Bu olguyu iyi öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü ödül ve ceza insanın kendini terbiye etme, eğer ebeveyn ise çocuğunu terbiye etme sürecinde, eğer hayvan besliyor ise hayvanını terbiye etme sürecinde işe yarayan çok önemli bir mekanizmadır.
Beynimizde doğuştan kurulu olan bir mekanizmadır ödül ve ceza mekanizması. Genler tarafından belirlenen, belli bazı bölgelerin rol oynadığı bir mekanizmadır. Özellikle de limbik sistem olarak adlandırdığımız duyguların oluşumunda önemli rol oynayan bir mekanizmanın ödül ve ceza sürecinin işleyişinde önemli etkisinin olduğuna dair önemli çalışmalar var son dönemde yapılan.
Dolayısıyla ödül ve ceza sistemi aynı zamanda duygularımızı da çok yakından ilgilendiren bir sistemdir.
Özellikle hayvan terbiyesinde ödül ve ceza mekanizmasının çok yoğun bir şekilde kullanıldığını gözlemliyoruz.
Mesela sirklere şöyle bir bakalım; orada hayvanlara belli hareketler yaptırıldıktan hemen sonra cebinden şeker çıkartır ve hayvana hemen verir. Ödül mekanizması bu şekilde kullanılır. Hayvan yapmış olduğu o hareketi ödül almak için yapıyor. Yoksa bizi mutlu etmek, gelen izleyicileri memnun etmek için değil. Hayvanın beyni o anda alacağı alkışa, teveccühe, onaya ayarlı değil, o sahibinin vereceği şekere duyarlı. Bir şekilde hayvanın beyninde yapmış olduğu hareket ile o şeker arasında bir eşleşme kurulmuş vaziyette. Ve beyin o hareketi yaptığı takdirde o ödüle ulaşacağını biliyor.
Peki o şekere ulaştığında, onu yediğinde beyninde neler oluyor?
Beyin için o ödül neden bu kadar önemli?
O ödüle ulaştığımızda beynimizde dopamin salgılanır. Dopamin bir tür haz hormonudur. Dolayısıyla hayvanın o ödüle bu denli olmasının arka planında o şekerin hayvanın beyninde haz duygusunun oluşumunda önemli bir rol oynayan dopamin hormununu salgılatıyor olması rol oynuyor.
Bizim esasında iki tane beynimiz var. Hatta bazı uzmanlar 3 tane olduğunu da dile getiriyorlar.
Birincisi; üst beyin, insan beynidir. Çünkü sadece insana özgü bir yapıdır. Hayvanlarda yoktur.
İkincisi; alt beyin, hayvan beynidir. Alt beyin olarak tanımladığımız yapı, kedilerin, köpeklerin, kurtların, aslanların, ineklerin beyin yapılarıyla gerek fizyolojik özellikleri gerekse de işlevleri itibariyle çok benzeşiyor.
Bir de beyin sapı var. O da sürüngen beyni olarak tanılanıyor ki gerçekten o da sürüngenlerin beyin yapısına çok benziyor.
Dolayısıyla biz ödül ve cezaya duyarlıyız. Özellikle de alt beynimiz duyarlıdır. Alt beynimizi terbiye etme sürecinde ya da motive etme sürecinde ödül ve cezayı etkili bir yöntem olarak kullanabilmemiz mümkündür.
Motivasyon; kelime anlamı olarak hareket demektir. İki yönlü hareket. İleri yönlü hareket; buna yakınlaşmacı hareket diyoruz. Ya da geriye yönelik hareket. Buna da kaçınmacı hareket diyoruz. Ya ileri ya geri. Her ikisinde de ödül ve ceza mekanizması etkili mi? Etkili.
Şimdi bu mekanizmayı nasıl harekete geçiririz onlardan bahsedelim.
Ödül ve cezayı alt beynimizi motive etmek için, terbiye etmek için kullanıyoruz. Alt beynin çocuksu bir yapı özellikle çocukluk dönemi yaşantılarına bağlı olarak şekillendiğinden, olayları algılama ve olaylar karşısında hissedeceği o duyguyu anlamlandırma sürecinde çocukluk dönemi parametrelerini kullandıklarından bahsetmiştik ve o nu da içimizdeki çocuk olarak adlandırmıştık.
Evet içimizde ödüle ve cezaya duyarlı bir çocuk var….
Ya da içimizde ödüle ve cezaya duyarlı bir hayvan var….
Hayvani bir yapı var desek de yanlış söylemiş olmayız.
O zaman bu yapıyı ister çocuk diyelim, isterse de hayvani bir yapı diyelim bunu terbiye etme sürecinde ödül ve cezayı diğer bir deyişle dopamini etkili bir araç olarak kullanabiliriz.
Nitekim hayvanların terbiye edilme sürecinde de bu dopamin süreci etkili bir araç olarak kullanılmaktadır.
Bağımlılıklar da da ödül ve ceza mekanizması önemli bir rol oynar.
Benimizde dopaminin salgılanmasına neden olabilecek, herhangi bir uyarıcının verilmesi kişide ödül olarak algılanmasını sağlar. Ve kişi o uyarıcıya karşı duyarlı hale gelmeye başlar.
O uyarıcıya ulaşmak o etkene, o faktöre ulaşmak için elinden gelen neyse onu yapar.
Pavlov un köpekleri vardır hatırlarsınız. Rus fizyolog Ivon Pavlov tarafından 1900 lü yılların başlarında yapılmış ve psikoloji tarihinde yapılan ilk deneylerden biri olarak tanımlanmış bir çalışmadır.
Hayvanlara et gösteriliyor ve hayvanlar otomatik olarak salya salgılıyor. Çünkü ete duyarlı. Hayvan eti gördüğünde sadece salya salgılamakla kalmıyor, ödül sistemi de devreye giriyor ve beyni de dopamin salgılıyor. O haz, o ödül mekanizması da devreye giriyor.
Pavlov etin yanında bir de zil sesi koyuyor ortama. Halbuki beyin zil sesine duyarlı değil. Zil sesi beyinde ne sindirim sistemini harekete geçiriyor ne de ödül ceza sistemini harekete geçiriyor. Fakat eti gösteriyor yanında zil sesi, eti gösteriyor yanında zil sesi, et zil, et zil, et zil, et zil. Birkaç seferden sonra bu ikisi kafada eşleşiyor. Hayvan açısından anlamlı olan bir faktör ile onun açısından anlamsız olan bir faktör hayvanın beyninde eşleşiyor.
Ve o aşamadan sonra sadece zil çalındığında bile hatta zil çalmadan zil gösterildiğinde bile hayvan salya salgılamaya başlıyor. Sindirim sistemi hareket geçiyor. Çünkü kafada etle zil eşleşti. Sadece sindirim sistemi harekete geçmiyor beyninde olan ödül ce ceza sistemi harekete geçiyor hayvanın beyni dopamin salgılıyor, haz duygusunu hissetmeye başlıyor.
Bu şekilde hayvan kendisi için tanımlı olmayan zile karşı duyarlı hale getirilmiş oluyor.
Peki biz bunu insan hayatına nasıl uyarlayabiliriz?
Bir çocuk düşünün, 7 yaşına geldi, namaz kılmasını istiyoruz. Fakat çocuğun dünyasında namaz çok da belirgin bir şekilde tanımlı değil. Beyni anne ve babasının namaz kılma davranışlarından hareketle namaza bir aşinalığı varsa da henüz bunu nasıl tanımlayacağını, ne ile eşleştireceğini bilemiyor.
Eğer biz çocuklarımızı namaza alıştırma sürecinde beynimizde var olan ödül ve ceza mekanizmasını harekete geçirecek bir faktör ile eşleştirmeyi başarabilirsek aynen o köpeğin beyninde et ile zilin eşleşerek köpeğin zile duyarlı hale gelmesinde, zili her duyduğunda beyninin dopamin salgılamasına bağlı olarak namaz ile çocuğun duyarlı olduğu bir şeyi eşleştirmeyi başarabilirsek her namaz dendiğinde çocuğun beyninde dopamin salgılanacak , haz duygusu ortaya çıkacak ve bu da çocuğun namazı sevmesine yardımcı olacaktır.
Fakat bizler çocuklarımızı namaza alıştırma sürecinde buna çok dikkat etmiyoruz. Namaz beyinde haz duygusunu açığa çıkartacak, ödül mekanizmasını harekete geçirecek bir uyaran ile eşleşmek yerine çocukta stres – ceza- mekanizmasını harekete geçirecek bir uyaran ile eşleşebiliyor. Yanlış kodlama söz konusu olabiliyor.
Onun için zaten Allah Rasulü “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” buyurmuştur. Buna dikkat edin. Burada nefret ettirmeyin den kasıt o beyindeki ödül mekanizmasını harekete geçirin. Ödül beynimizdeki o ödül mekanizmasını en ziyadesiyle harekete geçiren unsurdur. Burada özellikle müjde kelimesinin kullanılıyor olması gerçekten de ilgiye şayandır. Çünkü müjde öngörülemeyen, ne zaman geleceği öngörülemeyen şeye işaret eder. Ve beynimizdeki ödül mekanizması özellikle ne zaman geleceği belli olmayan ödüllere çok daha duyarlıdır. Böyle bir ödül söz konusu olduğunda o limbik sistem beklemeye geçiyor adeta. Saat gibi kuruluyor ve onu bekliyor sistem. Tabi beklemeye bağlı olarak bir gerilim de söz konusu oluyor. Fakat bu gerilim beynimizin ve bedenimizin tolere edemeyeceği kadar büyük bir gerilim değildir. Ve o ödül, istenen şey geldiği zaman çifte haz yaşanıyor.
1-Gerilimden kurtulunuyor. O gerilimden kurtulmuş olmanın getirdiği haz yaşanmış oluyor.
2-Çok istenen şeye ulaşmanın getirmiş olduğu haz yaşanmış oluyor.
Dolayısıyla ödül mekanizması çifte kavrulmuş bir şekilde devreye girmiş oluyor. O açıdan müjdelemek ve nefret ettirmemek yani o ceza mekanizmasıyla namazın eşleşmemesini sağlamak çok önemlidir.
Aynı şey yeni okula başlayan çocukların o ilk aşamaları için de geçerli. Okuma, yazma, ödevlerini yapma süreçleri için de geçerlidir.
Dolayısıyla çocuk için ders, okul, ödev anlamsızdır. Bir anlam ifade etmez. Çünkü hayatının daha önceki evrelerinde böyle şeyler yoktur. Ve onlarla karşılaştığı andan itibaren beyin onu bir şeyle eşleştirmeye çalışır. Eğer o ödül mekanizmasını açığa çıkartacak bir şeyle eşleştirmeyi başarabilirsek çocuk ödev yapmayı, ders çalışmayı, okula gitmeyi sevebilecektir.
Eğer ceza mekanizmasıyla, negatif bir şeyle, stres faktörüyle eşleşirse o zaman çocuk bundan haz etmeyecektir.
Beyin o etkinliği her gördüğünde o beyninde tanımlı olan nefret ettiği şeyle eşleşecek ve stres tepkisini verecek ve adrenalin(stres) hormonu salgılanacaktır.
Özellikle çocuklarda neyle eşleştirebiliriz?
7 yaşındaki çocuk oyun çağındadır. Bu çocuk hayatı bir oyun yeri olarak görmektedir. Onun için hayat bir eğlence ve oyun yeridir. Beyni oyun oynamaya çok duyarlıdır. Çocuğa oyun dediğin zaman hemen neşelendiğini, kıpır kıpır olduğunu görürsünüz. Köpeğin eti gördüğündeki hareketliliğine benzer bir hareketliliktir bu. Çocuk için oyun ödül mekanizmasını harekete geçiriyor. Dolayısıyla eğer biz namazı ya da o öğrenme etkinliğini, o oyun etkinliğiyle eşleştirmeyi başarabilirsek çocuk her namazı duyduğunda çocuk ödevi her duyduğunda ya da namazı her duyduğunda beyninin ödül mekanizması devreye girecektir.
Onun içini namazın böylesine erken bir evrede tavsiye edilmesinde böyle bir sır olmasını ben psikolog olarak düşünüyorum. Tabi yine en iyisini Allah bilir.
Dolayısıyla namazı bir oyun haline getirerek çocuğu namaza alıştırmak onun kafasında namaz etkinliğinin bir oyun olarak algılanması ve ödül mekanizmasını bu şekilde devreye sokulması ve namaz dendiğinde, namaz vakti yaklaştığında namaz kılınacağı zaman beyinde dopamin, haz hormonunun salgılanması söz konusu olacaktır.
Bu şekilde beyinde tanımlı olan, beynin duyarlı olduğu ödül mekanizmasını harekete geçiren bir unsuru kullanarak onu yeni bir etkinlikle eşleştirmek suretiyle o yeni şeye karşı beynin onu sevmesini, onu benimsemesini sağlamış oluyoruz.
Bu çocuklarda böyle olduğu gibi bizim için de böyledir. O açıdan yeni şeylerle karşılaştığımızda, yeni etkinliklerle karşılaştığımızda farkındalıklı olmamız, onu anlamlandırma sürecinde, aklımızı ve vicdanımızı kullanmamız beynimizin onu olumlu bir şeyle eşleştirmesi ve o durumla karşılaşmanın bizde dopamin salgılanmasına neden olması, diğer bir deyişle haz duyması açısından çok önemlidir.
Ama eğer hayatı farkındalıksız yaşıyor isek o zaman alt beynimiz, hayvan beynimiz ya da bir deyişle içimizdeki çocuk bu eşleştirmeyi kendi deneyimlerinden hareketle yapıyor.
O sınırlı o çocuksu deneyimleriyle yapıyor o eşleştirmeyi ve yetişkin yanımız devreye girmiyor. Dolayısıyla biz farkında olmadan hayatımızda sürekli yapmamız gereken bir etkinlik negatif stres mekanizmasıyla eşleşiyor ve onu yapmak bize artık zor geliyor.
Benzer bir durum çocuklar içinde geçerli. O açıdan özellikle hayatın bu kritik eşiklerinde okula başlama, namaza başlama evresi, oruca başlama evresi, o mükellefiyet yaşına yaklaşmasıyla beraber bazı sorumlulukları üstlenme, bazı iyi şeylerin yapılmasını istenme, bazı kötü şeylerden de uzak kalınmasını isteme evresinde anne ve babanın biraz farkındalıklı olarak o etkinliğin çocuğun beyninde o ödül mekanizmasıyla eşleşme konusunda biraz daha gayretkeş olması gerekiyor.
Eğer bu süreç iyi yönetilirse çocuğumuz aslında stres mekanizmasıyla eşleşecek ve nefret etme mekanizmasını devreye soracak bu etkinlikler çocukta sevilen haz duyulan etkinlikler olarak algılanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder