17 Şubat 2014 Pazartesi

HAYAT KURTARAN PRENSİPLER 2

İçimizde yargılar vardır. Bu yargılar hayatı ve yaşadıklarımızı anlamlandırma sürecinde belirleyici olan, duygu, düşünce ve davranışlarımızın işleyişinde belirleyici olan yargılardır. Bu yargıların bir çoğu ön yargı olarak tarif ettiğimiz hayatın gerçekleriyle örtüşmeyen sınırlı öznel yaşantılardan hareketle ve aşırı genellemeler yaparak altbeynimiz tarafından oluşturulmuş ve bize dayatılmış olan yargılardır.Bu Yargıları işlevsel ve faydalı olanlarla degiştirebilirsek hayat bizim için daha kolay ve keyifli bir yer haline dönüsecektir. Peki nedir bu yargılar.

Birinci prensibimiz hiç kimseye kaldıramıyacağı yük yüklenmez prensibidir. Yaşadıklarımız çok ama çok ağır şeyler olabilir. Ama onu kaldırabilmek için yeterli içsel ve çevresel kaynaklar muhakkak suretle bizlere verilmiştir. Evet o yük insana verilmiştir ama hemen yanındada kaldırabilmek için bir vinç, kaldıraç verilmiştir. O sorunla başedilebilek kaynaklar kaf dağının ardında zümrüdüanka kuşunun kanadının altında değildir..

İkinci prensibimiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. O problemi çözebilecek içsel ve çevresel kaynaklar muhakkak suretle bize verilmiştir.

Üçüncü prensibimiz devreye giriyor. Çünkü hemen aklımıza şu sorular gelebiliyor. Ben niye bunları yaşıyorum. Hayatta Hiçbir şey sebepsiz değil, amaçsız değil, maslahatsız değil, ölçüsüz değil. Herşey belli bir plan ve program altında yürüyor. Dolayısıyla bir şeyi yaşıyorsak biz bu dört unsur o olayda muhakkak suretle vardır. Bunun bir sebebi vardır. Haklı bir gerekçesi vardır ve bunun yöneldiği bir amaç vardır ve o amaç kesinlikle bizim için hayırlı bir amaçtır. Biz onun ne olduğunu kestiremesek bile. Bir ölçü vardır.

Diğer bir prensibimiz devreye giriyor. Beni öldürmeyen her şey beni güçlendirir. Evet bir yandan yaşadıklarımız bizi örseliyor, yoruyor, yıpratıyor ama ötesinde öyle birbirikim tecrübe meydana getiriyor ki hem şu anki problemlerin çözümüne katkı sağlıyor, hem de hayatımızın diğer aşamalarında karşılaşacağımız sorunları çözme sürecinde yahut fırsatları değerlendirme sürecinde işimize yarıyacak müthiş bir kaynak açığa çıkartıyor. Dolayısıyla hoşumuza giden şeylerde şer, hoşumuza gitmeyen şeylerde hayır olabilir.
Öte yandan başka bir insan hiç problem yaşamadan hayatını sürdürüp gidiyor. Zannediyor ki bu kendisi için iyi bir durum. Ama gelişemiyor, tekamül edemiyor, sahip olduğu o yetenekler açığa çıkamıyor. Çünkü işlenmiyor. Mevlana nın dediği gibi “Hamdım, yandım, piştim” yanmıyor ham kalıyor bunun kendisi için hayırlı olduğunu düşünüyor. Fakat o hamlıkla öylesorunla karşılaşıyor ki hayattın içerisnde ham olduğu için o sorunu çözemiyor ve bütün kazanımlarını sadece dünyevi değil ahirete yönelik kazanımlarını da kaybedip gidiyor. Ve kendisinin hoşuna giden o durum felaketine neden olabiliyor.
Öte yandan hayatın içerisinde kavrulan, savrulan, yoğrulan bir insan o an belki zoruna gidiyor, anlamlandıramıyor fakat sonra bütün bunların getirmiş olduğu tecrübeyi karşısına çıkan fırsatta öylesine değerlendiriyor ki hem dünyasını hemde ahiretini kurtarabiliyor. O zaman bunu Hiçbir zaman unutmıyacağız.
Ve şu prensip aklımıza gelecek “ya herşey bizzat güzeldir, ya güzelliğe vasıtadır, hayut da neticesi itibariyle güzeldir”
Bu zorluk yaşadığımız şeyler bize öyle güzel değerler katıyor ki hayatımızın ileriki dönemlerinde o tecrübelerimizi kullanıyoruz. Bir yandan okullara,seminerlere gidip nazari bilgileri öğreniyoruz, bir yandan da kader bize öğretiyor. Öğretmeye de devam ediyor. Demekki daha fazla fırsatlar çıkacak karşımıza. Demekki daha büyük sorunlarla karşılaşacağız.karşımıza çıkabilecek fırsatları değerlendirebilmek için o bilgilere ihtiyacımız vardır.
“Hoştur bize ondan gelen ya goncagül yahut diken” evet hoş. Hayırlı olanın işi hayırsız olur mu? Güzel olanın işi çirkin olur mu? Kötü olanın işi iyi olur mu? Olmaz! İyi ise İyi olmak zorundadır. Güzel se güzel olmak zorundadır. İşte ya bizzat güzeldir, ya bir güzelliğe vasıtadır, ya da neticesi itibariyle güzeldir. Ama o iş muhakkak suretle güzeldir. Bunları her daim kendimize hatırlatacağız.
Bütün bunları bizler mutluluk ve başarı için yaşıyoruz. Bütün bu zorluklara, bütün bu meşakketlere, sıkıntılara dünya ve ahiret mutluluğu için katlanıyor.
Burada başka bir hüküm karşımıza çıkıyor. Bütün bunlar bizim nasibizimizdir. Mutluluk ve başarıyı arıyor iken esasında nasibimizi arıyoruz. “nasip sana isabet eder” demişler. “Nasip isegelir Hint ten Yemenden, nasip değilse düşer çenenden” demişler. Bu da hiç unutmamamız gereken her daim göz önünde bulundurmamız gereken bir prensip. Bizler nasibimizi arıyoruz. Nasipten öteye yol yok. Biz nasibimizi aramakla kalmıyor. Nasibimiz de bizi arıyor. O zaman dünyadaki o mutluluk ve başarı zannedildiği kadar zor bir şey değil. Çünkü zaten o da bizi arıyor. O zaman çok aşırıya gitmemize gerek yok. Çok da geride kalmıyacağız.

Diğer bir prensibimiz de rızık Allah tan diyoruz ya oradaki rızıktan kasıt sadece yedik içtiklerimiz değildir. O bizim psikolojik, fizyolojik ve sosyal ihtiyaçlarımızı içermektedir. O zaman çok da endişe etmemize gerek yoktur. Bunu bilmek te bizi rahatlatıyor. Ama bunu unutuyoruz biz. Endişeye düşüyoruz. Fakat karşılanacağı bize vaat ediliyor. Psikolojik ihtiyaçlarımız, sevmek, sevilmek, takdir edilmek, onya görmektir.
Fizyolojik ihtiyaçlarımız da barınmak, yemek, içmek, gezmek, giyinmek, ulaşmak. Sosyolojik ihtiyaçlarımız da insanlar tarafından değer görmek, kabul görmekmek, onaylanmak. Bütün bunlar Allah tarafından tekellüf edilmiştir. Ozaman çok da endişe etmemizi gerektirecek bir durum söz konusu değildir.
Bunlardan eksiltmek suretiyle imtihan edilebiliriz. Geçici bir süre için soslojik, psikolojik veya fizyolojik ihtiyaçlarımızda bir azalma söz konusu olabilir. Bu da imtihanın bir gereğidir. Bu da hayatın bir gerçeğidir.
Eğer böyle bir imtihan sürecinden geçiyor isek kaldıramıyacağımız yük yüklenmiyor,üstesinden gelebilmek için gerekli olan içsel ve çevresel kaynaklar bize sunuluyor, muhakkak suretle bir amacı, sebebi var, ve her şey belli bir plan ve program dahilinde karşımıza çıkartılıyor. O sorun hiçbirzaman çözümsüz, o dert hiçbir zaman dermansız değil. Bazen içinden çıkamıyacağımız şekilde çok karmaşık olabiliyor biz o çözümü oluşturamayabiliyoruz. Fakat çözümü o anda oluşturamamamız o sorunun çözümsüz olduğu anlamına gelmiyor. Muhakkak suretle bir çözümü vardır. Bize düşen şey alternatif planlar yapmak değil, alternatif çözümler üretmek değil, var olan planı sezmek ve o planın bizden istemiş olduğu adımları atmaktır. Bu iş bu kadar basittir.
Bize düşen vazifelerin ötesine geçmiyeceğiz. O ağır yükün altına girmeye çalışmıyacağız.
İşin içinden çıkılmaz durumlar söz konusu olduğunda da işimiz artık Allaha kalmıştır. İşimiz Allaha kalmışsa korkmayalım. Çünkü o planını yapmıştır. Bize düşen de o planın içinde bize tevdi edilmiş vazifeyi ifa etmektir.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder