seçmeli hale getirilmesi ki bu konuda da ne yazık ki ilgi beklenildiği kadar iyi değil. Fakat yine de her iki alandaki gelişmeler bizim ümit var olmamızı gerektiriyor.

Bir de şunu da söylememiz gerekiyor. Yiğidi öldürelim, hakkını yemeyelim. Her iki alandaki yetersizliklerimize rağmen bu Anadolu insanının Gerek ekonomik alanda, gerekse ticaret, sanayi alanında ortaya koyduğu bir başarı var mı? Evet var. 

Dünyada bu kadar düşük eğitim seviyesine sahip olduğu halde böylesi bir ekonomik başarıyı ortaya koymuş başka bir toplum yok. 10 bin dolar kişi başı seviyesini aşmış, 150 milyar dolar ticaret eşiğini aşmış başka bir ülke yok. İslam Dünyasında olmadığı gibi diğer ülkelerde de yok. 

Bununla beraber yine bizim toplumumuzun gerek uluslararası platformda gerekse ulusal platformda yardımseverliği, dayanışması, aile ilişkilerinde sergiledikleri olgunluk ve seviye yine sahip olduğu dinin çok çok ötesinde. İşte burada Anadolu İrfanı dediğimiz o olduğunun devreye girdiğini görüyoruz. Sadece bu iki parametre ile olayı değerlendirmek, o tabloyu okuyabilmek açısından çok da yeterli değil. Çünkü devletin yıllarca dolduramadığı o boşluğu başka dinamikler, başka mekanizmalar doldurdu. 

Fakat yeterli değil seviyemiz. Diğer İslam ülkeleri de bizim le ilgili çok fazla ümit içerisindeler. İnşallah Onların ümitlerini de boşa çıkarmayacağız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder