11 Mayıs 2014 Pazar

Kadının kadın olmadığı yerde erkek erkek olamıyor

Kadının kadın olmadığı yerde erkek erkek olamıyor. Neden?
Günümüzün en önemli problemlerinden bir tanesi hırçın kadınlar. Ve yumuşak erkekler. Hırçın anneler ve pembe babalar diyordu bir uzman ve çok doğru bir görüş. Kadın, anne hırçın stresli olduğu zaman, erkek erkekçe tavrını, net tavrını ortaya koyamıyor.
Bir kere erkeğin erkeklik rolünü, babalık rolünü oynamasına müsaade edilmiyor. Bu özellikle erkek çocukta babayı, sağlıklı bir erkek modeli olarak görmediğinden dolayı çocuk da erkek olmayı başaramıyor.
Ve gitgide erkekler tabiri caizse light laşmaya başlıyor. Aslında espri gibi gözüküyor ama toplumsal bir yara, bir hastalık bu. Ve buna bağlı olarak bir negatif pekiştirici döngüye giriliyor. Kadınlar erkekleşiyor, kadınlar erkekleştikçe erkekler kadınlaşıyor....
sapla saman birbirine karışıyor. Ve bu toplumsal ve bireysel rahatsızlıkların ortaya çıkmasında büyük rol oynuyor.
Bir zincir en zayıf halkası kadar güçülüdür. Ve toplumun en zayıf halkası kadınlardır. O halka koptumun bütün toplum yer ile yeksan oluyor. Dolayısıyla toplumun en ziyadesiyle üzerinde durması gereken, halkası da kadınlarımızdır, kızlarımızdır.
Kız çocuklarını yetişririrken onları bekleyen hayata göre yetiştirmiyeceğiz. Çünkü biz zaten onları nasıl bir hayatın beklediğini bilmiyoruz ki.
Sen nerden bileceksin ki o nun nasıl bir hayat yaşayacağını. Açıp ta lehvi mahfuza mı baktın?
Tahmin ediyorum. Tahmin etmenin de ötesinde hayat ediyorum. Hayal etme konusunda da kararlıyım. Çevremdeki psikologlar, kişisel gelişimciler istersen başarırsın. İstemek başarmanın yarısıdır. Onlar yaptılar sende yapabilirsin dediler. Verdiler gazı..
Peki bizim kadim kültürümüz böyle mi söylüyor?
Nerede kaldı kadere iman? Nerede kaldı kısmet? Nerede kaldı nasip? Bu kavramlar böyle zor zamanlarımızda kendimizi rahatlatmak için kullandığımız, stresi yönetmek için kullandığımız içi boşaltılmış kavramlara dönüşmesin.
Biz ne diyoruz; her çocuk fıtrat üzere yaratılmıştır. Öyle buyruluyor.
Fıtrat ne demek?
Fıtrat, özgün yaratılış, benzersiz yaratılış demek. Her çucuğun kendine özgü psikolojik ve fizyolojik özellikleri var. Bu kızlar için de böyle, erkekler için de böyle.
Dolayısıyla kızları hayata yetiştirirken, onların fıtratını muhafazaya son derece önem vereceğiz. Kız çocuklarımız çok kırılgan, nazenin fakat biz onları hayatın içerisinde çok yırtıcı, saldırgan, güçlü olarak mı yetiştirmeliyiz. Hayır. Yapılan araştırmalar bunun tam tersini söylüyor.
İngiltere de yapılan bir araştırma çalışan kadınların her ikisinden birinin mobinge maruz kaldığını yani duygusal tacize maruz kaldığını ortaya koyuyor.
Ki bu, o araştırmayı yapmayı kabul eden insanlardan hareketle elde edilmiş bir sonuç. Bir de bunu kendine saklayan, bunu yediremeyen, ya da yaşamış olduğu şeyin bir mobing olduğunu bilmeyen insanları göz önünde bulunduracak olursak bu oran çok daha yüksek. Dolayısıyla kadınların yırtıcı olması hırçın olması, yırtıcı olması tabiri caizse erkek gibi olması onlara hayatın içerisinde erkeklerle rekabette, erkeklerden onlara yönelebilecek tehditlere karşı korumuyor.
İstatistikler bunu ortaya koyuyor.
Ozaman anne ve babalar Mevlanın onlar için öngördüğü yazgıyı da göz önünde bulundurarak o ilahi tasarıma diğer bir deyişle fıtrata hürmet ederek, yaratılış planını temel alarak onu hayata hazırlamak durumunda.
Evet zahiren baktığımız zaman zayıflık, acziyet gibi görülen bazi özellikler olsada o aczin barındırdığı bir kuvvet, kudret söz konusu. Yaratılış planına hürmet etmek durumundayız.
Fıtratı bozmıyacağız.
Dolayısıyla özellikle kız çocuklarımızı hayata hazırlarken erkek gibi hazırlamayacağız. Kız gibi hazırlayacağız.
Ne demek?
Yırtıcı, kavgacı, mücadeleci, bunlar kadına özgü, kız çocuklarına özgü özellikler değil. Bunlara dikkat edeceğiz. Oynadıkları oyunlara dikkat edeceğiz. Giydikleri elbiselere dikkat edeceğiz. Saçlarına dikkat edeceğiz. Bunlar çok önemli.
Çünkü çocukta sezgisel bir şekilde erkeksi olmanın, erkeklere benzemenin, erkek tarzı hareket etmenin, kısa vadede kendisine avantajlar sağladığını farkediyor çocuk.
Üzerindeki toplumsal baskı azalıyor, en büyük rakibi erkekler tarafından daha çabuk kabul görüyor kendilerine benzediği gerekçesiyle, fakat bu fıtratın bozulmasına, o yaratılış planından sapılmasına neden oluyor. Halbuki o çocuğun hayatın daha sonraki evrelerinde karşılaşacağı zorluklarla başedebilmesi için var olan o içsel kaynaklar o yaratılış planı içerisinde onun içerisine oluşturulmuş ve genetik olarak onun içerisine kodlanmış.
Anne ve babaya düşen hayata hazırlanma sürecinde, kişiliğin var edilmesi sürecinde o özgün plana riayet etmek. Çünkü o plan sonrası gözetilerek, hayatın daha sonraki evrelerinde karşılaşılabilinecek zorluklar gözetilerek oluşturulmuştur.
O yaratılış planının dışına çıkmak, fıtrata hürmet etmemek, fıtratı bozmak, yaratılıştan gelen o genetik özellikleri deforme etmek, onu baskılamak, o çocuğun hayatın içerisinde var olma, imtihanın üstesinden gelme sürecinde silahlarını elinden almak anlamına gelir.
Buna çok dikkat etmeliyiz. Gaza gelmiyeceğiz. Kılavuzu karga olanın burnu çöptükten çıkmaz demişler.
Evet modern psikolojiyi dikkate alıyoruz, pedogojiyi dikkate alıyoruz fakat sonuçta bu modern psikolojinin, modern pedogojinin babalarının çarpık, bozuk batı toplumu içerisinde neşet etmiş inanç, ideoloji itibariyle bozuk, sakat insanlar olduğu gerçeğini de gözardı etmiyoruz.
Sonuçta ilmi kimden aldığımıza dikkat edeceğiz. İçeriğine dikkat ettiğimiz kadar ilmi kimden aldığımıza da dikkat edeceğiz. Çünkü o aktarım esnasında o objektiflik o nesnellik kayboluyor. O araştıra verilerinin yorumlanması sürecinde insanların inançları, ideolojileri, o felsefi anlayışları o yorumlama sürecine yansıyor. Ve biz hatalı yaklaşımlar içerisine girebiliyoruz.
Buradan dindar, muhafazakar psikologlara, dindar pedogoglara, çocuk gelişim uzmanlarına,eğitimcilere seslenmek istiyorum.
“ Ulumu diniyye ile füruu medeniyye yi birleştirmek durumundayız. Kevni prensipler ile kelami prensipleri birleştirmek durumundayız.”
Evet bilimin verilerini dikkate alıyoruz. Çünkü onlar bize kevni prensipleri bildiriyorlar. Varoluş ve yaşayışla ilgili kuralları anlatıyorlar. Ki bu kuralları da yine mevla tesis etmiştir. Yerçekimi kanununu newton icat etmedi, newton var etmedi. O var olan bir kevni prensibi tarif etti. Bilim bize bunu tarif ediyor.
Bununla beraber kelami prensipler de var. Kuran ve sünnetin bize anlatmış olduğu prensipler. O ikisi birlikte olmak zorunda. Yoksa sıkıntı oluyor.
Bu gün bakıyoruz işte, o muhafazakar, dindar uzmanlarımızın söylediği bazı sözlere, paylaşmış olduğu bazı sözlere bakıyoruz, o ulumu diniyye süzgecinden, o vicdan süzgecinden geçirilmemiş. Kelami prensiplerin eleğinden geçirilmemiş. Dolayısıyla içinde her ne kadar faydalar barındırıyorsa da bünyeye zarar verebilecek ikincil yan etkilere yol açabilecek görüşler. Dikkat etmek gerekiyor.
Dinimizin o kadim kültürümüzün, o 1400 yıllık geleneğin içerisinde olgunlaşmış, şekilleşmiş, öğütülmüş , adeta içselleştirilmiş o prensipleri de dikkate almak durumundayız.
İlk bakışta bir dezavantaj gibi görünse bile orta ve uzun vadede elbetteki haklı çıkan o yaklaşımın faydalarını gören biz olacağız.
Üniversitelerimizde hala Freud dan, Adler den ve onların görüşlerinin ardından giden bir psikoloji eğitimi veriliyor. Nerede Gazaliler. Nerede İbni Sinalar. Nerede Muhiddin-i Arabiler. Nerede Farabiler. Onların bu konuda söylenmiş sözü yok mu?
Var. ama onlar dikkate alınmıyor. İşte onları bu alana taşıyacak, misal vererek harmanlayacak, nihayi tüketiciye ulaştıracak insanlar bizleriz.
Kız çocuğunu yetiştirirken, fıtrata hürmet etmek durumundayız. Yaratılış planına hürmet etmek durumundayız. Zahiren, zayıflık, güçsüzlük gibi görünen bazı özellikler hayata atıldığında esasında hayatın içerisinde karşılaşabileceği zorluklar karşısında kendisine bahşedilmiş kolaylıklar olduğunu gözardı etmemeliyiz.
Çünkü kadınlar, kızlar hayatın içerisine atıldıklarında erkeklerle rekabet edecekler. Ve bu rekabet sürecinde her türlü araç öne geçmek için, o hedefe ulaşmak için kullanılıyor. Erkeklerin kendi aralarında, hemcinsleriyle olan rekabetleri de son derece yıpratıcıyken onların kadınlarla rekabet sürecindeki yöntemleri çok yıpratıcı, çok yıpratıcı.
Erkekte bir güvenlik bölgesi var amigdala. Kadında da var fakat erkekte çok daha belirgin. Yapılan araştırmalar erkeklerin amigdalasının kadınlara oranla daha büyük olduğunu ortaya koyuyor.
Çünkü zorlu hayat mücadelesi içerisinde var olabilmek için büyük bir amigdalaya, daha büyük bir güvenlik bölgesine ihtiyacı var erkeğin.
Fakat kadının amigdalasına baktığımız zaman kadının amigdalası daha küçük. Kadının beyninde hipokampüsü büyük. Hipokampüste hafızasının oluşma sürecinde rol oynayan önemli bir unsur. Yani kadın güç ile değil takip edeceği stratejiler ile, yaşamış olduğu olaylardan çıkarmış olduğu derslerden oluşturduğu stratejilerle var olacak. Fizyolojik temele baktığımız zaman bunu görüyoruz.
Erkek, erkeğe baktığımız zaman ise kaba güçü ile hayatın içerisinde var olma mücadelesi veriyor. Burada bir kere bir eşitsizlik var. dolayısıyla konu mücadele ise, konu rekabet ise, konu savaş ise kadınların bu konuda erkeklerle aşık atabilmesi ne yazıkki mümkün değil. Beyinleri ona göre yaratılmamış. Fizyolojileri buna uygun değil, psikolojileri de buna uygun değil.
Dolayısıyla biz şunu söylüyoruz.
Bir kadın bir şekilde hayatın içerisinde, erkek egemen toplum içerisinde var olma mücadelesi verecekse bir şekilde (koşullar onu o noktaya süreklemiş olabilir) orada erkeksi bir yaklaşım ile değil. Fıtratına sımsıkı sarılarak, o yaratılmış planına sımsıkı sarılarak, bir kadın olarak, kadınlığın ihtiva ettiği özelliklere sarılarak ancak var olmayı başarabilir. Herkes en iyi bildiği işi yapacak. Erkek erkekliğinin, kadın kadınlığının gereğini yerine getirecek. O alanı boşaltmıyacaksınız. Boşalttığınız takdirde dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak kaçınılmaz olur.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder