Geçmişte yaşadığımız olumsuz deneyimlere bağlı bazı yargılar oluşmuş ise içimizde bu deneyimlerin hayatın gerçekleriyle ne kadar örtüşüp örtüşmediğini, belirleyici olup olmadığını nasıl test edebiliriz. Diyelim ki bu yargıların gerçeklikle örtüşmediğini farketttik o zaman buyargıları nasıl düzeltebiliriz. Bütün çabalarımıza rağmen yargılarımızı düzeltemiyoruz. O zaman bu yargılara rağmen hayatın içerisindeki işleyişimizi,kişiliğimizin işleyişini nasıl istikamet üzere tutabiliriz?
Alt beynimiz kişiliğilimizin işleyişinde belirleyici olan tabiri caiz ise iç dünyamızın anayasasının oluşumunda önemli bir rol oynar. Alt beynimiz ben yaşadığımı bilirim kardeşim der. Ve geçmişteki yaşantılardan hareketle o yargılarını oluşturur ve özelliklede duyguların oluşum sürecinde o yargılar belirleyici olur.
Çünkü duygularımız alt beynimizde oluşur. Duygularımızın oluşumunda belirleyici olan limbik sistem alt beynimizde yerleşiktir. Bizim erişimimizin güç olduğu alt beyinde yerleşiktir. Orada oluşan yargılar duygularımıza etki etme eğilimindedir.
Bununla birlikte bir de üst beynimiz vardır. Zekamız, yeteneklerimiz ve vicdamız üst beyinde çalışır. Normal şartlarda kişiliğimizin işleyişinde belirleyici olan o yargıların, inanışların üst beynimiz tarafından oluşturulması gerekiyor. Çünkü hayatın içerisindeki realiteleri (gerçekleri) ki bu gerçekleri kevni yani varoluş ve işleyiş ile ilgili olan gerçeklik olarak adlandırıyoruz. Bunun bizim kültürümüzdeki karşılığı kevni prensiplerdir. Yani varoluş ile ilgili olan prensiplerdir. Bunun beynimizdeki muhatabı bizim akıl olarak adlandırdığımız yapıdır.
Diyelim ki bir insan dışarıya çıkacak aklı hemen devreye girer ve derki: üzerine bir şey al hava soğuk. Mevcut vücut ısını kaybetme. Aksi takdirde hipotermi yaşarsın ve hasta olursun. İşte bunu bize aklımız söyler.
Ama bakarız aklı melekeleri gelişmemiş olan çocuklar üzerine bir şey giymeden dışarıya çıkarlar. Güneşe kanarlar. Çünkü onun aklı evin ısısıyla dışarının ısısının birbirinden farklı olabileceğini ayırt edebilecek olgunluğa henüz erişmemiştir. Zaten bundan dolayı da mükellef değillerdir.
Dolayısıyla o varoluş ve işleyiş ile ilgili gerçekliği algılayan yapı akıl dır. Üst beyinde çalışır ve IQ olarak da tanımlıyoruz bunu.
Alt beynimizin ise o yaşantılardan hareketle oluşturduğu yargılar akıl süzgeçinden geçmezler. Alt beyin bu yargıları oluştururken akıla sormaz. Çünkü bir deneyim yaşamıştır ve o deneyimden hareketle kendisi bir yargıya ulaşma eğilimi içerisindedir.
Alt beynimiz o zengin olan hayatı anlamlandırma sürecinde elbetteki boşluklar söz konusu. Hayatı yaşayarakt,birebir öğrenmek söz konusu değil. Hayat o kadar uzun değil. Dünya o kadar geniş değil.
Kendi sınırlı deneyimlerinden hareketle hayatla ilgili yargılara varmak zorunda o zaman genellemeler yapar. Hatta aşırı genellemeler yapar.
Bu şekilde genellemeler yapanlar hayatın içerisinde yollarını kaybederler.hedeflerine ulaşamazlar. Üzümün çöpü armutun sapı diyerek sürekli yolunu değiştirmektedir ve kaybolup gider hayatta. Halbuki üst beyin devreye girdiğinde akıl ve vicdan var.
Vicdan niçin vardır?
Vicdan da ahlaki prensipleri dini hükümleri, diğer bir deyişle kelami prensipleri kavramak için vardır.
Normal şartlarda üst beyinde çalışan ruhsal zekanın devreye girerek bu insanın şunları demesi gerekiyor zanda bulunma! Hucurat suresinde ne der; “Muhakkak ki zannın bazısı kötüdür” der. Sen suizan yapıyorsun suizan iyi değildir. Karşındaki insanları anlamaya çalış, onları deneyimlemeye çalış, onunla yemek ye, onunla yolculuk yap, onunla alış veriş yap. Bir insanı tanımak için bu üçü yeterlidir. Ondan sonra bir yargıya var der vicdan. Kuran ve sünnetle hareketle bu şekilde söyler. Vicdanın görevi budur. Ama vicdana soran yok, üst beyine soran yok.
Alt beyin geçmişte bir yaşantı yaşamış o deneyimden hareketle bir yargıya ulaşmış ve onu dayatma eğilimi içerisinde duyguların oluşumu sürecinde özellikle ondan aldığı yargıyı dikkate alma eğilimi içerisinde. Vicdanının sesini dinlemiyor orada.
Yine aynı şekilde akıl devreye giriyor. Akıl diyor ki istatistik biliminin kuralları var. bir konuda yargıya varabilmemiz için standart sapmayı, güvenilirliliği, geçerliliğigöz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bir örnekten hareketle yargıya varamayız.Mecellede kötü örnek misal değildir hükmünü gösteriyor. Bütün bunları aklımız söylüyor bize. Ama bunları dikkate alan yok.
Beyin bir kere geçmişteki o yaşantıdan hareketle bir yargıya ulaşmış ve o yargıyı hayatının sonuna kadar bize dayatma eğilimi içerisindedir.
O zaman yapmamız gereken şu; bizler üst beynimizi iyi kullanacağız. Sorgulama yapacağız, kritik analitik, düşünme yapıcaz diğer bir tabirle. Kendimize çok güveniyoruz. Kendimize bu kadar güvenmiycez.
Tabiki kendimizi de yabana atmayacağız. Elbetteki tecrübeleri dikkate alacağız fakat bu tecrübelerin nihai sonuçlarda tek başına belirli olmasına da mahal vermiyeceğiz.
Çünkü bu kainati yaratan,bizi yaratan ve bütün bunlar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir yaratıcımız var. o yaratıcının koymuş olduğu prensipler, kurallar neler bunları iyi anlamamız gerekiyor. Çünkü her şey o prensipler doğrultusunda gerçekleşiyor.
O zaman o sorgulamaları yapacağız. Acaba bizim iç dünyamızda yerleşik bu yargılar üst beynimizdeki akıl süzgecinden yeterince geçirildi mi? O kevni prensiplere, varoluş ve işleyiş ile ilgili prensiplere uygun mu? Değil mi? Bunu anlamaya çalışacağız.
Bu süreçte de bilimden faydalanacağız. Psikoloji biliminden, sosyoloji biliminden, eğer ticaret yapıyorsak iktisat biliminin verilerinden faydalanacağız. İşte bilim bize o kevni prensipleri tarif ediyor.
Bilim tek başına yetmiyor. Onunda sağlamasını yapmamız gerekiyor. Onun için birde kelami prensipler vardır. Dinin bize vaaz ettiği, kuranın ve sünnetin beyan ettiği,toplumda geçerli ahlaki değerlerin bize anlattığı prensipleri vardır. Onları da dikkate almak durumundayız.
Onları dikkate alan, süzgeçten geçiren de bizim ruhsal zekamız yani sağduyumuzdur. Oda üst beyinde çalışır. Bu ikisini bir araya getirmek durumundayız. Kevni prensiplerle - kelami prensipleri, dini hükümler ile – bilimsel verileri bir araya getirerek bunlardan hareketle tek bir hakikate ulaşmamız gerekiyor.
İşte o zaman içsel yargılarımızı hayatın gerçekleriyle, sadece ve sadece dünya hayatının gerçekleriyle değil, aynı zamanda ahirete hayatının gerçekleriyle de uyumlu hale getirmiş oluyoruz.
O zaman bunu başarabildiğimiz takdirde hem dünya hemde ahiret saadetine ulaşabilmemiz mümkündür.
Bütün bunları gerçekleştirdiğimiz halde hala yinede o yargılar çok belirleyici ise böyle bir durumda alt beynimize müsaade ediyoruz. O duygunun varlığına müsaade ediyoruz. Yani illa da o duyguyu ortadan kaldırmaya çalışmıyoruz. Çünkü şu an içinde bulunduğumuz durum bizim gerçeğimiz, ki bu gerçeğimize etki eden birsürü içsel ve çevresel faktör vardır. Ve bunlar çok güçlü unsurlar olabiliyor. O zaman biz bunu değiştirmeye çalışmıyacağız.
Akıllı insanlar zaaflarını yok eden insanlar değildir. Çünkü bazılarını yok edemiyoruz. Onlara etki eden o kadar faktör varki, genetik faktörler, ailevi faktörler, anne baba tutumları, yaşantılar, çevresel etkiler, o kadar yerleşmiş oluyor ki onu içimizden söküp atamıyoruz. Terapiyle bile söküp atamıyoruz.
O zaman o zaaflarımızı yönetmek durumundayız. Öncelikli olarak onun farkına varmak; evet benim hatalı yargılarım var, zaaflarım var, ve bu yargılar benim dışımda oluşmuş ben onların varlığından hoşnut değilim. Ve neyazıkki bu yargılar duygu ve davranışlarıma etki ediyor. Ben bunların bir kısmını değiştirmeyi başardım. Ama bir kısmını değiştiremedim. Ve bunların farkındayım. Bu konuda kendimi temize çıkartacak değilim. Fakat artı özelliklerim var. aklım var, vicdanım var, içsel ve çevresel kaynaklarım var. bunları kullanarak bu yargılarımı gözden geçirebilir, bunların sağlamasını yapabilir ve bunların sürece olan etkisini, hayatın içerisindeki işleyişime etkisini asgari düzeye indirebilirim.
İllaki yok etmek zorunda değiliz. Yeterki farkında olalım ve yönetelim.
Kabul etmek, evet böyle bir şey var bu benim gerçeğim. Onaylamıyorum, varlığından hoşnut değilim. Ama şu an için gerçeğimi değiştiremiyorum.
İkinci olarak da yönetiyorum. Bunun içinde bulunduğum şartlara etkisini asgari düzeye indirecek tedbirleri alıyorum. Diğer bir deyişle duygularımla hareket etmiyorum. Evet bir güvensizlik duygusu var. bu konuda kendimi temize çıkartacak değilim. Fakat ben bu duygunun ilişkilerimde belirleyici olmasına mahal vermiyorum. Bu duyguya müsaade ediyorum. Fakat onu yönetiyorum.
Öncesinde bazı tedbirler alıyorum. Sonrasında bazı düzenlemeler yapıyorum. Ve bir şekilde bu duygunun ilişkilerimdeki etkisini asgari düzeye indiriyorum. Bu şekilde hayatın içerisinde hem dünya hemde ahiret mutluluğunu elde edebiliriz.
Zira edenlere baktığımız zaman mükemmel olmadıklarını görüyoruz. Onların da buna benzer zaaflarının olduklarını görüyoruz. Fakat onlar bir şekilde sahip oldukları içsel ve çevresel kullanarak bu zaafları yönetmeyi başarmışlar.
Onlar yapabiliyorsa bizde yapabiliriz. O zaman “yönetmek kaydıyla ve şimdilik bu zaaflarımızın, bu yargıların içimizdeki varlığına müsaade ediyorum”.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu
17 Şubat 2014 Pazartesi
İÇSEL KANUNLARIMIZIN DEĞİŞTİRİLMESİ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder