14 Ocak 2014 Salı

KORKU VE PANİK


Hepimizin günlük hayatında kimi zaman yoğun, kimi zamanda hafif hissettiğimiz fakat farkında olmasak da kişiliğimizin işleyişinde, duygularımızın ve davranışlarımızın oluşum sürecinde son derece belirleyici bir duygudur.
Korku esasında bir alarm duygusudur. Herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda o tehlike ile baş edebilmek, eğer baş etmek mümkün değilse o tehlikeden uzak kalmamızı sağlayıcı bir duygudur.
Kim karar veriyor karşı karşıya kaldığımız durumun bizim açımızdan tehlikeli olup olmadığına? Korteks diye adlandırılan, beynimizin yüzeyini kaplayan, nöronlar açısından son derece zengin olan aklın ve vicdanın üzerinde çalıştığı, bilinçli zihin, irade olarak da adlandırdığımız üst beyin mi karar veriyor? Yoksa daha ilkel, nöronlar açısından biraz daha zayıf, zekâ yaşı 9-10 olan, erişimimizin daha az olduğu alt beyin mi karar veriyor bu durumun bizim açımızdan tehlikeli olup olmadığına? Korku bir duyguysa ki güçlü bir duygudur. Duygular beynimizin alt kısmı tarafından, yani hayvan beyni tarafından oluşturulur. Evet içinde bulunduğumuz o durumun bizim açımızdan tehlikeli olup olmadığına alt beynimiz karar veriyor. Alt beynimizde nasıl karar veriyor? Geçmişteki yaşantılardan hareketle karar veriyor. Fakat bu deneyimler sınırlı deneyimler. Geçmiş derken de yakın geçmişten değil çocukluk döneminden bahsediyoruz. Geçmişteki yaşantılardan hareketle olayı anlamlandırıyor. Eğer tehlikeli olduğuna hükmetmişse ki bunu saniyenin onda biri kadarki zamanda yapıyor, hemen uygulamaya geçiyor. Böylesine başıbozuk, böylesine terbiyeden yoksun bir yapı, kontrol edilmesi gereken bir yapı. Terbiye edilmediği takdirde alıp bizi hiç istemediğimiz yerlere sürükleme potansiyeline sahip bir yapı. Ne yapıyor? Düğmeye basıyor tehlikeyle karşılaştığımızda o durumdan uzak kalmamız için.
İçimize yerleştirilmiş bir sistemi tetikliyor.  Sempatik Sinir Sistemi. Bunu ne yapıyor. Böbrek üstü bezlerinden salgılanan adrenalinle aracılığıyla yapıyor. Adrenalin kana karıştığı andan itibaren bütün bedenimizi kaçmaya hazırlıyor. Çünkü bir tehlikeyle karşı karşıyayızdır. Bu tehlikeden bir an önce kaçmak durumundayız. Ne demişler  “kaçanın anası ağlamamış.”
Buna kim karar veriyor?
-Buna alt beynimiz karar veriyor.
 Adrenalin hormonu algılandığında neler oluyor, kaslarımız gerginleşiyor, iç organlarımızdaki kan kaslarımıza hücum ediyor
Niçin?
-Biraz sonra kaçacağız ya, kaçarken kaslarımızı kullanacağız. Beynimize gitmiyor, çünkü aklımızı kullanmayacağız, kaslarımızı kullanacağımız için kaslarımıza gidiyor. Dolayısıyla kanı yoğun olarak kullandığımız iç organlarımızın,  özelliklede sindirim sistemimizin faaliyetleri durma noktasına geliyor. Işı ve ışık duyarlılığımız artıyor. Zihinsel faaliyetlerimiz neredeyse durma noktasına geliyor, başka bir şey düşünemez hale geliyoruz. Ve bütün bunlar bedenimizde gerçekleşiyor, bunlar bizim dışımızda bize rağmen oluyor. Buna sadece alt beynimiz karar veriyor.
Eğer kişi bir anda ortaya çıkan bu durumu anlayamaz ise paniğe kapılıyor. Beyin kanaması geçirdiğini , kalp krizi vs. geçirdiğini zannediyor. Kişi o anda bu durumunun ne olduğunu doğru anlayamaz, anlamlandıramaz ise ve paniğe kapılırsa biz bu durumu PANİK ATAK olarak adlandırıyoruz.
ATAK, aniden, herhangi bir uyarıcı olmadan ortaya çıkan korku durumudur. Kişinin esnada paniğe kapılmasına da PANİK ATAK diyoruz.
Biz bu insana yaşadıklarının tamamen psikolojik bir süreç, alt beynin yanlış alarmı harekete geçirmesi sonucu oluşan bir durum olduğunu anlatıyoruz.  Bu durumu yaşayanlardan bir kısmı bunun bir psikolojik sorun olduğunu biliyor, kabul ediyor atağı yaşıyor, fakat paniğe kapılmıyor. Zaten paniğe kapılmadığı zaman o kurku hali yavaş yavaş azalmaya başlıyor. Otonom sinir sistemi kişinin sakin kalması sonucunda, bunun yanlış bir alarm olduğuna hükmediyor ve yavaş yavaş alarmı devreden çıkartıyor.  Böbrek üstü bezlerimizden salgılanan kimyasallar, kanımıza karışan adrenalini etkisiz hale getiriyor ve kişi kısa bir sürede normale dönüyor.
Fakat kişi o esnada paniğe kapılmış, kontrolü kaybetmiş ise parasempatik sinir sistemi olarak tanımladığımız, o dengeleme merkezi devreye giremiyor ve kişi o korku haline saatlerce devam edebiliyor. İşte bütün bu süreçleri başlatan alt beynimizde yer alan bizim kontrolümüz dışında çalışan amigdala adını verdiğimiz yapı.
Arada sırada korku, tedirginlik yaşıyorum, esasın da korkulacak, tedirgin olacak bir şey olmadığını ben biliyorum ama bunu benliğimde yaşamayı alı koyamıyorum diyebilirsiniz. Hepimiz günlük hayatımızda bunu zaman zaman yaşayabiliriz.
İçinde bulunduğumuz o durum bir şekilde alt beynimizde bir çağrışım etkisi meydana getiriyor. Geçmişte yaşadığımız bir durumla eşleştiriliyor, reel bir tehlike olmadığı halde alt beynimiz alarma basıyor.
 İşte böylesi bir durumda sükûnetimizi koruduğumuz takdirde kısa bir süre içerisinde o alarmı devreden çıkartacak, dengeleyici sistem olan parasempatik sinir sistemi devreye girecek ve kişi normale dönecektir. Fakat bazı durumlarda kişi korkuyu bu kadar yoğun yaşamıyor. Daha düşük seviyede yaşıyor. Buna da biz KAYGI HALİ diyoruz. Adrenalin seviyesi yüksek olmuyor. Fakat yine de içimizde bir huzursuzluk, gerilim hissediyoruz. Adrenalin seviyesi çok yüksek olmadığı için onu dengeleyecek sistem devreye girmiyor. Bu hal, saatlerle sınırlı kalmıyor, günlerle, haftalarla, aylarca  hatta yıllara yayılabiliyor. Buna da biz YAYGIN KAYGI BOZUKLUĞU diyoruz.
Kişi bu hali sürekli olarak hissediyor ve bunun getirmiş olduğu ikincil etkileri yaşamaya başlıyor. Baş dönmesi, göz kararması, derin nefes alma ihtiyacı, içinden bir şey çekiliyormuş hissi, kollarında bacaklarında halsizlik, dizlerinde dermansızlık hissetmeye başlıyor. Bütün bunlar yaygın kaygı bozukluğunun düşük yoğunluklu ama genel anlamda yaşanması hissi. Bütün bunlar hep o alt beynin altından çıkıyor.
Peki bu problemleri nasıl çözeceğiz, alt beynimizi nasıl düzenleyip, yöneteceğiz?
İşte bu sorulara ileriki günlerde cevaplar bulacağız.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder