9 Ocak 2014 Perşembe

KAÇINMACI VE YAKLAŞIMCI KİŞİLİK


Hayatın içerisinde hep bir yere doğru hareket halindeyiz. Baktığımız da kâinatta canlı ve cansız bütün varlıkların hareket halinde olduğunu görüyoruz. Bir yerden geliyoruz ve bir yere doğru gidiyoruz. İnsanlara baktığımızda da öyle olduğunu görüyoruz. En küçük bireyden, en yaşlı bireye kadar herkes bir yönelim halindedir. Bu yönelim bir yerden başlıyor ve bir yere doğru gidiyor. Bizi ilgilendiren, bu yönelim bir şeyi elde etmeye yönelik mi? Yoksa bir şeyden kaçınmaya mı yönelik?
Bu neden önemlidir? Çünkü bazı insanlar kaçınmacı kişiliktedir. Onlar için acıdan, sorunlardan ve problem oluşturacak şeylerden uzak kalmaktır esas olan. Bazı insanlar ise yakınlaşmacıdır. Onlar için ödüle, hazza ulaşmaktır.
Birincisi cezadan çekinmektedir, ikincisi ödülü arzular. Birincisinde çekinme baskın, ikincisinde arzular istekler. Öğrencilik yıllarımızı hatırlayalım. Öğretmen sınıfa geldi. Bir elinde sopa ve bir elinde hediye paketi var. Öğrencilere eğer dersi öğrenirseniz sizlere hediye, öğrenemez iseniz sopa var. Hangisi sizin dikkatinizi çeker? Hocanın elinde ne vardı diye sorulduğunda öncelikli olarak sopayı söylerdiniz, yoksa hediye paketini mi?
Hocam benim sopa dikkatimi çekerdi. Acaba vurduğunda çok canım yanar mı? Kaç alırsam hoca bana vurmaz acaba diye düşünüyorsanız eğer kaçınmacı bir kişilik yapınız var demektir.
Hocam benim dikkatimi hediye paketi çekerdi. İçinde ne var acaba? Hediye paketini alabilmek için hangi notu almam gerekiyor? Nasıl bir öğrenci olmam gerekiyor? Diyorsanız eğer sizin yakınlaşmacı bir kişiliğiniz vardır.
Gerek kendimizi, gerekse çevremizdeki insanları motive edebilmemiz için bu bilgileri bilmemiz önemlidir. Özellikle anne-baba isek, Çocuklarımızı hangi yöne olan eğilimini bilmemiz gerekiyor. Onlar için ödül mü daha önemli yoksa cezadan kaçınmak mı?
Beynimizin orta alt bölümünde Amigdala dediğimiz bir yapı var. Bizim güvenlik bölgemiz. Aynı zamanda duygularımızın da oluşumu sağlayan limbik sistemimizin de bir parçası. Amigdala bir yandan bizim güvenlik bölgemizin oluşumunda etkili olduğu gibi aynı zamanda duygularımızın oluşumunda da önemli rol oynayan bir unsur.
Amigdalanın asıl vazifesi acıdan kaçınmak ve hazza ulaşmaktır. Acıdan kaçınmak amigdalamız bu güvenlik bölgemiz için neden bu kadar önemlidir? Çünkü acı verici şeyler varlığımızı tehdit eder. Amigdala nın görevi de varlığımızı korumak, güvenliğimizi sağlamaktı. Dolayısıyla acı söz konusu olduğunda amigdala devreye girer. Böbrek üstü bezlerimizden adrenalin veya nöro adrenalin salgılar. Bunlar tamamen bilinç dışı gerçekleşen olaylardır. Biz o esnada belki radyo dinliyoruz, kitap okuyoruz, yemek yiyoruz veya işimizde gücümüzdeyiz. Fakat bir şekilde dış dünyadan gelen uyarıcılar, iç dünyamızda, kişiliğimizin o derin yapısında biz farkında olmadığımız bir etkiyi meydana getiriyor.
İşte o amigdala için acı mı önemli yoksa hazmı daha önemli? Haz neden bu kadar önemlidir? Çünkü varlığımızı devam ettirebilmemiz için karşılamamız gereken fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçlarımız vardır. Bu ihtiyaçlarımız karşılanmadığı takdirde varlığımızı devam ettirebilmemiz mümkün değildir. Nedir bu ihtiyaçlar? Yemek, içmek, barınmak, örtünmek vb ihtiyaçlar. Psikolojik ihtiyaçlarımız da takdir edilmek, sevilmek, onaylanmak, kabul görmek. Sosyal ihtiyaçlarımız, insanlarla etkileşim içinde olmak, saygı görmek vb.
Bu ihtiyaçların karşılanmaması kişide hemostasis olarak tabir ettiğimiz o kararlılık halini, denge halini bozar. O denge halinin bozulmasını istemiyor.
O iç dengenin sağlanmasından birinci dereceden mesul olan yapı bu amigdala dır. Ona yönelik herhangi bir tehdit söz konusu olduğunda amigdala devreye girer. Diğer bir deyişle strese gireriz. Kimyamız değişir, halimiz değişir, kişiliğimizin işleyişi değişir.
Acaba amigdalamız varlığımızı tehdit eden saldırılara mı daha duyarlı? Yoksa varlığımızı devam ettirebilmemiz için gerekli ihtiyaçlarımızı karşılamamız hususunda mı daha duyarlı? Eğer amigdalamız gerekli ihtiyaçlarımızın karşılanması daha önemliyse, hazza ulaşmamız daha öncelikli ise buna biz Yakınlaşmacı kişilik yapısı diyoruz. Hayır, acıdan kaçınmak daha belirleyici ise amigdala bu konuda daha duyarlı ise buna da Kaçınmacı kişilik yapısı diyoruz.
Karar verme sürecinde karar verme mekanizması Corteks dir. Beynimizdeki var olan nöronların 3/2 si burada bulunur. Düşünceler burada oluşur, kararlar burada alınır.
Corteksimizin ideal karar verebilecek seviyeye gelmesi için ortalama 6 saniyeye ihtiyaç vardır. Korteks Kişiden kişiye değişmekle beraber ortalama 6. Saniyede verir kararları.
Duygularımız ise Sup Corteks te yani alt beyinde oluşuyor. Duygularımız ise ortalama 1 saniyede ortaya çıkıyor. Duygularımız düşüncelerimizden daha önce oluşuyor.
Duyguların oluşumunda son derece önemli olan yapı limbik sistemdir. Bir karar verme ile karşı karşıya geldiğimizde, amigdalamız durumu değerlendiriyor ve kararlarımıza etki ediyor.
Şimdi dönüp kendimize bir bakalım. Hayatta verdiğimiz kararlar daha ziyade bir şeyleri elde etmeye mi yönelik? Yoksa korktuğumuz, kaçındığımız bir şeylerden uzaklaşmaya, onlardan kendimizi güvene almaya mı yönelik? Yani sopa mı bizim dikkatimizi daha çok çekiyor, yoksa hediye mi? Ödül mü bizim için daha önemli, yoksa ceza mı daha belirleyici? Cenneti mi daha çok arzuluyoruz, yoksa cehennemden mi korkuyoruz?
Peki, bunlardan hangisi daha iyi? Elbette her konuda olduğu gibi bu konuda da orta yol, itidaldir asıl olan. Yani, korku ile ümit arasında olmak. Bir yandan bir şeyleri istiyor, arzuluyor iken, söz konusu olabilecek riskleri göz önünde bulundurmalıyız. Eğer bir kişide var olan bu özellikler aşırıya gittiğinde kişi hayatı siyah-beyaz olarak görmeye başlıyor. Ve kişi bir şeyi çok arzuluyor ise, yani yakınlaşmacı kişilik özelliği kişi de çok ileri boyutlara ulaşmış ise o kişi elde etmek istediği şeyi ulaşma sürecinde, karşılaşabileceği olası sorunları, tehlikeleri, riskleri göz ardı eder. Artık düşündüğü tek bir şey vardır oda ödüle ulaşmaktır. Ödüle ulaşma sürecindeki tehlikeleri, riskleri göz önüne almaz. Ödüle ulaşır. Fakat ödüle ulaşma sürecindeki kayıpları o kadar fazladır ki elde ettiği ödül, kayıplarını karşılamaya bile yetmez. Yakınlaşmacı özelliği aşırıya gitmişse böyle bir problem oluşur.
Benzer bir durum uzaklaşmacı yönleri aşırıya gitmiş kişiler için de geçerlidir. Kişi için tek önem verdiği bir husus vardır; Kendisi için sorun oluşturabilecek durumlardan uzak durmak. Tek belirleyici budur. Diğer bir deyişle o insanın hayatına korku hükmeder. Öncelikli olan korktuğu, çekindiği durumlardan uzak kalmaktır ve bu süreçte elde edebileceği birçok kazanımdan yoksun kalır, risk alamaz. Kendisi için güvenli bir alana kendini hapis eder. Dolayısıyla biz her iki kişilik özelliğinin dengede olmasını öngörüyoruz. İtidal orta yol budur. Bunlar hiçbir zaman eşit olmaz. Neden? Bunlardan hangisinin daha belirleyici olduğunu biz belirlemiyoruz, bunu belirleyen genetik yapımız. Buna bağlı olarak anne- baba tutumları, yaşantılar, öğretmen, arkadaş, mahalle gibi çevresel koşullar ve hayatın belli bir aşamasından sonra artık bizim yapmış olduğumuz tercihler. Hangisinin daha baskın daha belirleyici olmasında etkindir.
Bir yönümüz ağır bassa bile diğer yönümüzü de göz ardı etmemeliyiz işte o zaman daha sağlıklı daha fabrika ayarlarında bir kişilik ortaya çıkıyor. İnsanın kendini tanıması kendini tanıması bu yüzden önemlidir. Aksi takdirde bilmediğimiz bir şeyi yönetemiyoruz. Eğer yakınlaşmacı bir halimiz varsa ve bu aşırıya gitmişse bu o zaman karar alma süreçlerine yansıyor. Biz esasında hayatın içerisinde elde edebileceğimiz birçok kazanımdan mahrum kalıyoruz. Birçok fırsatı barındırdığı risklerden dolayı elimizin tersiyle itiyoruz. Ondan sonrada diyoruz ki; bende bir kısmetsizlik var, bir nasipsizlik var, işlerim bir türlü yolunda gitmiyor neden böyle?
Neden mi?
Sorunu ve çözümü içeride aramalıyız. Hayatın içerisinde bir sorunla karşı karşıya kaldığımızda, o sorunun öncelikli olarak bizdeki kaynaklarını tespit etmeliyiz. Kesinlikle öncelikli olarak bizden kaynaklıdır.
Çevresel faktörlerin hiç mi etkisi yok?
Elbette ki etkisi var. Öncelikli olarak bizden kaynaklı faktörleri tespit edeceğiz, sonra da o çevresel faktörleri tespit edeceğiz. Ancak ondan sonra o düzeltmeyi yapıp, yolumuza daha sağlıklı devam edebiliriz. Yoksa o kaçınmacı kişiliğimizin baskın olması, yakınlaşmacı kişiliğimizin zayıflaması sebebiyle hep geri durma gibi bir durum ortaya çıkar.

                                                  Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder