4 Mayıs 2014 Pazar

GÖRSEL DÜŞÜNME TEKNİĞİ

Görsel düşünme derken, görüntülerle düşünmeyi kastediyoruz.
Bir coğrafya öğretmenini düşünün. Bölgeleri, ülkeleri anlatıyor ve oradaki tarihi, doğal güzellikleri, dağları, dereleri, insanların yaşama şekillerini anlatıyor. Fakat elinde hiçbir görsel malzeme yok. Anlatım gücü ne kadar güçlü olursa olsun söz görüntünün gücüne kolay kolay erişemez.
Birisi ilmen yakindir ( duyuma yakın bilgidir). Digeri ise aynel yakin (görüntüye yakın) bilgidir.
Kendimizi tanıma, bilme sürecinde de elbette ki zaman zaman düşünüyoruz.
Ben nasıl birisiyim?
Ben niye böyleyim?
Ben neden böyle oldum?
Kendimi nasıl düzeltebilirim?
Tarzı düşünmeleri zaman zaman yapıyoruzdur. İşte bu görsel düşünme daha zengin bir düşünme ve görsel düşünmenin en önemli özelliği objektifliği bize veriyor olması.
Günlük hayatımızda kedimize kimi zaman deriz ya “kendine şöyle bir dışarıdan bak veya şapkayı şöyle bir önüne koy” deriz. O an insan bir duralar. Şöyle bir bakar kendine ve yaptıklarının farkına varır. İşte biz buna DIŞ GÖZLEM KONUMU diyoruz.

Diger durum ise İÇ GÖZLEM konumudur. İçerideyiz. Benliğimizle bütünleşmiş vaziyetteyiz, kendimizi göremiyoruz, kendimize dışarıdan bakamıyoruz. Öznel subjektif bir hal içerisindeyiz.

Görsel düşünme sürecinde kendimizi hep göreceğiz. Ve bu görsel düşünmeyi biraz daha sistematik yapacağız, zaman çizgisi üzerinde yapacağız. Hani merhum Aşık Veysel ne diyor “ uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece”. Hayatı bir yola benzetiyor, uzun ve ince. Kimimiz bu yolun 42. km sindeyiz veya yaşındayız. Kimimiz 55. kimimiz 35. kimimiz henüz daha başlarda 13-14 lerde.

Şimdi öncelikle gözleriniz kapalı veya açık hangisinde daha iyi konsantre oluyorsanız onu tercih edin. Hayatın bu gün noktasında durmakta olan kendinize şöyle bir dışarıdan bakın. Bu uygulamada dikkat etmeniz gereken şey kendinizi görmeniz gerekmektedir. Kendinizi hiç gözden kaçırmıycaksınız. Eğer kendinizi görmediyseniz iç göz gözlem konumuna geçmişsinizdir. Ki o çok sağlıklı bir görsel düşünme, çok sağlıklı nesnel düşünmeyi sağlayan bir görsel düşünme tekniği değildir. Onun için kendinizi dışarıdan bir görün. Sanki bir kameraya kaydedilmiş o görüntüleri izliyormuşsunuz gibi. Ya da fotoğraflara bakıyormuşsunuz gibi. Net olmak zorunda değil. Bazı insanların oluşturduğu görsel imgeler net değildir, fludur, bulanıktır, sararmıştır, solmuştur.
Kimisi uzaktır – kimisi yakın, kimisi mat tır-kimisi parlak, kimisi renklidir – kimisi siyah beyaz dır. Bu kişiden kişiye değişir. Bunlara psikolojide biz temsil sistemleri diyoruz bunların bulanık olması, sararmış net olmaması uygulamayı iyi yapamıyorsunuz anlamına gelmiyor.
Kimisinin zihnindeki o resimler hareketlidir, seslidir. Kimisinin de durağandır, statiktir.

Onun için şöyle bir bakın kendinizi hayatın farklı alanlarında görün çalışıyorsanız iş hayatınızdaki halinize şöyle b ir bakın. Çevrenizde kimler var onlarla ilişkileriniz nasıl, oturmanız kalkmanız, yemek yemeniz, şöyle bir bakın ve gözlerinin içine bakmaya çalışın. Gözler. Gözler kalbin aynasıdır derler ya. Acaba neler hissediyor. Yalnız o göz temasını hiç kaybetmiyoruz.

Sonra ailedeki halinize şöyle bir bakın. Evliyseniz eşinizle ilişkiniz, çocuklarınız varsa çocuklarınızla olan ilişkinize şöyle bir bakın. Şöyle dışarıdan bir izleyin. Hani hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden şöyle bir akıp geçiyor diyorlar ya. Tabiri caizse kendimize rabıta yapmış oluyoruz. Self rabıta da diyebiliriz biz buna. Bu kişinin kendi kendisiyle iletişim kurma çalışmasıdır.

Nasılki kişiler arası iletişim yeteneklerimizin gelişmiş olması son derece önemliyse bu yaşam kalitemiz açısından son derece belirleyici ise, kişinin kendisiyle olan ilişkiside sağlıklı ve güçlü olması son derece önemlidir. O farkındalığımızı arttırır. Ve içsel süreçlerimizi çok daha iyi yönetebilmemizi sağlar.
Kendimizle iletişimimizi güçlendirme sürecinde kullandığımız çok etkili, çok güçlü bir yöntemdir. Bu görsel düşünme yöntemi.
Evet bakıyoruz kendimize çeşitli fotoğraflar, görüntüler zihnimizde uçuşuyor. Ve hayatın bugün noktasında duran kendimizi bir gördük.
Diyelimki kendimizde öfke var. ona bir bakalım.
Hangi durumlarda, hangi zamanlarda daha sinirleniyorsun. Sinirlenme sürecinde çevresel faktörler ne kadar belirleyici. İçsel faktörler ne kadar belirleyici. Bunları bir tespit etmemiz lazım. Çünkü öfke yönetimi diyoruz. Süreçleri yönetmekten bahsediyoruz. Gerek kendimizde gerekse de çevremizde değiştiremediğimiz, düzeltemediğimiz şeyleri yönetmekten bahsediyoruz.
Yönetmek derken de 2 T den bahsetiyoruz. Birincisi tedbir; o şeyin vuku bulmaması için gerekli olan tedbirler nelerse onları tespit etmek ve bu şekilde o şeyin olabilirliğini azaltmak, o ihtimali asgari düzeye indirmek. Fakat aldığımız tedbire rağmen o şey vuku bulmuşsa, öfkelenmişsek Ya da çevremizden bize yönelik olumsuz bir tavır söz konusu oldu ise o zaman ikinci T yi devreye sokmalıyız. Telafi mekanizmasını devreye sokmak o sinirlenmemizin ya da o gurur yapmamızın, kırılganlığımızın bize ve çevreye olan etkilerini asgari düzeye indirecek, o telafi prosedürleri nelerse onları oluşturmak ve bunları hayata geçirmektir.

İşte bunu görsel düşünme yöntemiyle yapıyoruz şimdi. Görsel düşünme esnasında öncelikle sorunu anlamaya çalışıyoruz. Onun bizden kaynaklanan sebeplerini ve çevreden kaynaklanan sebeplerini anlamaya çalışıyoruz.
Yaşadığımız olayların bizim üzerimizdeki etkilerini etkileyen daha çok bizim o olaylara yüklediğimiz anlamdır. Ve bu anlamın ne olacağını belirleyen de kafamızın arkasında var olan yargılardır. Ve bu yargıların çoğu da yanlış yargılardır, ÖNYARGILAR dır.
Bunları tespit edebilmemiş için hayatımıza dışarıdan şöyle bir bakmamız gerekecektir.
Hayatın bu gün noktasında durmakta olan kendinize şöyle bir dışarıdan baktıkkk..........
Ve şu soruyu sorduk kendimize.
Nasıl birisini görüyoruz?
Cevabı verirken ben şöyleyim, ben böyleyim değil. Bu şekilde cevap verirsek yeniden iç gözlem konumuna geçiyoruz. O görsel temas, kontak kayboluyor.
Üçüncü tekil şahıs kullanacığız. Orada şöyle şöyle birisini gördüm. Bu çok önemli.
Bu kişinin kendini tanıyabilmesi için çok etkili bir yöntemdir.
Çünkü burada önemli olan görüntülerdir. Sadece Görüntülerle ilgili konuşuyoruz.
Süreçle ilgili, kendimizle ilgili, çevreyle ilgili bilgileri bir kenara koyuyoruz. Farklı bir dosya açtık, farklı bir boyuttayız.
Ve tanımlıyoruz kendimizi. Orada kendimizi nasıl birisi olarak gördük. Kağıt kalem alıp yazabiliriz de. O kişinin özellikleri diye yazıyoruz. Benim özelliklerim değil.
Ve oraya yazıyoruz.
Alıngan,, titiz, sinirli, tepkili, endişeli, hüzünlü, kaygılı, nesye tespit ettiğimiz durumları yazıyoruz.
Ve durumun ortaya çıkışında kişiden kaynaklanan sebepleri tespit ediyoruz. Ve cevreden kaynaklanan sebepleri tespit ediyoruz.
Şimdi sorunu belli ölçüde tespit ettik, gördük.
O sorunun kaynaklarına, geçmişe gideceğiz.....zaman çizgisi üzerinde şöyle bir geçmişe uzanacağız. Beynimizdeki o fotoğraf albümünü karıştıracağız. Fotoğraf albümlerine baktığımız zaman onların daha çok kronolojik sıraya göre yerleştirildiğini görürüz.
Bu illa da hayatınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçmek zorunda değil. Bir fotoğraf albümüne bakıyor gibi de olabilir. Ve fotograflar çok parlak çok net olmak zorunda değil.
Hareketli olabilir, hareketsiz oabilir, parlak Ya da mat olabilir, net flu, vs.. olabilir. Belli belirsiz görüntüler bile bize çok şey anlatabilir.
Yalnız bir parantez açıyorum ( geçmişinizde travmalar varsa, büyük kayıplarınız, savrulmalarınız, ihanetler, çocukluk dönemlerine ait travmalarınız varsa, tacizdir, istismardır, şiddete maruz kalmaktır vs... ) o zaman bu uygulamayı hiç yapmayın.
Çünkü bu o bastırmış olduğunuz duyguların açığa çıkmasına neden olabilir. Gereksiz yere o acılarınızın yenilenmesine neden olabilir.
Hoşş dışarıdan baktığımız zaman esasında problem yok. Dışarıda kalmayı başarabildiğimiz müddetçe o duygu açığa çıkmaz. Fakat farkında olmadan iç gözlem konumuna girersek o zaman sıkıntı söz konusu olabilir.
Eğer sadece sıkıntılar var, travmalar yoksa o zaman bu uygulamayı yapabilirsiniz.
Diyelim ki uygulama esnasında geçmişe şöyle bir uzandınız, o yaşam olaylarını şöyle gözünüzün önünden geçiriyorsunuz ve oradaki o küçük çocuğu gördünüz. Fakat bir duygusallık söz konusu oldu. Dışarıda kalmayı başaramadınız. O çocuğun içine girdiniz. Onunla bütünleştiniz. Ve onunla o anda hissettiği duyguları duyumsadınız. Ve o çocuğun duyguları bir anda açığa çıktı. Duygusallaştınız. Belki gözleriniz yaşardı. Hemen içinde bulunduğumuz duygu durumundan çıkmak için HIZLI GÖZ HAREKETLERİ uygulamasını yapıyorsunuz. Hemen gözlerinizi sağa sola hareket ettirmeye başlıyorsunuz. Bunu yaptığınız zaman içinde bulunduğunuz duygu durumundan çıktığınızı adeta beyninizi aç-kapa yaptığınızı farkedeceksiniz. Eğer isterseniz uygulamaya devam edebilirsiniz. Ben yoruldum, kendimi kötü hissettim diyorsanız bu şekilde bırakıyorsunuz ve o dosyayı bir daha açmıyorsunuz.

Şimdi hayat adını verdiğimiz o ince ve uzun yolun başlangıç noktasına gidiyoruz. O yolun başındaki minik çocuğu görüyoruz. Ona şöyle bir dışarıdan bakıyoruz. Ve o çocuğun annesi, babası varsa kardeşleri o içinde bulunduğu aile ortamına şöyle bir bakıyoruz. Onlarla ilişkilerine bakıyoruz. Özellikle anne ve babasının o çocuğa karşı olan tutum ve davranışlarına şöyle bir bakıyoruz. Ve çocuğun gözlerinin içine bakıyoruz. Çocuğu hiç gözden kaybetmiyoruz. Neler hissediyor. Korku, endişe, kaygı. Tabi olumlu hissettiği şeyler de var onları da görüyoruz.
Bu olumlu şeylerin yanısıra diyelim ki babasına karşı bir hayranlık, bir sevgi, onun yanında babasından birazcık çekinme, korku. Annesine karşı müthiş bir sevgi ama öte yandan annesini kaybetme korkusu. Bunları tespit edebilirsiniz.
Şöyle bir bakıyorsunuz çocuğun gözlerinin içine. Ve izlemeye devam ediyoruz. O çocuğun dışarıda arkadaşlarıyla olan ilişkisine, okuldaki tutum ve davranışlarına bakıyoruz. Ve birçok şeyler farkediyoruz. Evde çok neşeli hareketli olan çocuğun okulda sakin, sus pus, çekingen bir çocuk oluduğunu görebiliriz.
Bakıyoruz ta ki 9-10 yaşlarına gelinceye kadar izlemeye devam ediyoruz. Daha yukarıya çıkmıyoruz.
En fazla 11 yaşına kadar o çocuğun hayatındaki insanlar, kişilğini oluşturan insanlar, kişiler, olaylar, hakkında da bilgi sahibi olduk. O çocuğa şöyle bir baktıktan, şöyle bir analiz ettikten sonra yeniden bu güne geliyoruz.
O 9-10 yaşındaki çocuk önemli çünkü o bizim içimizdeki çocuk.
Hani içimizdeki çocuk tabiri vardır ya , hepimizin içinde bir çocuk vardır. Ve o çocuk bizi hayata karşı kırılganlaştırıyor. O çocuk hayatın etkilerini arttırıyor. İşte o çocukla ilgili bir farkındalık oluşturmamız gerekiyor.
Şimdi Hayatın bu gün noktasında durmakta olan kendinize şöyle bir bakıyorsunuz ve içinizdeki o çocuğu görüyorsunuz. Bir yanda siz bir yanda çocuk. İşte o 9-10 yaşlarındaki çocuk zaten bilinçaltımızın zeka yaşı 9-10 dur.
Esasında bilinçaltımızdan, alt beynimizden bahsediyoruz. İçimizde çocuksu bir yapı var. ve bakıyoruz o çocuğa. Öfke idi ya konumuz. Evet o çocukta endişe, korku, öfke görüyoruz. Ve tespit ettik. Sorunun geçmişe ait olan kaynaklarını tespit ettik. Suçlu çocukmuş.

O çocuğa dışarıdan şöyle bir bakaçağız. Artık o çocuğu gözden kaçırmıyacağız günlük hayatımız içerisindede. Herhangi bir durumla karşı karşıya kaldığımız zaman o çocuğu gözünüzün önünde canlandırmak ve ona içinizden “sen bu işe karışma, burası artık sana göre bir yer değil. Senin dünyanda o çocuk dünyasında değiliz. Artık yetişkin dünyasındayız. Ve bu dünya zor bir yer. Buranın kuralları farklı. O yüzden sen bir yerde dur ve bizim işimize karışma” demeyi başarabilirseniz olaylar karşısında daha güçlü, daha kararlı, daha yetişkince tavırlar sergilemeyi başardığınızı göreceksiniz. Tecrübeyle sabittir.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder