Hayatın içerisinde hep bir yere doğru
hareket halindeyiz. Baktığımız da kâinatta canlı ve cansız
bütün varlıkların hareket halinde olduğunu görüyoruz. Bir
yerden geliyoruz ve bir yere doğru gidiyoruz. İnsanlara
baktığımızda da öyle olduğunu görüyoruz. En küçük
bireyden, en yaşlı bireye kadar herkes bir yönelim halindedir. Bu
yönelim bir yerden başlıyor ve bir yere doğru gidiyor. Bizi
ilgilendiren, bu yönelim bir şeyi elde etmeye yönelik mi? Yoksa
bir şeyden kaçınmaya mı yönelik?
Bu neden
önemlidir? Çünkü bazı insanlar kaçınmacı kişiliktedir. Onlar
için acıdan, sorunlardan ve problem oluşturacak şeylerden uzak
kalmaktır esas olan. Bazı insanlar ise yakınlaşmacıdır. Onlar
için ödüle, hazza ulaşmaktır.
Birincisi cezadan çekinmektedir,
ikincisi ödülü arzular. Birincisinde çekinme baskın,
ikincisinde arzular istekler. Öğrencilik yıllarımızı
hatırlayalım. Öğretmen sınıfa geldi. Bir elinde sopa ve bir
elinde hediye paketi var. Öğrencilere eğer dersi öğrenirseniz
sizlere hediye, öğrenemez iseniz sopa var. Hangisi sizin
dikkatinizi çeker? Hocanın elinde ne vardı diye sorulduğunda
öncelikli olarak sopayı söylerdiniz, yoksa hediye paketini mi?
Hocam benim sopa dikkatimi çekerdi.
Acaba vurduğunda çok canım yanar mı? Kaç alırsam hoca bana
vurmaz acaba diye düşünüyorsanız eğer kaçınmacı bir kişilik
yapınız var demektir.
Hocam benim dikkatimi hediye paketi
çekerdi. İçinde ne var acaba? Hediye paketini alabilmek için
hangi notu almam gerekiyor? Nasıl bir öğrenci olmam gerekiyor?
Diyorsanız eğer sizin yakınlaşmacı bir kişiliğiniz vardır.
Gerek kendimizi, gerekse çevremizdeki
insanları motive edebilmemiz için bu bilgileri bilmemiz önemlidir.
Özellikle anne-baba isek, Çocuklarımızı hangi yöne olan
eğilimini bilmemiz gerekiyor. Onlar için ödül mü daha önemli
yoksa cezadan kaçınmak mı?
Beynimizin orta alt bölümünde
Amigdala dediğimiz bir yapı var. Bizim güvenlik bölgemiz. Aynı
zamanda duygularımızın da oluşumu sağlayan limbik sistemimizin
de bir parçası. Amigdala bir yandan bizim güvenlik bölgemizin
oluşumunda etkili olduğu gibi aynı zamanda duygularımızın
oluşumunda da önemli rol oynayan bir unsur.
Amigdalanın asıl vazifesi acıdan
kaçınmak ve hazza ulaşmaktır. Acıdan kaçınmak amigdalamız bu
güvenlik bölgemiz için neden bu kadar önemlidir? Çünkü acı
verici şeyler varlığımızı tehdit eder. Amigdala nın görevi
de varlığımızı korumak, güvenliğimizi sağlamaktı.
Dolayısıyla acı söz konusu olduğunda amigdala devreye girer.
Böbrek üstü bezlerimizden adrenalin veya nöro adrenalin salgılar.
Bunlar tamamen bilinç dışı gerçekleşen olaylardır. Biz o
esnada belki radyo dinliyoruz, kitap okuyoruz, yemek yiyoruz veya
işimizde gücümüzdeyiz. Fakat bir şekilde dış dünyadan gelen
uyarıcılar, iç dünyamızda, kişiliğimizin o derin yapısında
biz farkında olmadığımız bir etkiyi meydana getiriyor.
İşte o amigdala için acı mı önemli
yoksa hazmı daha önemli? Haz neden bu kadar önemlidir? Çünkü
varlığımızı devam ettirebilmemiz için karşılamamız gereken
fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçlarımız vardır. Bu
ihtiyaçlarımız karşılanmadığı takdirde varlığımızı devam
ettirebilmemiz mümkün değildir. Nedir bu ihtiyaçlar? Yemek,
içmek, barınmak, örtünmek vb ihtiyaçlar. Psikolojik
ihtiyaçlarımız da takdir edilmek, sevilmek, onaylanmak, kabul
görmek. Sosyal ihtiyaçlarımız, insanlarla etkileşim içinde
olmak, saygı görmek vb.
Bu ihtiyaçların karşılanmaması
kişide hemostasis olarak tabir ettiğimiz o kararlılık halini,
denge halini bozar. O denge halinin bozulmasını istemiyor.
O iç dengenin sağlanmasından
birinci dereceden mesul olan yapı bu amigdala dır. Ona yönelik
herhangi bir tehdit söz konusu olduğunda amigdala devreye girer.
Diğer bir deyişle strese gireriz. Kimyamız değişir, halimiz
değişir, kişiliğimizin işleyişi değişir.
Acaba amigdalamız varlığımızı
tehdit eden saldırılara mı daha duyarlı? Yoksa varlığımızı
devam ettirebilmemiz için gerekli ihtiyaçlarımızı karşılamamız
hususunda mı daha duyarlı? Eğer amigdalamız gerekli
ihtiyaçlarımızın karşılanması daha önemliyse, hazza ulaşmamız
daha öncelikli ise buna biz Yakınlaşmacı kişilik yapısı
diyoruz. Hayır, acıdan kaçınmak daha belirleyici ise amigdala bu
konuda daha duyarlı ise buna da Kaçınmacı kişilik yapısı
diyoruz.
Karar verme sürecinde karar verme
mekanizması Corteks dir. Beynimizdeki var olan nöronların 3/2 si
burada bulunur. Düşünceler burada oluşur, kararlar burada alınır.
Corteksimizin ideal karar verebilecek
seviyeye gelmesi için ortalama 6 saniyeye ihtiyaç vardır. Korteks
Kişiden kişiye değişmekle beraber ortalama 6. Saniyede verir
kararları.
Duygularımız ise Sup Corteks te yani
alt beyinde oluşuyor. Duygularımız ise ortalama 1 saniyede ortaya
çıkıyor. Duygularımız düşüncelerimizden daha önce oluşuyor.
Duyguların oluşumunda son derece
önemli olan yapı limbik sistemdir. Bir karar verme ile karşı
karşıya geldiğimizde, amigdalamız durumu değerlendiriyor ve
kararlarımıza etki ediyor.
Şimdi dönüp kendimize bir bakalım.
Hayatta verdiğimiz kararlar daha ziyade bir şeyleri elde etmeye mi
yönelik? Yoksa korktuğumuz, kaçındığımız bir şeylerden
uzaklaşmaya, onlardan kendimizi güvene almaya mı yönelik? Yani
sopa mı bizim dikkatimizi daha çok çekiyor, yoksa hediye mi? Ödül
mü bizim için daha önemli, yoksa ceza mı daha belirleyici?
Cenneti mi daha çok arzuluyoruz, yoksa cehennemden mi korkuyoruz?
Peki, bunlardan hangisi daha iyi?
Elbette her konuda olduğu gibi bu konuda da orta yol, itidaldir asıl
olan. Yani, korku ile ümit arasında olmak. Bir yandan bir şeyleri
istiyor, arzuluyor iken, söz konusu olabilecek riskleri göz önünde
bulundurmalıyız. Eğer bir kişide var olan bu özellikler aşırıya
gittiğinde kişi hayatı siyah-beyaz olarak görmeye başlıyor. Ve
kişi bir şeyi çok arzuluyor ise, yani yakınlaşmacı kişilik
özelliği kişi de çok ileri boyutlara ulaşmış ise o kişi elde
etmek istediği şeyi ulaşma sürecinde, karşılaşabileceği olası
sorunları, tehlikeleri, riskleri göz ardı eder. Artık düşündüğü
tek bir şey vardır oda ödüle ulaşmaktır. Ödüle ulaşma
sürecindeki tehlikeleri, riskleri göz önüne almaz. Ödüle
ulaşır. Fakat ödüle ulaşma sürecindeki kayıpları o kadar
fazladır ki elde ettiği ödül, kayıplarını karşılamaya bile
yetmez. Yakınlaşmacı özelliği aşırıya gitmişse böyle bir
problem oluşur.
Benzer bir durum uzaklaşmacı yönleri
aşırıya gitmiş kişiler için de geçerlidir. Kişi için tek
önem verdiği bir husus vardır; Kendisi için sorun oluşturabilecek
durumlardan uzak durmak. Tek belirleyici budur. Diğer bir deyişle o
insanın hayatına korku hükmeder. Öncelikli olan korktuğu,
çekindiği durumlardan uzak kalmaktır ve bu süreçte elde
edebileceği birçok kazanımdan yoksun kalır, risk alamaz. Kendisi
için güvenli bir alana kendini hapis eder. Dolayısıyla biz her
iki kişilik özelliğinin dengede olmasını öngörüyoruz. İtidal
orta yol budur. Bunlar hiçbir zaman eşit olmaz. Neden? Bunlardan
hangisinin daha belirleyici olduğunu biz belirlemiyoruz, bunu
belirleyen genetik yapımız. Buna bağlı olarak anne- baba
tutumları, yaşantılar, öğretmen, arkadaş, mahalle gibi
çevresel koşullar ve hayatın belli bir aşamasından sonra artık
bizim yapmış olduğumuz tercihler. Hangisinin daha baskın daha
belirleyici olmasında etkindir.
Bir yönümüz ağır bassa bile diğer
yönümüzü de göz ardı etmemeliyiz işte o zaman daha sağlıklı
daha fabrika ayarlarında bir kişilik ortaya çıkıyor. İnsanın
kendini tanıması kendini tanıması bu yüzden önemlidir. Aksi
takdirde bilmediğimiz bir şeyi yönetemiyoruz. Eğer yakınlaşmacı
bir halimiz varsa ve bu aşırıya gitmişse bu o zaman karar alma
süreçlerine yansıyor. Biz esasında hayatın içerisinde elde
edebileceğimiz birçok kazanımdan mahrum kalıyoruz. Birçok
fırsatı barındırdığı risklerden dolayı elimizin tersiyle
itiyoruz. Ondan sonrada diyoruz ki; bende bir kısmetsizlik var, bir
nasipsizlik var, işlerim bir türlü yolunda gitmiyor neden böyle?
Neden mi?
Sorunu ve çözümü içeride
aramalıyız. Hayatın içerisinde bir sorunla karşı karşıya
kaldığımızda, o sorunun öncelikli olarak bizdeki kaynaklarını
tespit etmeliyiz. Kesinlikle öncelikli olarak bizden kaynaklıdır.
Çevresel faktörlerin hiç mi etkisi
yok?
Elbette ki etkisi var. Öncelikli
olarak bizden kaynaklı faktörleri tespit edeceğiz, sonra da o
çevresel faktörleri tespit edeceğiz. Ancak ondan sonra o
düzeltmeyi yapıp, yolumuza daha sağlıklı devam edebiliriz. Yoksa
o kaçınmacı kişiliğimizin baskın olması, yakınlaşmacı
kişiliğimizin zayıflaması sebebiyle hep geri durma gibi bir durum
ortaya çıkar.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder