16 Mayıs 2014 Cuma

Düşünce hataları : Kişiselleştirme

Yaşadığımız olayların bizim üzerimizde nasıl bir etki getireceğini büyük ölçüde biz belirliyoruz. Bizlerin işlevsel olmayan bakış açılarımız, düşünce hatalarımız zaten ağır olan o hayatın yükünü gereksiz yere ağırlaştırmakta ve yükü tabiri caizse kaldıramayacağımız hale getirmektedir.
Kendim ettim kendim buldum. Gül gibi sararıp soldum diyor ya. İşte kendine ettiğini dünya bir araya gelse insana edemiyor.
Mevla, insanoğlunun beynini harikulade bir sigorta mekanizması yerleştirmiş. Yaşadığımız olaylar her ne olursa olsun ne kadar ağır olursa olsun bir şekilde bizim içeriden herhangi bir çevresel koşula bağlı olmaksızın tamamiyle iç dünyamızda o olayın etkisini azaltabilme potansiyelimiz var.
Bu insanoğluna bahşedilmiş harika bir savunma mekanizmasıdır. Bunu da işlevsel bakış açıları geliştirerek yapıyoruz.
Yaşadığımız sıradan olayları bile, gereksiz yere sıkıntılı hale getiren, olağan olayları bile taşıyamayacağımız ağır hale getiren tabiri caizse dramatize eden hatalı bakış açılarımız üzerinde konuşacağız.
Nedir bunlar?
Bunlara biliçsel hatalar da deniliyor.
Bunlardan birincisi keyfi çıkarsama, seçici soyutlama, aşırı genelleme, büyültme ve küçültme, ya hep ya hiç şeklinde düşünce, kişiselleştirme, felaketleştirme, meli-mali (koşullandırma da diyoruz buna), zihin okuma, duygudan sonuca ulaşma ve etiketleme. Tabi bunların sayısını daha da çoğaltmamız mümkün.
Biz bugün kişiselleştirme üzerine duracağız. Belki de düşünce hataları içerisinde en sık yapılan ve kişi üzerinde etkisi en ziyade olan hatalı düşünme şekli kişiselleştirmedir.
Kişiselleştirme nedir?;
insan kişiliğini bir Makine gibi düşünecek olursak bu makinanın ürünleri vardır. Görüntüler, sesler, hisler. Ve bunlarla ilişkili olarak oluşan düşünceler, duygular ve davranışlar vardır. Bu düşünceler, duygular ve davranışlar makinanın kendisi değil, onun ürünleridir.
Ya da bir ağaç düşünecek olursak. Ağacı bir tüzel kişilik olarak düşünecek olursak o ağacın ürünleri vardır. O ağacın yaprakları, çicekleri, meyveleri, o ağacın dalları,yerin içerisindeki kökleri, yaydığı kokular vardır vs.. bunlar o ağacın ürünleri olarak değerlendirilebilir.
Bir meyveden hareketle o ağaçla ilgili değerlendirme yapabilirmiyiz?
Eğer kişiselleştirme hatası içerisindeki bir kişi isek, sadece bir üründen, bir çiçekten, bir meyveden, bir daldan Ya da bir yapraktan hareketle ufak bir parçadan yola çıkarak bütünle ilgili bir yargıya varır. İşte biz buna kişiselleştirme diyoruz.
Ağaç ile o ürün arasındaki o farkı ayıramama hali.
Benzer durumu insana uyarladığımız zaman kişi herhangi bir düşüncesinden dolayı ki, bu kişiselleştirmeyi insanlar daha ziyade kendilerine yapma eğilimi içerisindedirler. Bununla beraber bunu kendisine yapan insanlar başkalarıyla ilgili olan algılarında da ağırlıklı olarak kullanırlar. Zihnindeki bir düşünceden dolayı kendini mesul tutar kişi. Halbuki bu düşüncenin oluşumuna etki eden dahili ve harici o kadar çok faktör vardır ki. Bu kişiliğin bir ürünüdür. Hem de çok küçük bir ürünüdür. Üstüne üstlük dahili ve harici faktörlere bağlı olarak ortaya çıkmış bir üründür. Fakat kişi bu üründen kendini %100 mesul tutar. Ve bu üründen hareketle kişiliğiyle ilgili bir yargıya varır. Özellikle de vehim, vesvese olarak ta tabir ettiğimiz takıntılı düşünceler ve zorlantılı davranışlar da bu tür kişiselleştirme çok barizdir.
Kişi zihnindeki o rahatsız edici düşüncelerden dolayı kendini mesul tutar ve bundan dolayı da müthis derece de suçluluk duygusu hisseder. Ki bu sadece düşünceler le ilgili değildir. Bu tür kişiselleştirme hatasına düşün insanlar duygulardan da kendilerini mesul tutarlar. Herhangi bir şekilde bir öfke hissetmişse ya da bir arzu hissetmişse ya da bir kıskançlık hissetmişse bir durum karşısında istemediği birduygu açığa çıkmışsa bu bir olaya yönelik de olabilir, bir şahsa yönelik de olabilir, kişi bundan direk kendini mesul tutar.
Ve derki; ben kötü bir insanım, ben kıskanç bir insanım, ya da ben sapkın birisiyim der. Peki gerçekten böyle bir duygu hissediyor olması yani öfke duygusu hissediyor olması kişiyi öfkeli hale getirirmi? Ya da kıskançlık duygusu hissediyor olması onu kıskanç birisi haline getirir mi?
Benzer bir durum düşünceler için de geçerli. Kişinin zihninde dini içerikli bazı olumsuz düşüncelerin dönüp dönüyor olması onun iyi bir müslüman olmadığı, dini zaaflar taşıyor olması anlamına gelir mi?
Psikolojinin bu soruya vermiş olduğu cevap hayır getirmez.
Çünkü o düşünce her ne kadar hoş görülmeyen bir düşünce ise de ve her ne kadar kişilikten sadır olmuş ise de kişiliğin kendisi değil kişiliğin bir parçasıdır. Ve tek bir parçadan hareketle bütünle ilgili hüküm veremeyiz.
Hani bir ayeti kerime vardır ya “ Herkesin yaptığı kendine. Evlat babasından mesul değil baba evladından mesul değil.” benzer bir durum duygular için de geçerlidir. Kişinin kendisi tarafından ve çevresi tarafından onaylanmayan davranışları söz konusu ise bu davranışlardan hareketle de o kişinin kişiliğiyle ilgili herhangi bir yargılama yapmamız sağlıklı biryaklaşım değildir. Bunu kendimize yapmamız da sağlıklı bir yaklaşım değildir.
Diyelim ki sakarlık yaptık, bardağı düşürdük kırdık. Ne kadar sakarım. Yahut bunu yapan bir başkası ise ne kadar sakarsın demek yerine eleştirimizi davranışa yönelticez kişiliğe değil.
Eğer ağacın dallarında bir kuruma, yapraklarında bir bozulma, meyvelerinde bir çürüme söz konusu ise müdahaleyi ağacın köklerine, gövdesine değil o bozulmuş olan yapıya yapmak durumundayız.
İnsan homojen bir yapı değil. Kişiliğimizin işleyişine etki eden, kişiliğimizin işleyişinde önemli bir unsur olan beynimize etki eden o kadar çok faktör var ki.
Bu faktörleri içsel ve çevresel faktörler diye ikiye ayırıyoruz.
İçsel faktörler üzerinde bir duralım. Diyelim ki kişinin B12 vitamini eksikliği var. B12 vitamini eksikliği kişinin sinirsistemini etkileyebiliyor ve duygu durumunu etkileyebiliyor. Bununla beraber kan şekerinin aşırı derecede düşmüş olması yine onun psikolojisini, duygu durumunu, düşüncelerini hatta davranışlarını olumsuz yönde etkileyebiliyor.
Bununla beraber olması gereken seviyenin korunamaması kişiliğe etki ettiği gibi olmaması gereken bazı maddelerin girmesi de yine aynı şekilde kişiliği etkileyebiliyor.
Birçok şey bizim kişiliğimiz üzerinde bu denli etkiliyor olduğu halde bu etkileri meydana getiren ürünlerden hareketle direk kişiliği sorumlu tutmak çok sağlıklı bir yaklaşım değildir.
Tabiki biz o kişiliğin ürünü olan düşünce, duygu ve davranışlarımızı temize çıkartmıyoruz. Bunlar hatalı olabilir, çirkin olabilir, dini açıdan mahsurlu olabilir, zararlı olabilir bunları temize çıkartmıyoruz. Fakat bunlardan hareketle kişiliğimizle ilgili yargılamaya varmıyoruz. Bunu kendimize yapmadığımız gibi başkalarına da yapmıyoruz. Tabiri caizse sap ile samanı birbirinden ayırtediyoruz.
Elbetteki ağacı budalayabiliriz, ağaca müdahelelerde bulunabiliriz, fakat müdahaleyi problemin olduğu yere yapıyoruz. O problemle tamamen ilgisiz olan o ana gövdeye müdahelede bulunmuyoruz.
Bir insan kendi iç dünyasında bu farkındalığı edinebilirse bu onun diğer insanlarla ilgili olan değerlendirmelerine de otomatik olarak yansıyor.
Kendisiyle barışık olan diğer bir deyişle kişiliğinin açığa çıkardığı varlığından hoşlanmadığı o düşünceleri, duyguları ve davranışlarıyla barışık olmayı başarabilen insanlar başkalarının kişiliklerinin ürünleri olan duygular, düşünceler ve olumsuz davranışlarla da barışık olabilmeyi o insanı olduğu gibi kabul edebilmeyi becerebiliyor.
İşte o sağlıklı hoşgörüyü, dinimizce de onaylanmış, dinimizin de tavsiye ettiği o hoşgörüyü insan yakalamış oluyor.
Fakat kişi bunu kendisinde başaramadığında başkalarında da başaramıyor. Kendisine karşı zalim, katılaşmış, öfkeli bir insan olarak diğer insanlara ki bu, eşi olabilir, çocukları olabilir, öğrencileri olabilir, o hoşgörüyü kişi gösteremiyor.
Bizim bu konularla ilgili genel bir yaklaşımımız vardır. Yönetmek kaydıyla ve şimdilik bunlara müsaade ediyoruz. Yani bu düşüncelerin,duyguların ve davranışların oluşumuna etki eden dahili ve harici faktörler neler onları bir tespit ediyoruz. Ve onların kişiliğimiz üzerindeki etkisini asgari düzeye indirecek tedbirleri alıyoruz. Fakat aldığımız bütün bu tedbirlere rağmen yine de bu duygular, düşünceler ve davranışlar açığa çıkıyor ise buna müsaade ediyoruz. Battı balık yan gider demiyoruz. Kendimizle ilgili karamsarlığa girmiyoruz. Gerekli telafi prosedürlerini oluşturuyoruz. Diyelim ki bir kişide hipoglisemi var kanşekeri düşüklüğü yaşıyor. Aşırı derecede gergin, sinirli oluyor. O zaman kişi kanşekerinin düşmesine mani olacak tedbirleri alıyor. Ama yine de aldığımız bütün tedbirlere rağmen kan şekeri düşüyor ve kişide bir gerginlik sinir bozukluğu söz konusu oldu. Hemen telafi mekanizmaları devreye giriyor. Yanında kuruyemiş bulunduruyor, çukulata şeker yiyor ve bir şekilde o kan şekerini dengeliyor. Kan şekeri olduğu halde devam etmiyor.
Bu psikolojik nedenlerden de olabilir. Fizyolojik nedenlerden de olabilir.
Diyelim ki çevremizdeki bir insan bizim istemediğimiz duygu, düşünce ve davranışlarımızı
tetikliyor olabilir. Bu durumdada o kişiye karşı gerekli tedbirleri alacağız. Onunla görüşmeya asgari düzeye indireceğiz. Belki görüşmelerimizi yapılandıracağız, biraz daha kurallı hale getireceğiz. Ve bu şekilde o şekilde var olan bazı tutumların bizde istem dışı gerçekleşen duygu, düşünce ve davranışların çıkmasına mani oluyoruz. Herhangi bir şekilde ortaya çıkmışsa da hemen telafi prosedürlerini oluşturuyoruz.
Bu şekilde varlığından hoşnut olmadığımız duygu, düşünce ve davranışlarımızın bize ve çevreye olan etkilerini asgari düzeye indiriyoruz.
Birisi bize gelip sinirlendinmi, öfkelendinmi, gibi olumsuz duygu düşünce ve davranışlarımızı sorduğunda biz yok canım nereden çıkardın bende bunların hiçbiri yok demek yerine
“ bu konuda kedimi temize çıkartacak değilim. Evet böyle bir duygu bende açığa çıktı. Ya da böyle birdüşünce zihnimde oluştu. Fakat ben bu duygunun veya düşüncenin varlığından hoşnut değilim. Onaylamıyorum. Zaten bende bu duygu ve düşüncenin oluşmaması için gerekli çabanın içerisindeyim. Yönetmek kaydıyla ve şimdilik bunların varlığına müsaade ediyorum. “Diyerek kendimizle barışık bir tavır, yaklaşım sergilemek durumundayız.
Bunu başardığımız takdirde bu kişiselleştirme tuzağına düşmemiş oluyoruz.
Bunu kendi iç dünyasında başarmış olan, iç dünyasıyla barışık olmayı becermiş olan insanların çevresindek insanlarla da barışık olduklarını görüyoruz.
Bu özellikle anneler ve babalar için çok önemli. Çünkü günümüzde çocuk yetiştirmek çok zor. Bizler de mükemmel değiliz. Haliyle hatalarımız olabiliyor. Ve yapmış olduğumuz bu hataların çocuk üzerinde tezahürleri geçmiş dönemlere kıyasla çok daha belirgin bir şekilde kendini ortaya koyuyor. Böyle olduğu zaman anne ve baba bunu görüyor ve bundan dolayı müthiş bir suçluluk hissediyor. Müthiş bir gerilim hissediyor. Başlıyor kendini suçlamaya. Ben iyi bir anne olamadım. İyi bir baba olamadım. Ve kendine karşı öfkeli olan, kendini olduğu gibi kabul edemeyen anne ve baba bu durumu açığa çıkardığından dolayı çocuğuna kızmaya başlıyor bir müddet sonra.
Hepsi senin yüzünden. Sen beni kötü bir anne, kötü bir baba durumuna düşürdün. Diyerek çocuğuna kızmaya başlıyor. Yansıtma yapıyor ve bu sefer bir kısır döngü söz konusu oluyor. Fakat o anne ve baba kendisiyle barışık olmayı başarabilirse çocuğunda var olan o aksaklıkların, o olumsuzlukların varlığını bir olgunlukla kabul edebilir ise bundan dolayı anne ve babalığını suçlamamayı başarabilirse, o zaman bu kabullenici yaklaşımı çocuğuna karşı da sergileyebiliyor. Ve kendi açığa çıkardığı o durumu telafi konusunda bir şeyler yapmış oluyor ve çocuğuna yardımcı oluyor.
Öbür türlü hem çocukta olumsuz durumların ortaya çıkmasına neden oluyor. Hemde o öfkesini çocuğa yöneltmek suretiyle tabiri caizse hem çocuğu düşürüyor ve üstüne üstlük bir de tekme vuruyor.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder