21 Ocak 2014 Salı

İLİŞKİLERDE SORUNLARIN İÇSEL SEBEPLERİ


Kişiler arası ilişkilerde Nasıl bir yaklaşım izlersek bir yandan sorunların büyümesine mani olurken öte yandan da o sorunların bizi etkilemesinin önüne geçebiliriz?
Hani halk arasında bir söz vardır ya “Ne şiş yansın ne kebap”. Ne biz zarar görelim ne de karşımızdaki insana zarar verelim. Orta yolu bulabilmenin, çıkış yolunu, mutedil yolu bulabilmenin çaresi nedir?
Bir misal verelim;
10 farklı kaynaktan su fışkırsa ve bunlar bir tepeden aşağıya aksa, aşağıda bir yerde bu on noktadan akan suların bir yatakta toplandıklarını ve oradan beraberce aktıklarını görürüz. Çünkü su yolunu bulur. O yolda en uygun yer neresiyse oraya yönelir.
Aklın yolu da birdir. 10 farklı aklı bir araya getirelim bir arada bırakalım şöyle bir gün sonra gelelim. Su örneğindeki gibi aynen bir araya gelmiş olduklarını, birliktelik oluşturduklarını ve aynı yöne doğru yönelmiş olduklarını görürüz. Birde topluma bakalım. Toplumda yüzbinlerce insanın hatta milyonlarca insanın birbiriyle eşgüdümlü, uyumlu bir şekilde yaşıyor olmasının temelinde de aklın ön plana çıkmasının rolü vardır.
İşte akıl devreden çıkmışsa akıl gölgelenmiş ise o zaman bu gün Suriye dekine benzer ya da diğer iç karışıklıklar çıkmış ülkelerinkine benzer durumlar ortaya çıkıyor. O zaman kişiler arası ilişkilerde söz konusu olabilecek o problemleri çözüm sürecinde bizim en önemli çözüm aracımız aklımızdır ve Karşımızdaki insanın aklıdır. Bir şekilde akıllar birbirleriyle etkileşim içine girmeli ve orta yolu oluşturup, ortak payda oluşturup çıkışı bulabilmeliler. Fakat bu çoğu zaman anlatıldığı kolay olmuyor.
Çünkü sürece etki eden farklı unsurlar, faktörler vardır. Bu faktörlerden bazıları içsel faktörlerdir. Diğer bazıları da çevresel faktörlerdir. Dolayısıyla öncelikli olarak meselemiz kendi aklımızı çalıştırabilmektir. Kişiler arası problemlerimizde kendi aklımızı çalıştırabilmek. Ne tür sorunlar olabilir? Kendi haklarımıza bir saldırı, tecavüz söz konusu olabilir. Bunun yanı sıra bizi üzecek bir tavır olabilir. Hiçe sayılmak. Kabul görmemek. Takdir edilmemek. Bir dayatmayla karşı karşıya kalmış olabiliriz. Duygu ve düşüncelerimiz dikkate alınmıyor olabilir. İşte bu ve buna benzer problemleri günlük hayatımızda, evlilik hayatımızda, iş hayatımızda, arkadaş ve dostlarımızla olan ilişkilerimizde ne yazık ki istemeden de olsa yaşıyoruz. Kimi zaman bu sorunların öznesiyken kimi zaman da bu sorunların nesnesi durumunda olabiliyoruz. Kimi zaman bu sorunların mağduru iken, kimi zamanda farkında olmadan bu sorunlara yol açan, karşımızdaki insanın mağduriyetine yol açan kimse de olabiliyoruz. İşte, bu tür durumlarda sorunların ortaya çıkmadan ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi açısından aklımızı kullanabilmeyiz. Ki akıl derken. Aklı da işlevleri açısından 3 bileşene ayırıyoruz.
Kişilerarası ilişkilerde problemlerin ortaya çıkışında, çözümsüzlüğe sürüklenmesinde rol oynayan en önemli içsel faktör alt beynin üst beyni bypass ederek sorunları kendi usulunce çözümlemeye çalışmasıdır.Üst beyin derken 1. Bilişsel zeka IQ 2. Duygusal zeka İQ 3. Ruhsal zeka SQ'yu kapsayan bir yapıdan bahsediyoruz. Bunlar beynimizin üst bölgesinde beynin yüzeyini kaplayan kortekstedir. Fakat bu korteks her ne kadar yönetici konumunda olsa da beynimizin ve bedenimizin geri kalanıyla olan ilişkileri zayıftır. Beynin bedenimizle olan ilişkisini sağlayan ana yapı beynimizin alt bölgesi olarak tanımladığımız daha ilkel olan subkorteksdir , duygular da burada oluşur. Fizyolojik ve psikolojik varlığımızı korumakla görevli güvenlik bölgesi (Amygdala) burada yerleşiktir. Bu güvenlik bölgesi özellikle kişiler arası ilişkilerde biz farkında olmadan devreye giren ve olaylara duygusal yaklaşmamıza neden olarak ilişkileri çıkmaza sokan bir yapıdır.
Kişilerarası ilişkilerde yaşadığımız sorunlar üst beynin gündemine gelmeden güvenlik bölgesi o soruna kendince müdahelede bulunma eğilimi içerisindedir . Hızlı hareket eden bir yapıdır. Eğer bir güvenlik ihlali söz konusu ise üst beyinden bağımsız hareket etme eğilimindedır. Tepkileri ya sorunun üzerine gidip vurup-kırarak, itip-kakarak çözmek yahut da sorunu çözümsüz görüp oradan uzaklaşmak şeklindedir. Halbuki sorun üst beynin masasına gelmiş olsa üst beyin IQ sunu, EQ sunu, SQ sunu kullanıp o sorunu bir şekilde çözer. Fakat çoğu zaman iş üst beyne gelmiyor. Alt beyin tarafından kendine has usullerle çözülmeye çalışılıyor , sıkıntılar da buradan çıkıyor.
Karşımızdaki kişi bize kötü davrandığında ne hissediyoruz?
Eğer orada bazı yoğun duygulardan bahsediliyor ise bu duyguların varlığı ve yoğunluğu, bu davranışların tutum ve tavırların üst beyin değil de daha ziyade alt beyin tarafından karşılandığını bize anlatıyor.
Bu duygular genellikle öfke ve korkudur. Daha ziyade duygu devrede ise bu iki duygudan bir tanesi mutlaka devreye girmiştir. Bununla beraber ikincil duygular da vardır. Hüzün, keder, kırgınlık, pişmanlık, yetersizlik, aşağılanma vb. ikincil duygular da vardır. Fakat bu duygulara eşlik eden korku veya öfke duygusu muhakkak vardır.
Duyguların devreye girmesi demek hormonlar aracılığıyla tüm benliğin etkilenmesi demek. Düğmeye basılıyor ve tüm benlik etkileniyor. Beynin üst bölgesi yani korteks diye adlandırdığımız yönetim mekanizması da bundan etkileniyor.
Örnek verecek olursak, geçtiğimiz yıllarda Güney Doğu Anadolu da terörün yoğun olarak yaşandığı dönemlerde oradan emekli bir general şöyle bir ifade kullanmıştı. “Bölgeye yeni gelen, hakimler, savcılar veya kaymakamların bölgenin gerçeğini anlayabilmeleri için evlerinin önünde birkaç tane el bombası patlatıyorduk.” Diyor. Hakim olsun, savcı olsun belli bir eğitim almış akılları eğitilmiş kişiler.
Peki bu neden yapılıyor? Bu insanlar bir şekilde o bölgedeki sorunlara aklıyla çözüm üretme çabası içerisinde. Hakime, savcıya veya kaymakama sorduğunuzda üniversite de çeşitli bilgiler öğrenmiştir. Bu bilgiler çeşitli hayat tecrübesiyle harmanlanmıştır ve görev yapacağı bölgede sorunları çözme sürecinde aklını kullanacaktır. Fakat bombalar patladığında güvenlik bölgesi olan alt beyin devreye giriyor. Diyor ki “ burası güvenli bir yer değil”. O dönem orada görev yapan generallerin hepsi psikolojik harp teknikleri konusunda iyi eğitilmiş insanlar. İnsan psikolojisini çok iyi bilen insanlar. Evin önünde toplar patladığı andan itibaren güvenlik bölgesi devreye girer akıl devreden çıkar. Aklı istemez onlar. Çünkü oradaki işleyiş askerin kontrolü altında askerde sorunlara kendi güvenlik politikaları aracılığıyla çözümler üretmek çabası içerisindedir. Kendi güvenlik politikalarını takip ediyorlar askerler o dönemde orada. Faili meçhuller, gözaltılar, işkenceler, operasyonlar, tutuklamalar, köy boşaltmalar var. İşte bunlar ordunun güvenlik politikaları, problemleri kendince çözmeye çalışıyorlar. Fakat sivil insiyatif daha ziyade güvenlik politikalarına uyum sağlayamama, kendi aklını kullanarak alternatif çözümler üretme çabası içerisindedir. Fakat ordu bunu doğru bulmadığı için o sivil yönetimi kendi çizgisine getirtme sürecinde bombaları patlatıyorlar. Sonuçta kaymakamda olsa, hakim veya savcı da olsa o da bir insan. Alt beyni devreye giriyor ve girdiği andan itibaren üst beyni devreden çıkıyor. O kişi artık sahip olduğu birikimi, bilgiyi, tecrübeyi, eğitimi neticesinde aldığı o potansiyeli sürece gerektiği gibi yansıtamıyor. Akıl devre dışı kalmış vaziyette ve o da o bölgede cereyan eden güvenlik politikalarının bir parçası haline geliyor. İnsan hakları ihlali söz konusu olduğu zaman bir hakim bir savcı olarak onun peşine düşmesi , engellemesi gerekirken göz yummaya başlıyor. İdareci olarak sürece bir kaymakam olarak müdahele etmesi gerekirken duymadım, görmedim, bilmedim i oynamaya başlıyor ve o sivil otoritenin varlığına rağmen orada o güvenlik politikaları yoğun bir şekilde uygulanabiliyor.
Sebep; işte kişide var olan o alt beyinde yerleşik amigdalanın yani güvenlik bölgesinin devreye girmiş olması.
Dolayısıyla kişiler arası ilişkilerde karşımızdaki kişiyle ilgili bir sorun söz konusu ise güvenlik bölgemizin devreye girmemesini sağlamak ile mesulüz. Bunu başarmak, becermek durumundayız. Aksi takdirde, Güneydoğuda o zor yıllarda 90 lı yıllarda görev yapan hakimler, savcılar, kaymakamların düştüğü duruma düşeriz. Çünkü alt beyinde yerleşik güvenlik bölgesi kendince güvenlik politikaları izleme eğilimi içerisindedir. Aynen ordunun siyasete müdahale etmesi gibi kendi güvenlik politikalarını yapmaktadırlar .
Alt beyinde yerleşik güvenlik bölgemizin sorunlar karşısında başlıca 2 tane güvenlik politikası vardır; kal kavga et veya kaç kurtul. Elindeki tek araç çekiç olan bir insan her şeyi bir çivi olarak görür. Alt beyinin de elinde iki tane araç vardır. Bu iki araçla problemlerini çözmeye çalışır. Fakat iş üst beyine gelebilse üst beyinde birçok seçenek üretebilme potansiyeli vardır. Çünkü üst beyinde bilişsel zeka çalışıyor, ticari zekayı, sosyal zekayı , sanatsal zekayı , bedensel zekayı, mekanik zekayı içeren duygusal zeka çalışıyor ki bunlardan başka onlarca zeka çeşidini barındırır. Aynı şekilde ruhsal zeka yani vicdan da ahlaki ve dini prensipler ışığı altında hareket etme çabası içerisindedir. Diğer bir deyişle insanın sahip olduğu o içsel kaynaklar üst beyinde duygusal zeka tarafından yönetiliyor.Kişi üst beynini kullanarak sorunlara çok güzel ahlakın, dinin kabul edeceği, toplumun kabul edeceği , kişinin kendisine olan etkisi göz önünde bulundurularak orta yolu bulma potansiyeline sahiptir.

İletişim sürecinde bir sorunla karşı karşıya isek öncelikle zaaflarımızın kaynağı olan güvenlik bölgemizi devreden çıkartmamız ya da sürece olan etkilerini asgari düzeye indirecek tedbirleri almamız gerekiyor. Kendi güvenlik bölgemizi devreden çıkartmadığımız ya da yönetemediğimiz halde sorunu doğru bir şekilde anlamlandırmamız, çözümler üretip, bunları sükûnetle, suhuletle, serinkanlılıkla hayata geçirebilmemiz pek de olası değildir.

Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

1 yorum: