Hayatın yükü yeterince ağır. Yerlere, göklere, dağlara teklif edildiği halde onların cesaret edip üstlenemediği bu sorumluluğu biz insanlar olarak üstlendik. Ve bu oldukça ağır bir sorumluluk. Bununla beraber bu sorumluluğun üstesinden gelebilecek içsel ve çevresel kaynaklar bize bahşedildi. Fakat bunları kullanabilmek, bunlardan istifade edebilmek o kadar da kolay değil.
Bırakın bu zorlukların yanındaki kolaylıklardan istifade edebilmeyi ne yazıkki bazı insanlar o hatalı düşünce kalıplarının o hatalı yaklaşımlarının etkisiyle zor olan şeyi daha da zorlaştıran, karmaşık olan o durumları daha da içinden çıkılmaz hale getiren tavırlar sergileyebiliyor. İşte biz bunlara düşünce hataları diyoruz.
Felaketlendirme, adından da anlaşılacağı üzere kişinin karşı karşıya olduğu olayları aşırı derecede büyütme, dramatize etme halidir. Tabiri caizse pireyi deve yapma halidir. Ya da büyütme diyoruz bu hatalı bakış açısına.
Bazı insanlar bunu yapma eğilimi içerisindedir. Küçücük meseleleri büyütürler. Ufak hastalıklarını aşırı derecede büyütürler. Yaralarını aşırı derecede büyütürler. Dertlerini, sıkıntılarını, kederlerini aşırı derecede büyütürler. Dış dünyadan gelen olumsuz geri bildirimleri aşırı derecede büyütme eğilimi içerisindedirler. Dramatize etme eğilimi içerisindedirler.
Neden böyle bir şey yapar bu insanlar?
Hayatın içerisinde evet sorunlar oluyor, sıkıntılar yaşıyoruz. Fakat mevlananın dediği gibi
“ Güneşin batışını seyrettin ya güneşin doğuşunu da izle. O na batmaktan zeval gelmez zira o batış yeniden doğuşa bir hazırlıktır.” diyor.
İnişler var hayatta fakat çıkışlar da var. Kayıplar var hayatta fakat kazanımlar da var. Vermek var hayatta fakat almak da var. Fakat burada bir nevi seçici odaklanma söz konusu oluyor. O alt beyin özellikle güvenlik konusunda fazlasıyla duyarlı hale gelmişse yaşadığı olayların sadece olumsuz yönlerini ele alma eğilimi içinde oluyor. Hayatı anlamlandırma sürecinde insanlarla değerlendirmeler yapma sürecinde olaylarla ilgili bir yargıya varma sürecinde alt beyin ben yaşadığımı bilirim der.
Alt beyinde hipokampüs dediğimiz bir yapı var. Bu hipokampüs yaşadığımız deneyimlerin hafızaya ne şekilde kaydedileceğinde belirleyicidir. Eğer hipokampüs fazlasıyla uyarılmış ise ki genetik uyarılma da genetik faktörler belirleyici olabiliyor. Bazı insanlar yapı gereği büyütme eğilimi içerisinde oluyorlar. Özellikle de kaygı ve endişeli insanlar bu çok daha fazla görülen bir durum. Ve hipokampüs yaşadığı olaylar içerisinde daha ziyade olumsuz olayları hayatı algılama, insanları algılama sürecinde öncelikli referans deneyimler olarak kaydediyor.
Ve alt beyin bir durumla karşı karşıya kaldığında ya da bir insanla karşı karşıya kaldığı zaman hemen o insanla ilgili yaşadığı deneyimleri hatırlıyor. Çünkü birduygu açığa çıkartacak. Ona güvenecek mi? Muhabbet sembati mi besleyecek? Ya da ona kızacak, ondan korkacak mı? Bir duyguya ihtiyacı var. Hemen ben yaşadığımı bilirim diyor ve hipokampüsün kaydettiği deneyimleri hatırlıyor. Eğer o hipokampüs aşırı derecede uyarılmış ise genellikle o insanla ilgili olumsuz deneyimleri hatırlama eğilimi içerisindedir. Ve buna bağlı olarak o insandan iyilik görmüş olsak da, güzellikler görsek açığa çıkan duygu tamamen negatif oluyor. Tabiri caizse bardağın boş kısmını dikkate alıyor o alt beynimiz. O zaman ne yapmış oluyoruz. İşte bu felaketleştirme, büyütme dediğimiz bakış açısı ortaya çıkmış oluyor. O kişinin bize karşı olan ufak birhatasını o kişiyle ilgili oluşmuş olumsuz yargıdan hareketle -bana oyun yapıyor, benim hakkımda olumsuz şeyler düşünüyor, patronsa kişi beni işten kovacak, anne babasıysa beni sevmiyor, hatta beni bırakıp gidecek, beni öldürecek,- şeklinde değerlendirebiliyor.
Mesela çocuklarda bunu çok sık görüyoruz. Özellikle kaygılı çocuklarda. Fakat bu sadece çocuklarda görülen bir durum değil. Ne yazıkki yetişkinlerde de görülebiliyor. Çok aklı başında, çok usturuplu insanlarda bile görebildiğimiz bir durum bu. Özellikle de genetik faktörler rol oynuyor. Çocukluk dönemi yaşantıları rol oynuyor.
Bizde böyle bir dramatize etme durumu var ise ne yapacağız.?
Kökü çocukluk dönemlerine iniyor ise, genetik faktörler söz konusu ise terafi ile bu düzeltebiliniyor veya asgari düzeye indirilebiliniyor. Fakat her zaman istenen sonuçlarda elde edilemeyebiliniyor.
Kişinin böyle bir eğiliminin olduğunun farkında olması ve yönetmesini istiyoruz. Özellikle alt beyinden gelen hisler, duygular konusunda dikkatli olmasını, hisleriyle hareket etmemesini, onları aklın ve vicdanın süzgecinden geçirmesini bu hislerin oluştuğu o yapının genetik faktörlere, geçmişte yaşadığımız o travmalara, geçirdiğimiz hastalıklara, ve bizim hatalı tutumlarımıza bağlı olarak, gerçekle Hiçbir şekilde örtüşmeyecek hatalı duygular üretebileceğini bilmeli, öngörmeli ve onları aklın ve vicdanın süzgecinden geçirmeden insanları, hayatı değerlendirmede bir referans duygu olarak kullanmamamız gerekiyor. Ki kişinin duygularına fazlasıyla önem vermesi, hislerini fazlasıyla dikkate alması da bir düşünce hatasıdır. Buna da biz duygudan sonuca ulaşmak diyoruz.
Bazı insanlar duygularını, hislerini hayatı anlamlandırma, insanları anlamlandırma sürecinde olması gerektiğinden çok daha fazla bir referans olarak görme eğilimi içerisinde.
Benim o adamı gözüm tutmadı diyor mesela. Neye dayanarak böyle diyorsun? İşte elektrik alamadım. Elektrik alamamak ne demek? Yani alt beyinden, duyguların oluştuğu o sistemden beklediği o olumlu duygu gelmedi demek. Veya negatif bir duygu geldi.
Fakat biz alt beynimizin hatasızlığına her zaman var olan gerçek ile tabiri caizse hakikat ile örtüşen duygular çıkardığına nasıl ve ne kadar güvenebiliyoruz ki? Bizler gökten zembille inmedik. Bizler düşe kalka geçtik bu yollardan. Bu kadar çevresel etkilere maruz kalmış, bu kadar olumsuzluklara maruz kalmış dahili ve harici etkilere maruz kalmış bir birey olarak duygularımızın safiyetine nasıl bu kadar inanabiliyor, ve o duygulardan hareketle insanlarla ilgili, hayatla ilgili, olaylarla ilgili, bu kadar net değerlendirmelere varıyoruz. Ki bazı insanlar bu durumu sezgi olarak adlandırma ya da altıncı his olarak adlandırma eğilimi içerisindeler. Ki bizler bunu çok sağlıklı bir yaklaşım olarak görmüyoruz.
Sadece dış dünyadan gelen verilerle ilgili bilgilerle değil aynı zamanda iç dünyamızdan gelen verilerle ilgil olarak KAD kapmak durumundayız. Yani Kritik Analitik Düşünme sistematiğini uygulamak durumundayız. Bu çok önemli.
Bu konuda biri farkındalık geliştirdikten sonra zaten kişi hangi durumlarda daha ön yargılı duygular açığa çıkardığını farkeder ve o andan itibaren bu süreci yönetmeye başlar.
Ne diyoruz. “ evet kabul ediyorum bende böyle bir şey var. Benim alt beynim çeşitli faktörlerin etkisiyle bu tür olumsuz duygular açığa çıkartma eğilimi içerisinde. Benim böyle bir eğilimim var. Bunu kabul ediyorum. Bu benim gerçeğim zaten bunun farkındayım. Ama ben bunu yönetiyorum. Bunun olmaması için gerekli tedbirleri alıyorum. Gerekli telafi prosedürlerini de çalıştırıyorum. O nu aklın ve vicdanın süzgecinden geçirmeden kabul etmiyorum. Eğer akıl ve vicdan onaylıyorsa bu duyguyu alıyorum. Ama eğer onaylamıyorlarsa bu hissi bu duyguyu dikkate almıyorum.
Hayatla ilgili, insanlarla ilgili ve kendimizle ilgili değerlendirmeler yapma sürecinde.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder