İnsanoğlunun doğuştan getirdiği bir karanlık yön vardır. Bu da bizim kadim kültürümüzde dikte edilen nefsin varlığına önemli bir referans. İnsanoğlunun doğuştan getirdiği o iyilik o adalet duygusu da insanoğlunun doğuştan bir vicdanın olduğunun bir göstergesi.
Peki bu duyguların hangisi ağır gelecek hayatın ilerleyen bölümlerinde?
Bunda anne baba, almış olduğu eğitim, çevre, çok belirleyici. Çocuklarda her ne kadar iyiliği, güzeli, adaleti tercih etme eğilimi olsa da , doğuştan gelen böyle bir eğilim söz konusu olsa da öte yandan bir tarafgirlik de söz konusu.
Çünkü o çocuk Yalnız, o çocuk zayıf, o çocuk ilgiye, korunmaya, şefkate muhtaç. Bunun etkisiyle kendisiyle benzer tercihlerde bulunan insanlarla birlikte olmayı, onlarla beraber saf tutmayı tercih ediyor. Ki bizler hayatın daha sonraki dönemlerinde de benzer şekillerde imtihan edileceğiz.
Gerektiğinde aramızda akrabalık bağı bulunan, dostluk bağı bulunan, hemşerilik bağı bulunan insanların aleyhine şehadette bulunmamız gerekiyor bazen.
İşte bu durumda alt beynimiz, hayatta kalma dürtümüz devreye giriyor. Ve bizi aynı ideolojiyi paylaştığımız, hemşerimizle, Ya da akrabamızla aynı safta durmaya yöneltiyor.
Niye?
Onlarla ayrı düşme, yarın onların desteğine ihtiyacın olabilir diyor. Halbuki bizde doğuştan gelen bir adalet, iyilik duygusu da var.
işte almış olduğmuz eğitimle, o terbiye ile içimizden gelen bu dürtüye rağmen bizim, adaletin yanında, iyiliğin yanında saf tutmayı becerebilmemiz gerekiyor. Başarabilmemiz gerekiyor. Bu da ancak bir eğitimle söz konusu olabilir.
Evet insanoğlunda bir iyilik duygusu var. insanoğlunda doğuştan gelen bir adalet duygusu var. fakat bu duygular eğitilmediği takdirde, insanoğlunun o karanlık yönü terbiye edilmediği takdirde hayatın ilerleyen dönemlerinde kişinin doğru tercihleri yapabilmesi çok güç....
yine çocuklarla yapılmış bir araştırma eğitimin ne kadar belirleyici olduğunu gösteren;
Çocukların önüne yeşil ve mavi düğmeler koyuluyor.
Çocuğa, yeşil düğmeye basarsan sana 1 jeton vereceğiz. Fakat arkadaşına hiç jeton yok.
Mavi düğmeye basarsan sana 2 jeton vereceğiz. Fakat arkadaşına da 2 jeton vereceğiz diyor.
Bir düğme daha var sarı düğme. Sarıya basarsan sana 1 jeton vereceğiz. Arkadaşına 2 jeton vereceğiz diyor.
Oyun alanından bahsediyoruz ve henüz okula yeni başlamış 7-8 yaşındaki çocuklar.
Çocukların hemen hemen tamamı yeşil düğmeye basmayı tercih ediyorlar. Yani 1 jeton almayı tercih ediyor. Maviye bastığında 2 jeton alabilecekken, onlar yeşile basıp 1 jeton almayı tercih ediyorlar.
Fakat aynı çalışma 9-10 yaşındaki çocuklarla yapılıyor.
Çocukların çok azı yeşili tercih ediyor. Önemli bir bölümü maviyi, çok küçük bir azınlık ise sarıyı tercih ediyorlar.
Ani arkadaşını kendi nefsine tercih ediyor. Arkadışının daha fazla jeton alması için sarıya basıyor. Kendisi daha az jeton almaya razı geliyor.
Halbuki diğer gruptaki çocuklar yani yaşları daha küçük olan gruptaki çocuklar arkadaşı almasın diye kendisi de az almaya razı olmuştu.
Fakat bu gruptakiler arkadaşı alsın diye, kendisi az almaya razı oldu.
Bu çalışma bize gösterdi ki, insanlar hayatın içerisinde doğru bir eğitim aldıkları zaman adalet, paylaşım duygusu ağır basıyor.
Fakat kişi eğitilmemişse, o karanlık yönü terbiye edilmemişse o zaman hep ben, hep ben, hep ben diyor. Böyle bir yönde var bu araştırmanın sonuçlarında.
Bir yandan çocuklarımızda doğuştan var olan o iyilik duygusunu, adalet duygusunu geliştirmeye çalışırken bir yandan da çocuklarımızın hatalı tercihler yapabilecek o hayatta kalma, tarafgirlik dürtüsünün kaynağı olan o karanlık yapıyı da terbiye etmemiz gerekiyor.
O kötü yön terbiye edilmediği takdirde insanın iyiyi, doğruyu, güzeli tercih etmesine mani oluyor.
Allahın Resulünün yaşamış olduğu döneme şöyle bir geri dönelim. O dönem O na inanmayı redetmiş Medineli yahudileri bu araştırmanın ışığı altında şöyle bir analiz edelim. Ve aynı zamanda inanmayı red etmiş Medineli müşriklerin psikolojisini de şöyle bir analiz edelim;
Ne diyor Ebu Cehil; vallahi biz senin indirdiğini reddetmiyoruz. Kuranın doğruluğunu, O nun Allah katından gönderildiğini redetmiyoruz. Biz senin Peygamberliğini reddediyoruz. Çünkü Beni Haşimden çıkmamalıydı diyor. Bizden çıkmalıydı. Diyor.
Aslında doğuştan iyilik güzellik, doğruyu tespit etme gibi bir özellik Ebu Cehil gibi bir adamda bile var, arka planda çalışıyor. Fakat aynı zamanda karanlık, azgınlaşmış, kişiliğe baskın hale gelmiş karanlık yön devreye giriyor ve hayır o bizden değil, O nun tercihleri bizim tercihlerimizle benzeşmiyor, o farklı bir kavimden, o farklı bir kabileden diyor devreye giriyor. Ve aynen o kraker örneğindeki gibi yanlışı tercih ediyor.
Benzer bir durum Medineli yahudiler için de geçerli. Çok ilginç hayudiler neden Medinedeler. Mezopotamyanın o bereketli topraklarını bırakıp, çölün ortasında, kurak, hastalıkların kol gezdiği o yeri tercih ediyorlar. Ve oradaki araplarla sürekli didişiyorlar.
Çünkü ahir zaman peygamberinin oradana çıkacağını biliyorlar. Bu bilgi onlarda var ve bekliyorlar. Zaten araplarla her anlaşmazlık çıktığında o beklenen Peygamber geldiğinde biz size gününüzü göstereceğiz diye onları tehdit ediyorlar. Düşünün kaç yüz yıl öncesinden, oradan çıkacak Peygamberi karşılamak için oraya gelmiş bir kavimden bahsediyoruz.
Fakat ne oluyor. Birebir kitaplarında özellikleri anlatılan Peygamber kendi kavimlerinden değil de rakip kavimden çıktı diye bile bile O nu inkar ediyorlar.
Hatta yahudilerin ileri gelenlerinden iki kişi geliyor ve Peygamberimizi ziyaret ediyorlar o bahsedilen özellikler onda varmı diye. Ve geri giderken konuşuyorlar.
- O mu?
- Evet O
peki ne yapacaksın?
Yaşadığım müddetçe O nunla savaşacağım.
Diyor.
Şimdi doğuştan gelen o iyilik, adalet duygusu devreye girdi ve iyiliği tespit etti, doğruyu tespit etti kendi içerisinde.
Kuranı Kerimde yine Hz. İbrahim ve kavmi arasında geçen bir diyalogda da buna bir vurgu var. o putları kırdı ya onlar kendi vicdanlarına döndüklerinde O nun doğruluğunu anladılar diyor.
O duygu insanın içerisinde var. fakat o karanlık yön devreye giriyor. Hayır o İbrahimi tercih edemeyiz. Edersek Nemrut, o kavmimiz bize karşı gelir diyor. Menfaatlarimiz zedelenir diyor.
Burada da aynı şekilde kavmiyetçilik devreye giriyor. O karanlık yön devreye giriyor. O hayatta kalma dürtüsü devreye giriyor. O fani olan kazanımları, peşin olan kazanımları baki olan kazanımlara tercih etme dürtüsü devreye giriyor. O kraker deneyindekine benzer şekilde.
Çünkü terbiye edilmemiş o karanlık yön. O açıdan o karanlık yönü terbiye edebilmek. O Hayatta kalma dürtüsünü ehlileştirebilmek çok önemli. Çok ama çok önemli.
Bunun tasavvufi terminolojideki karşılığı, kadim kültürümüzdeki karşılığı kuvvei gazabiyye ve kuvvei şerriyye. Bunun psikolojideki karşılığı da, araştırmalar beynimizin alt kısmına işaret ediyor. Alt beyine o sapcortekse işaret ediyor. Oradaki güvenlik bölgesini, amigdalayı işaret ediyor.
Yeri geldiğinde korku duygusu adrenalin salgılayan, yeri geldiğinde de nöroadrenalin salgılayan o yapıya işaret ediyor. Korkuyor kişi. Neden korkuyor? Kazanımlarını kaybetmekten korkuyor. Toplum tarafından dışlanmaktan korkuyor. O anda esasında beyninin diğer yönü vicdanın üzerinde çalıştığı korteksi devreye giriyor. O anda “doğru olan, adaletli olan bu” diyor. Ama diğer yandan da terbiye edilmemiş sapkorteks devreye giriyor, o amigdalası devreye giriyor ve böbrek üstü bezlerinden adrenalin, korku hormonu salgılıyor. Ve o korkunun etkisiyle kişi kazanımlarını kaybetme endişesiyle aynen kraker örneğinde olduğu gibi doğruyu, iyiyi, adaleti değil yanlışı tercih ediyor.
Vehayut o amigdala öfke hormonu salgılıyor, nöroadrenalin salgılıyor. Neden bizden değil diyor ve kişi bile bile yanlışı tercih ediyor. Çok ilginç değil mi? Çok ilginç.
İşte O Kuranı, Siyeri, insanoğlunun psikolojik gerçekliklerinden hareketle nasıl farklı çıkarımlar, nasıl farklı algılar ortaya çıkıyor çok ilginç.
Yine Ebu Talibin inanmamasının altında da bu var. hani ölüm döşeğinde o çok sevdiği yeğeni;
“Ey Amcacığım! La İlahe İllallah Muhammedurrasulullah de” diyor. “Biliyorum. Sen O sun. Gönderilmiş peygambersin. Ama demem” diyor.
İşte burada da yine aynı şekilde o iyiliğin kaynağı, adaletin kaynağı çalışıyor. Amigdala devreye giryor ve diyor ki; “bunca yıl inşa ettiğimiz şerefimizi insanlar nezdinde ayaklar altına mı alacaksın?” diyor. O anda adrenalin, korku hormonu salgılıyor ve şanını, şerefini, insanlar nezdindeki preztijini kaybetmekten korktuğundan dolayı alt beyin üst beyine baskın geliyor, karanlık yönü aydınlık yönüne baskın geliyor ve yanlış tercihte bulunuyor.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder