3 Temmuz 2014 Perşembe

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK VE ILETIŞIME ETKİSİ

İletişim sürecinde özellikle alt beynimizin, bilinçaltımızın karşı tarafa aktardığı farkında olmadığımız duygular vardır.

Her ne kadar iletişim üst beynimiz o farkında olduğumuz kişilik parçamız tarafından yönetiliyor gibi görünse de esasında alt beynimiz de iletişim sürecinin bir parçası ve iletişime geçtiğimizde o kanal açıldığında o da farkında olmadığımız duyguları karşı tarafa gönderiyor.

Ve biz içimizdeki çocuğun gönderdiği duyguların farkında değilsek iletişimi yönetemiyoruz demektir. İletişim süreçleri bizim kontrolümüzde değil demektir.

İletişimin istenen sonucu ve faydayı sağlaması zor demektir.

İçimizde bir çocuk var, çocuksu bir yapı var. alt beynimizin, bilinç altımız bir çocuk gibidir. Çünkü o nun ortalama yaşı 9-10-11 civarındadır. İlkel bir yapıdır, ahmak bir yapıdır. Yüzü geçmişe dönük bir yapıdır. Özellikle hayatın o ilk dönemi, çocukluk döneminden hareketle oluşturulmuş o parametrelerin ışığı altında olayları algılama ve anlamlandırma eğilimi içerisindedir. Bundan dolayı zaten o na biz içimizdeki çocuk diyoruz.

Ve bu içimizdeki çocuk hayatımızın birçok alanında etkili olduğu gibi kişiler arası iletişimde de çok etkili. Muhatabımızla iletişim kurduğumuzda içimizdeki çocuk da devreye giriyor. Ve biz farkında olmaksızın muhatabımıza bilinçaltı mesajları gönderiyor. Tabiri caizse o da muhatabımızın içindeki çocukla iletişime geçiyor. Onlarda birbirlerine veriler gönderiyorlar. Özellikle de duygu verileri gönderiyorlar.

Hani bazı anneler vardır, hanımlar vardır birbirleriyle görüşmeyi çok isterler, ama görüşemezler. Çünkü çocukları birbirleriyle anlaşamamaktadır.

Her bir araya geldiklerinde çocukları birbirleriyle kavga ederler, vukuat çıkar. Ondan dolayı birbirlerini çok sevdikleri halde, istedikleri halde birbirleriyle görüşemezler.

Kişiler arası iletişime baktığımız zaman da benzer bir durum söz konusudur.

Öncelikli olarak kendi içimizdeki çocuğu görmek, tanımak durumundayız. Kendini tanıyamamış, anlayamamış, içsel süreçlerini çözümleyememiş bir insanın muhatabını tayabilmesi, onun içsel süreçlerini analiz edebilmesi, onun içindeki çocuğu tanıyıp onu pışpışlayabilmesi mümkün değildir.

İletişim sürecinde başarılı olan insanlara şöyle bir bakalım;

o insanların çocuklarla ilişkileri de çok iyidir.. çocuklar onları çok severler. Çünkü o insan çocukların dilinden anlar, çocukların gönlünü almasını bilir. Zaten çocukların dilinden anlıyorsa bir insan muhatabının içindeki çocuğun dilinden de anlar, onunda gönlünü alır, onu da pışpışlar, onunda kendini iyi hissetmesini, güvende hissetmesini sağlar. Zaten muhatabının içindeki o çocuğu sakinleştirdimi, rahatlattı mı, onun güvenini kazandı mı artık o kişiyle sağlıklı, etkili bir iletişim kurmanın önündeki engeller ortadan kalkmıştır.

İki insan bir araya geldiğinde gerek bizim içimizdeki gerekse muhatabımızın içindeki çocuk hemen kulakları dikiveriyor.

Bizim içimizdeki çocuğun duyarlılıkları var, hassasiyetleri var, yoksunlukları var, talepleri var, korkuları var. aynı şekilde karşıdaki çocuğun da var.

Nedir duyarlılıklarımız;

Kabul görmek istiyor, takdir görmek istiyor, onaylanmak istiyor, kendini güvende hissetmek istiyor, sevgi görmek istiyor, şefkat görmek istiyor, ilgi alaka görmek istiyor.

Neden bunlar bu kadar önemli o çocuk için?

Çünkü çocuklukta bunları yaşayamamış, bunları yeterince görememiş, ya da bunların arsızı olmuş, daha fazlasını istiyor.

Sonuçta o çocuk bizim bir gerçeğimiz, onu içimizden söküp atamıyoruz.

Karşımızdaki muhatabımız içimizdeki çocuğu dikkate almıyorsa, o zaman içimizde bir huzursuzluk ortaya çıkıyor.

Kişiler arası ilişkilerde çok da önemsemediğimiz, çok da üzerinde durmadığımız bu olguların ne kadar önemli olduğunu, iletişimin vazgeçilmezi olduğunu, ve kadim kültürümüzün iletişim sürecinin bir parçası haline getirmiş olduğunu görüyoruz.

İşte içimizdeki bu çocuğu ve gerekse muhatabımızın içindeki bu çocuğu sakinleştirmenin bir yoludur.

Ne yaparız?

Selam veririz, selam alırız, yetinmeyiz merhaba deriz, musafaha ederiz, yetinmeyiz kucaklarız, omuzuna dokunuruz, buyur deriz, rahat ettiririz, aç mısın toknusun diye sorarız, çay ikram ederiz, kahve ikram ederiz, şekeri vardır, çukulatası vardır, lokumu vardır onlardan ikram ederiz. Halini hatırını sorarız, annesini, babasını, işini gücünü sorarız, bir sıkıntın var mı? Diye sorarız.

Bütün bunlar iletişim sürecinde muhatabımızın içindeki o çocuğu rahatlatmaya, kendini güvende hissetmesini sağlamaya, onun sevildiğini, önemsendiğini duyumsatmaya yönelik şeylerdir.

Bunlar yapıldı mı o çocuk rahatlar, o çocuk huzura ve sükuna kavuşur. Artık biz karşımızdaki insanla iletişime geçebiliriz. Çünkü o çocuk istediği şeyi almıştır.

Benzer bir durum bizim içimizdeki çocuk için de geçerli. Eğer muhatabımız bunları yaparsa bizim içimizdeki çocuk da rahatlar huzura sükuna kavuşur ve iletişim sürecinde bizi rahatsız etmez. Bununla beraber yine de içimizdeki çocuğun muhatabımız ile muhatabımızın içindeki çocuk ile alıp veremediği şeyler olabilir. Geçmişlerinde olumsuz şeyler yaşanmış olabilir.

Muhatabımızın bizi bu şekilde karşılamış olması içimizdeki çocuğu sükuna kavuşturmak için yeterli olmayabilir.

Böyle bir durumda peki ne yapacağız?

Görsel düşünme uygulaması yapacağız.

Görsel düşünmenin bizim o kadim kültürmüzdeki karşılığı RABITA dır. Rabıta da bir görsel düşünme etkinliğidir. Tabi onu sadece görsel düşünme basitliğine indirgemiyoruz.

Kendimize şöyle bir dışarıdan bakıyoruz.

Hayat adını verdiğimiz o uzun ve ince yolun bu gün noktasında durmakta olan kendimize şöyle bir bakıyoruz. Kendimizi görüyoruz. Çalışıyorsak işyerindeyiz, okuyorsak okulda sınıfımızda arkadaşlarımızla hocalarımızla, çalışma arkadaşlarımızla, amirlerimizle, memurlarımızla, müşterilerimzile ilişkilerimize şöyle bir bakıyoruz. İlişki boyutunda, iletişim süreçlerine şöyle bir bakıyoruz. Orada nasıl birisi var.

ve özel hayatımıza bakıyoruz. Annemiz, babamız, evliysek eşimiz, çocuklarımız, komşularımız, akrabalarımız, kardeşlerimiz, dostlarımızla olan ilişkilerimize şöyle bir bakıyoruz. Bunlarla ilgili mümkün olduğunca çok fotoğraf karesi zihninizde canlansın. Çok net olmayabilirler. Silüet şeklinde bile olabilirler. Fotoğraf albümünüzdeki, telefonunuzdaki o resimlerden faydalanın. Siyah beyaz da olsa silikte olsa, yırtık da olsa fotoğraf istiyoruz. Çünkü temelinde bir görsel düşünme uygulaması.

Hissettiklerimizi bir kenara bırakyoruz. Görüntüler üzerinde konuşaçağız, görüntüler üzerinde çalışacağız.

Şimdi iletişim süreçlerinde içimizdeki çocuğuda yanımızda görelim. Biz insanlarla ileşitim sürecindeyken içimizdeki çocukta onlarla iletişime geçmiştir. O çocuğa bir bakalım ne yapıyor o çocuk. O çocuk, müşteri bizi adam yerine koymadı, bize selam vermedi, bizimle muhatap olmadı diyor. Sen buna mal satma, sen bununla muhatap olma dedi diyor. İşte esnaflık burada başlıyor.

Müşterinin bu tavrına rağmen eğer sen o müşterinin gözünün içine bakabilmeyi, müşterinin soğukluğuna rağmen ona sıcak tavır sergilemeyi başarabilirsen o malı o na satarsın. Değil se eğer müşterinin içindeki çocuk ta devreye girecek tezgahtarı ben beğenmedim hadi buradan gidelim diyecek.

Müşteri her ne kadar kadar ben bu ürünü sevdim, bunu almak istiyorum dese de içindeki çocuk be bu tezgahtarı sevmedim hadi buradan gidelim diyecek ve o malı almadan gidecek. İletişim başarısızlıkla sonuçlandı. Sebep; her ikisinin içindeki çocuk.

Dolayısıyla bu iletişim süreçlerinde içimizdeki çocuğu görüyoruz. Tabi bizim için en öncelikli olan ailemizdir.

Eşimizle olan ilişkilerimize şöyle bir bakalım. Eşimizle iletişim sürecinde içimizdeki çocuğa bir bakalım. Evimize giriyoruz içimizdeki çocukla beraber. İçimizdeki çocuk gün içerisinde yoruldu, yıprandı, sevgi, ilgi, şefkat e olan ihtiyaçları karşılanmadı ve bir yoksunluk içerisinde, bir beklenti içerisinde eve giriyor. Aynen yorgun argın, aç, bitap düşerek okuldan eve gelen çocuk gibi....

şimdi eve bir erkek geliyor ve onun da içinde bir çocuk var. kapı bir açılıyor evin hanımı yok ortalıkta. Çocuk açıyor kapıyı. O zaman adamın içindeki çocuk nerede bu kadın diyecek, nerede? En azından mutfaktan sorabilir nasılsın, iyimisin, Hoş geldin canım, günün nasıl geçti.

Kadının içinde de bir çocuk var tabiki. O da bütün gün kocasını beklemiş, ondan bir selam bir hal hatır sormayı bekliyor. Kocada gelir gelmez stresli bir şekilde bana dokunmayın, çok yorgunum, çok bitkinim bana dokunmayın diye bağırıp çağırıp esip gürlerse eğer. Kadının içindeki çocukta korkup sinecektir.

Peki noldu erkeğin içindeki çocuk ilgi görmedi, eee kadının içindeki çocukta görmedi, sindi bir kenara bekliyor. Çocuklar başladılar birbirleriyle sürtüşmeye, birbirleriyle didişmeye, bir gerginlik, bir huzursuzluk. Olmaazzzzz......

Kendimizin içindeki çocuğu bileceğiz, karşımızdaki insanın içindeki çocuğu da bileceğiz. Birbirleriyle çok iyi anlaşan çiftlere baktığımızda aslında Hiçbir şeylerin birbirlerine uygun olmadığını görürsünüz ama bakıyoruz ki içlerindeki çocuklar iyi anlaşıyorlar.

Dolayısıyla kendi içimizdeki çocuğu tanıyıp anlamak, bunun yanı sıra karşımızdak insanın içindeki çocuğu tanıyıp, anlamak, bilmek, onun zaaflarını tespit edip, yönetmek durumundayız.

Diyelim içimizdeki çocuk iştahlı bir çocuk. Bu çocuk eve geldiğinde hemen yemeğin hazır olmasını isteyecektir. Bunu eşimize söyleyeceğiz, benim içimdeki çocuk iştahlı açlığa dayanamıyor, ki bazı çocuklar öyledir, şeker toleransları düşüktür, acıkınca keyifleri hemen kaçar. Mesela ben öyle birisiyimdir, çocuklarımda öyle.

Şimdi uygulamaya devam ediyoruz.. içimizdeki çocuğa şöyle bir bakıyoruz. Ve muhatabımız kimse, en çok kiminle iletişim kuruyorsak, annemiz, babamız, eşimiz, çocuğumuz, onun içindeki çocuğa da bir bakıyoruz. Ve o çocukların duyarlılıklarına, zaaflarına bakıyoruz. Nasıl çocuklar? Öfkeliler mi? Ürkekler mi? Biraz sevgi, ilgi yoksunluğu mu hissediyorlar? Takdir edilmek, onaylanmak mı hissediyorlar? Gerek kendi içimizdeki çocuğun duyarlılıklarını tespit ediyoruz, gerekse muhatabımımızn içindeki çocuğun duyarlılıklarını tespit edip, duyumsuyoruz. Evet eşimizin içindeki çocuğa bakıyoruz, görüyoruz onun içindeki kız çocuğunu. Biraz baskılanmış, incinmiş, biraz sevgisiz, ilgisiz kalmış, birazcık ta ürkek. Tespit ettin mi onu? Evet gördün.

Şimdi o çocuğun başını okşa, o nun içindeki çocuğu biraz pışpışla. Onu sev, onu şefkatle karşıla, bunu yaptığın zaman göreceksin ki o çocuk seni sevecek, o çocuk sana bağlanacak, o çocuk sana güvenecek. Ve o çocuk bunu yaptımı eşin senin meftunun olmuş demektir.

Oda seni sevecek, o çocukla birlikte, o da sana bağlanacak, o da sana güvenecek.

Ve o da senin içindeki çocuğun hassasiyetlerini, duyarlılıklarını hissedecek, senin içindeki çocuğu pışpışlayacak. O da senin iyi hissetmeni sağlayacaktır.

Bu çok güzel, farklı bir uygulamadır. Kendinizin içindeki çocuğa ve muhatabınızın içindeki çocuğa rabıta yapın, hatta çocuklarınızın içindeki çocuğa bile bakabilirsiniz. O çocuk biraz ilgisiz kalmış biraz sevgisiz kalmış, kardeşinin doğumuyla beraber dışlandığını, ikinci plana atıldığını hissetmiş, şimdi onun içindeki o bebeği susturmadan o çocukla iletişim kuramazsınız. O zaman önce çocuklarımızın içlerindeki bebeklere bakıp onları birsusturacağız. O nun ihtiyacı olan şeyi o na ver. O nun korktuğu şeyden o nun güvende hissetmesini sağla. Göreceksiniz çocuğunuzla iletişim bambaşka boyuta erişecektir.

Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder