8 Mayıs 2014 Perşembe

KIZ ÇOCUĞU NASIL YETİŞTİRİLİR

Kızlar erkeklere nazaran daha nazenin, daha kırılgan, biraz daha zayıftır. Özelllikle de günümüzde rekabetin ziyadesiyle yoğunlaştığı ve kadınların hayatın her alanında boy göstermeye başladığı şu evrede kız çocuğu yetiştirmek her zamankinden daha fazla duyarlılık ve özen istiyor.
Çünkü ne yazıkki kadınlarımız evde değil. Velhasıl biz olması gerekenlerden ziyade, olanı konuşuyor ve bu olanı nasıl yönetebileceğimizi tartışıyoruz.
Kadınlar artık hayatın her alanında boy gösteriyor dedik. Hayatın en erken evresinden itibaren kreş ortamından, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve takibeden süreçte kadın istihdamı gitgide artıyor. Özellikle hükümetin de bu konuda ciddi istihdam politikaları var. kadınların istihdamı konusunda devletimiz tarafından teşvik ediliyor.
Dolayısıyla hayatın her alanında erkeklerle beraberler ve onlarla rekabet etmek zorundalar. Erkeklerden kendilerine yönelebilecek olumsuz etkilerden de kendilerini korumak durumundalar. Anne ve babalar bu gerekliliğin farkındalar. Ve küçük yaştan itibaren çocuklarını bu rekabetle başa çıkabilecek, kendilerini hayattan koruyabilecek özelliklerle donatma çabası içerisindeler.
Baktığımız zaman masumane bir yaklaşım. Haklı ve yerinde bir tavır olarak karşımıza çıkıyor. Tabiki biraz zorlu yetiştirecekler, tabiki biraz dişli yetiştirecekler. Çünkü hayat zor, rekabet etmek zorunda sadece hemcinsleriyle değil, aynı zamanda da erkeklerle rekabet etmek zorunda. Kendilerini korumak zorundalar. Dolayısıyla biraz dişli yetişmeli, biraz güçlü yetişmeli, biraz yırtıcı olmalı tarzı bir yaklaşımın var olduğunu görüyoruz. Ve bu çocuklara sirayet etmiş vaziyette.
Bu gün 7-8-9 yaşlarındaki bir kız çocuğuyla konuştuğunuz zaman değme bir feministin savunacağı tarz görüşleri dile getirdiklerini görüyoruz.
Kendilerini erkeklerle denk görüyorlar. Eşit değil. Eşit kelimesini kullanmadım. Denk kelimesini kullandım.
Tabii hayatın daha erken dönemlerinde daha henüz fizyolojik anlamda ve psikolojik anlamda farklılaşmanın o kadar da belirgin hale gelmediği bir evrede çocukların böyle düşünmesi doğal.
Çünkü yetişkinler tarafından gözlenen, sıkı kurallara bağlı ortamlarda erkeklerle beraberler. Fakat aradan yıllar geçipte aradaki makas açılmaya başladığı andan itibaren erkek psikolojik ve fizyolojik anlamda biraz daha avantajlı konuma geldiği andan itibaren rekabet kadın için zorlayıcı olmaya başlıyor. İşte anne ve babalar çocukların bu zorluklarla başa çıkabilmesi için onu biraz daha kavgacı, biraz daha yırtıcı, biraz daha, mücadeleci, tabiri caizse biraz daha erkek gibi yetiştirmeye çalışıyorlar.
Çünkü erkek dünyasında var olma mücadelesi verecek kadın!....
Ve gerçekten de bu tarz yetiştirilmiş olan kadınlarımızın hayata atıldıklarında gerek okul hayatında olsun, gerekse iş hayatında olsun göze göz dişe diş erkeklerle rekabet edebildiklerini görüyoruz.
Zahiren baktığımız zaman hoş bir tablo gibi gözükse bile, güzel bir tablo gibi gözükse bile bu durumun getirmiş olduğu ikincil etkiler var.
Bunlardan birincisi; ne yazıkki kadın, kadın olarak rekabet etmek, var olmak yerine, (çünkü o şekilde başaramıyor) erkek gibi, kadınlık özelliklerini bir kenera bırakarak, bastırarak hayatın içerisinde var olma çabası içerisinde. Bunu görüyoruz.
Bununla beraber bakıyoruz evlenme oranları son derece düşük. Evlenme yaşı son derece ileri. Çocuk doğurma oranları yine son derece düşük. Boşanma oranları son derece yüksek. Nüfus hızla yaşlanıyor.
Dinlerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi, “din beş esası korumak için vardır” denilir ya. O beş şey fıtratı muhafaza eder.
Dinler şeriatler aklı korumaya çalışır, malı korumaya çalışır, nesli korumaya çalışır, dini korumaya çalışır, canı korumaya çalışır. Çünkü bunlar fıtratı korumaya çalışan unsurlardır. Bunlardan bir ya da birkaçının ortadan kalkması fıtratın bozulması anlamına geliyor. Ayarların bozulması anlamına geliyor.
Nasıl ki bilgisayar korsanları bilgisayarları ele geçiriyorlarsa, insan korsanları da insanları zombileştiriyor, beyinlerini, benliklerini ele geçiriyor ve onları kendi ilealleri doğrultusunda harekete geçiriyor.
Kadının hayatın içerisinde varolmasının bir bedeli vardır dedik. Ve şu an batı bu ağır bedeli ödüyor. Artık avrupa bunun çözümlerini konuşuyor. Dile getirilen çözümlerden bir tanesi de “Avrupanın bir 3. dünya savaşına ihtiyacı var” diyorlar. Bu bozulmuş dinamikleri, parametreleri yeniden düzeltebilmek için, bir savaşa ihtiyaç duyulduğu konuşuluyor. Ve bu konu ciddi çevrelerde konuşuluyor. Aşırı uçlar falan değil. Aklı başında insanlar bile buna benzer şeyler dile getiriyorlar.
Bununla beraber yine avrupa ülkelerine baktığımız zaman dini inanç boyutunda da çok ciddi sıkıntılar olduğunu görüyor. Ataizm oranı % 80 lerin üzerine çıkmış, % 90 lara ulaşmış vaziyette.
Ve neyazıkki bu hastalık bizim toplumumuza bulaşmış vaziyette. Özelllikle de bizim kuzey ve batı bölgelerimize baktığımız zaman, kuzey ve batı ülkelerinden gelen bu bireysel ve toplumsal hastalıklar ülkemizin özellikle de batı ve kuzey bölgesini etkisi altına almış vaziyette.
Şuan Marmara Bölgesinde, Trakya Bölgesinde ve Ege Bölgesinde yer alan bazı illerin doğurganlık oranı İskandinav ülkelerinin altına düşmüş vaziyette. İrlanda nın, Hollanda nın, Norveç in altına düşmüş vaziyette.
Boşanma oranlarınana baktığımız zaman yine o oranda artmış olduğunu görüyoruz. Kadınların istihdama katılma oranına baktığımız da onların da yüksek olduğunu görüyoruz.
Kadının çalışıyor olmasından kaynaklanan bir durum değil. Anne ve babaların kız çocuklarını doğru bir şekilde yetiştirmiyor olmalarından tabiri caizse erkek gibi yetiştiriyor olmalarından kaynaklanan bir problem bu.
Doğurganlık git gide azalıyor. Güney Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri olmasa yine anadolu imdadımıza yetişiyor. O bölgelerimiz olmasa Kuzey ve Batı bölgelerimize kalsak çoktan nüfusumuz eksiye gitmeye başlayacak. Bu gün Batı için en büyük problem nüfusunun azalmış olması.
Fakat bu tehlike bizim için çok daha büyük. Sonuçta batı ülkeleri yüksek gelir seviyesine ulaşmışlar. O kaçınılmaz sonu biraz daha öteleme imkanına sahipler. Fakat biz daha orta gelirden henüz çıkamamışız.
Dolayısıyla 3 çocuk 4 çocuk, 5 çocuk politikası hayati olmaz sa olmaz politikalardan bir tanesi.
Şimdi soruyorum sizlere; 30 lu yaşlarında evlenmiş bir bayan, yaşı 34-35 lerde evlenmiş bir erkek hangi süre içerisinde 3-4-5 tane çocuğu yapacak. Kaldıkı psikolojik ve fizyolojik açıdan baktığımız zaman, doğurganlık, annelik açısından baktığımız zaman en uygun dönemleri pas geçmiş oluyor.
Bizim görevimiz doğruları söylemek. Görevimiz gereği olarak toplumsal ve bireysel olarak uç vermiş olan bu hastalıkları teşhis etmek ve tedavi konusunda çözümler ortaya koymak.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder