Günümüzde insana yüklenen o fazla anlamdan dolayı, o hümanistlik yaklaşımın , istersen yapabilirsin yaklaşımının da etkisiyle insana hayatında karşılaştığı her sorunu çözebileceği hususunda yanlış bir düşünce yükleniyor.
Bunu ne yazık ki psikolojide yapabiliyor, kişisel gelişim de yapabiliyor, bunu eğitimciler de yapabiliyor. Halbuki hayatta her sorun çözülebilir değildir. O sorunun oluşmasına etki eden o kadar güçlü unsurlar vardır ki o faktörlere rağmen sorunları çözebilmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Velev ki çözülse bile attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor. O sorunu çözmek için öylesine emek, öylesine kaynak, öylesine zaman harcıyoruz ki, kaş yapalım derken göz çıkartabiliyoruz.
Sorunlar sadece çevremizle ilişkilerimizden kaynaklanmayabiliyor. Kendi iç dünyamızda da problemler yaşayabiliyoruz. Bunların çözümünde bazen kişi kendisiyle öyle bir mücadele içerisine giriyor ki sorunu çözmek için yaptığı şeyler sorunu çözmeye yaramadığı gibi ikinci veya üçüncü problemlerin ortaya çıkmasına sebep olabiliyor ve kişi kendisine zarar veriyor.
Nasıl zarar veriyor? Kendisiyle ilişkisi bozuluyor. Kendisine bakış açısı bozuluyor. Kendisine inancını kaybediyor. Kendisiyle iç dünyasındaki uyumu bozuluyor. Morali bozuluyor, ümidini kaybediyor ki bunların her birisi hayatın içerisinde kendisine ayak bağı olacak ciddi zararlar verecek hususlardır.
Ki hayatın içerisinde zaten yeterince sorun varken birde çözümlenemeyen sorunların üzerine bu olumsuz faktörlerin eklenmesi işi içinden çıkılmaz hale getirebiliyor.
O zaman yapmış olduğumuz müdahaleleri her hangi bir zarara yol açmayacak şekilde yapmamız gerekiyor.
Benzer durum anne-babaların çocuklarıyla ilişkileri içinde geçerlidir. Çocuklara şöyle bir baktığımız zaman anne-babalarının esasında iyi niyetli yaklaşımlarının söz konusu olduğunu görüyoruz. Terbiye etmeye, kişiliklerini şekillendirmeye çalışıyorlar. Kişiliklerinde uç vermiş bazı duygu, düşünce ve davranışları düzeltmeye çalışıyorlar. Yani yapılan müdahalelerde hep bir iyi niyetin varlığını gözlemliyoruz. Fakat ne yazık ki anne-baba bu süreçte o sorunu çözmek adına öyle şeyler yapıyorlar ki o müdahaleler sorunu çözmediği gibi çocuğun kişiliğinde, iç dünyasında ciddi hasarlara yol açabiliyor. Çocukla kendisi arasındaki ilişkide de ciddi anlamda sıkıntılar söz konusu olabiliyor.
O zaman biz ne diyoruz. Hayatın içerisinde böyle sorunlar söz konusu olduğu zaman onun üzerine direkt gidip onu çözmeye çalışmak yerine öncelikle o sorunu bir kontrol altına alıp yönetmek çok daha sağlıklı bir yaklaşımdır.
İlk aşamada yönetme kavramını açığa çıkartıyoruz. Bu yönetme sürecinde yapacaklarımız her şeyden önce sorunu doğru anlamamızı, sorunun sebeplerini doğru tespit edebilmemizi , soruna etki eden faktörleri anlayabilmemizi diğer bir deyişle soruna hakim olmamızı, büyük resmi görmemizi sağlayacaktır. Ve yavaş yavaş o sorunun bize, çevreye, süreçlere olan etkilerini azaltmaya yönelik tedbirler alacağız. O tedbirleri alma sürecinde zaten o sorunu öğreniyoruz, yani dersimizi öğreniyoruz. Sahip olduğumuz bilgi birikim, o sorunla ilgili içsel kaynaklarımız, çevresel kaynaklarımız yavaş yavaş organize olmaya başlıyor. Ondan sonra bakıyoruz aklımız kesiyor, gözümüz alıyor ise sorun çözebilir bir sorun gibi gelmişse zaten yönetme sürecinden sonra o sorunun çözümüne yönelik bazı müdahaleler yapabiliyoruz. İşte bu şekilde yapılan müdahalelerde istenmeyen ikincil etkilerin açığa çıkma ihtimali çok daha küçüktür.
Fakat genellikle bizler hayatın içerisinde bu tür sorunlarla karşı karşıya kaldığımız zaman biraz daha cesur davranıyoruz. Biraz da cahil cesareti var.
Dolayısıyla sorunlarla karşı karşıya kaldığımızda aceleci davranmayacağız. Zaten ne diyoruz hep “acele şeytandandır.” Teenni ise yani ağır davranmak ise Rahmani dir. Acele ettiğimiz zaman duygularımızın etkisiyle hareket ediyoruz. Çünkü duygularımızın oluşumundan sorumlu olan alt beynimiz üst beyine kıyasla daha hızlı çalışır. Bir saniye içerisinde olayla ilgili kendince bir değerlendirme yapar. Ve bu değerlendirmeyi de kendi sınırlı yaşantılarından hareketle yapar. O konuda aldığı bir eğitimi, bilgisi, görgüsü yoktur. Ben böyle gördüm. Ben yaşadığımı bilirim der. Ve o sınırlı deneyimlerinden hareketle bir duygu açığa çıkartıyor. Ve o duygu davranışa dönüşme eğilimi içerisindedir. Halbuki bir aklımız var, bilgimiz var, vicdanımıza yol gösteren bir bilgi var, henüz bunlar devreye girmedi. Onların devreye girmesi için gerekli süre ortalama 6 saniyedir. Bekleyemediği zaman kişi alt beyniyle hareket etmiş oluyor. İlkel beyniyle yani hayvan beyniyle hareket etmiş oluyor. Üst beyini insan beyni olarak değerlendiriyoruz çünkü sadece insanlarda bulunan bir yapıdır. Alt beyni ise hayvan beyni olarak adlandırıyoruz çünkü diğer memeli hayvanlarda da bulunan bir yapıdır. İnsan acele ettiği zaman asıl biliçsel zekanın bulunduğu üst beyinle değil hayvani beyinle olaya müdahale ettiği zaman ortaya hayırlı bir netice çıkmıyor. Dolayısıyla acele etmeyeceğiz bu çok önemlidir.
O zaman ne diyoruz. “Allahım değiştirebileceğim şeyleri değiştirme gücü, değiştiremeyeceğim şeyleri de kabul edebilme gücü, yönetme gücü ver “ diyoruz. Kabul etme yönetme diyoruz. Sadece kabul etmek ne yazık ki yeterli değil. Aynı zamanda bu gerçeğimizi yönetmeye yönelik de çalışmalıyız. Var olan o sorun çözülmeyebilir bunu kabul ediyoruz. Çünkü o soruna etki eden bir çok faktör var. Kişiliğimizde var olan bir çok çatlak var. Bunları değiştiremiyoruz. Fakat bunu yönetmemiz gerekiyor. Yönetmediğimiz takdirde bu bize de zarar verir, çevremize de zarar verir. Yönettiğimiz takdirde bunun bize ve çevreye olan etkilerini asgari düzeye indirecek gerekli tedbirleri aldığımız takdirde bize ve çevreye olan etkileri azaldığı gibi bu sorunun varlığına rağmen mutlu ve başarılı olabilmek bile mümkün.
Hz. Ömer bunun en güzel örneği. Öfkeli, sert mizaçlı bir insan. Hatta Hz. Ebubekir hilafet makamına yerine Hz. Ömeri tavsiye ettiğinde bize kime bırakıyorsun ey Ebubekir. O sert, o öfkeli, o celalli Ömer e mi bırakıyorsun dediklerinde. Sizi insanların en hayırlısına bırakıyorum diyor. Evet o serttir, öfkelidir, onun fıtratında böyle bir özellik vardır. Fakat o bu öfkesini yönetebilen, bu öfkesinin kendisine ve çevresine yansımalarını asgari düzeye indirebilen bir insandır. O bu öfkesi olmasına rağmen adaletten, haktan bir milim bile sapmaz. Öfkesine rağmen onu yönetmek kaydıyla fid dünya ve fil ahireti sürecinde ilerler. Bu ilerleyişiyle de diğer insanlara örnek olur demiştir.
Dolayısıyla öfke bu dünya ve ahiretteki başarısına engel değil. Çevresindeki insanlarla uyumuna mani değil. Allah ın rızasını kazanmasına mani değil. O zaman biz olmayacak şeyi oldurmak yerine o durumu kabullenip, sahip olduğumuz içsel ve çevresel kaynakları kullanmak suretiyle çok daha güzel neticeler elde edebiliriz.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu
11 Şubat 2014 Salı
HER SORUN CÖZÜLEBİLİR Mİ ?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder