18 Ocak 2014 Cumartesi

FITRAT VE AİLE


İnsanın üst beyninde yerleşik yani korteks te yerleşik  IQ, İQ. SQ. Yani bilişsel zeka, duygusal zeka  ve ruhsal zekanın oluşumunda genetik faktörler son derece önemlidir.
Dolayısıyla bu üç zeka bir insanın hayatta mutluluğa erişmesinde, başarıya ulaşmasın da son derece önemli bir rol oynuyor.
Bilişsel zeka derken, günlük hayatta özellikle akademik hayatta kullandığımız zeka türü. Bu Soyut ve somut zeka olmak üzere ikiye ayrılır. Matematikte kullanmış olduğumuz zeka , Türkçe dersinde başarılı olmamız için kullandığımız zeka.
Duygusal zekaın da alt versiyonları vardır. Ticari zeka , sanatsal zeka, bedensel zeka , sosyal zeka vb. gibi. Bir sanatçı düşünelim okul hayatında başarısız olmuştur fakat bu insan hayatta mutluluk ve başarı elde etmiştir. Nasıl etmiştir sanatsal zeka ile, ses zekası ile. Veya bir futbolcu düşünelim. Okuyamamıştır fakat bugün herkes tarafından tanınan milyon dolarlar kazanan çok ünlü bir futbolcu olmuştur. Bunu da bedensel  zeka ile elde etmiştir. O insanın bedensel  zekası, bedensel  özellikleri diğer insanlardan daha farklıdır. O yüzden bedensel zekasını  ön plana çıkartmıştır ve hayatta başarılı olmuştur.
Birde son günlerde özelikle batıda üzerinde durulan Ruhsal zeka vardır. Bizim kültürümüzdeki karşılığı vicdan dır.
Her üç zekanın gelişiminde, oluşumunda  genetik faktörler önemli rol oynuyor. Bir kişi doğuştan sanatsal zekaya sahip değilse ona daha sonraki dönemlerde ne kadar eğitim verirsek verelim belli bir seviyenin üzerine çıkamıyor. Aynı şekilde hiç eğitim alma imkanı olmasın o kişi belli bir seviyenin altına inmiyor. Bunu belirleyen fıtrattır.
Anne- babanın çocuğun fıtratını diğer bir deyişle doğuştan gelen bu fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik özelliklerini koruması son derece önemlidir.
Fıtratın korunması ister dini temele dayansın isterse dini temele dayanmasın bütün hukuk sistemleri  tarafından öncelenmiştir.
5 şeyi korumaya çalışır hukuk sistemleri. 1) Canı korumak 2) Aklı korumak 3) Malı korumak  4) din ve vicdanı korumak  5) Nesli korumak
Esasında 5 beş temel şeyin korunmasındaki amaç fıtratı korumaktır. Bunlardan herhangi bir tanesinin veya birkaç tanesinin bozulması demek fıtratının yani doğuştan gelen kişilik özelliklerinin bozulması demektir.
Fıtratın korunmasında ailenin rolü çok önemlidir. Aile yapısının bozulması ile beraber akıl güvenliği ve nesil güvenliği ciddi anlamda zaafa uğramaktadır. Ve buda fıtrat üzerinde olumsuz yansımaları vardır.
Bu gün baktığımızda batıda aileyi tehdit eden en önemli şey anne ve babanın uyumsuzluğu sonucu ortaya çıkan boşanma yüksek boşanma oranlarıdır. Aile tehdit eden en önemli faktör budur. Her iki evlilikten bir tanesi boşanmayla sonuçlanıyor. Bu boşanmayla sonuçlanan evliliklerin hemen hemen yarısında bir veya iki tane çocukta söz konusudur. Bu, o çocukların hayatlarının daha sonraki dönemlerinde ebeveynlerinin biri veya her ikisiyle yeterince temas edememesi anlamına gelmektedir.
İngiltere de yapılan bir araştırmada ortaya çıkmış ki oradaki çocukların %54 ü kendi babaları tarafından yetiştirilmiyor. Başka babalar, başka erkek modeller tarafından yetiştiriliyor. Bu üvey baba da olabilir. Bu onun ailedeki bir büyük erkek akrabası da olabilir. Fakat aslın yerini tutamıyor. Çünkü aynı gen havuzundan geliyor olmak, genetik olarak benzeşiyor olmak çocuğun ebeveyniyle iletişim kurması açısından son derece önemlidir.
Mesela  kimmenizm dediğimiz bir problem var. Kimmenizm hastalığı temelde psikolojik bir rahatsızlık olmakla birlikte genetik temellere dayanan bir rahatsızlıktır. Çok ilginç mesela bir anne düşünün çocuğunu kabul edemiyor, ona dayanamıyor,  hiçbir şekilde onunla özdeşim kuramıyor, onu emziremiyor. Adeta çocuğunu terk ediyor. Bu tür vakalar nadir olsa da görülen ve psikoloji tarafından araştırılan vakalardır. Genellikle bu annenin doğum sonrası yaşadığı depresyon, buhran, istenmeyen gebelik gibi sebeplere dayandırılsa da genetik biliminin gelişmesiyle yeni bir teori ortaya atıldı. Oda şudur. Annenin çocuğunu benimseyememesinde çocukla  annenin genetik olarak benzeşmiyor olmasının rol oynadığı ortaya çıkmıştır. Tabirii caizse her ne kadar o anne çocuğunu kendisi doğursa bile bir başkasının çocuğunu doğurmuş gibi oluyor. Genetik olarak kedisiyle hiç benzeşmeyen bir çocuk doğuruyor. Tabiri caiz ise taşıyıcı anne gibi oluyor.
Genetik olarak bu benzeşmezlik anne ile çocuk arasında o güçlü bağın kurulmasına engel oluyor. Aynı şey baba ve çocuk arasında da geçerli.
Onun için bizim dinimize baktığımızda dinimizde evlat edinme yok.  İşte bu genetik benzeşmezlikten dolayı yok. Dolayısıyla bir çocuğun aynı gen havuzundan geldiği, genetik olarak benzeştiği anne ve baba tarafından yetiştirilmesi onun fıtratının korunması açısından olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Hiçbir zaman vekil aslın yerini tutmuyor.
Eğer bir çocuk o imkanı bulamamış ise o insanın o çocuğun fıtratının muhafazası çok zordur. İmkansız değildir. Olanaksız değildir. Fakat Kendi öz anne-babasıyla beraber olmaması ciddi sorunlar çıkmasına neden olmaktadır.
Batıda her iki evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyor ve çocuklar kendi  öz anne-babalarıyla birlikte olamıyorlar. Bu o çocukların fıtratlarının bozulmasına yol açıyor. Çocuklar büyüdüklerinde bazı problemler ortaya çıkıyor. Evlenmeye yanaşmıyor, herhangi bir nedenle evlenmişse çocuk yapmaya yanaşmıyor.
Bu çocuklarda madde kullanımı, kendi öz anne babalarıyla yetişmiş çocuklara oranla daha yüksek olduğunu ortaya koyan araştırmalar var.
Yine bu çocuklarda çeşitli cinsel sapmaların özellikle eşcinselliğin diğer çocuklara oranla daha yüksek olma ihtimali söz konusudur.
Yine bu çocuklarda cinsel istismara uğrama oranı ve bunun getirmiş olduğu olumsuz etkileri yaşama ihtimali çok daha yüksek oluyor.
Taş yerinde ağırdır derler ya. Bir çocuğun kendi öz anne-babası ile devam etmesi o çocuğun fıtratının korunabilmesi, doğuştan gelen içine genetik olarak kodlanmış hayatının daha sonraki  dönemlerinde mutluluğa ve başarıya ulaşma sürecinde hayati derecede öneme haiz özelliklerinin korunabilmesi açısından önemlidir.
Sadece dünya mutluluğundan ve başarısından bahsetmiyoruz.  Özellikle SQ  yani vicdan olarak tanımladığımız ruhsal zeka da kişinin dünya mutluluğunun yanı sıra aynı zamanda ahiret mutluluğunu  elde etmesi açısından da hayati derecede öneme haizdir. Buda ancak kendi öz anne-babasıyla yetiştiği takdirde verimli bir şekilde oluşabiliyor. Bu anne-babasıyla beraber yetişmiş olması tek başına yeterli değilse de en azından biraz önce bahsetmiş olduğumuz sorunların ortaya çıkmasını bir nebze olsun azaltması açısından son derece önemlidir.
O açıdan biz boşanmalara hiçbir açıdan sıcak bakmıyoruz. Fakat ne yazık ki bizim toplumumuzda da “körle yatan şaşı kalkar” derler ya son yıllarda boşanma oranı oldukça artmıştır. Özellikle batılılaşma etkisinin çok daha etkin olduğu, kadınların çalışma hayatına daha fazla katıldığı, eğitim seviyesinin yüksek olduğu, nerde ise batı seviyesinde olduğu batı bölgelerimize baktığımızda hangi bölgeden bahsediyoruz Trakya, Ege, Marmara bu bölgelerden bahsediyoruz. Evlenme oranının, evlenme yaşının, boşanma oranının hemen hemen Avrupa ülkeleriyle aynı olduğunu, hatta bazı hususlarda bazı Avrupa ülkelerini de geçmiş olduğunu görüyoruz.
Allah tan Anadolu var. Saf, temiz, özgün, orijinal Anadolumuz var. Anadolumuz olmasaydı çoktan bu ülkenin ocağına kibrit suyu dökülmüştü. Anadolu o aile değerlerini hala sürdürme çabası içerisinde. Her ne kadar köyden kente göç, kent yaşamına uyum sürecinde yaşanılan zorluklar o aile yapısını sarsmışsa bile o aile yapısı yıkılmadı. Özelliklede kadınlarımızın cansiperane çabaları o aile bütünlüğünü devam ettirme konusundaki fedakârlıkları diyebilirim ki Türk toplum yapısını ayakta tutuyor. Fakat ne yazık ki o direkte kadınlarımızın çalışma hayatına atılmasıyla birlikte çatırdamaya başladı. Şu an bu oran ülkemizde % 21, batıya baktığımızda % 80. Fakat burada bir problem var. Kadınların çalışma hayatına atılmasıyla birlikte evlenme yaşı yükselmeye başlıyor, doğurganlık oranları azalmaya başlıyor ve boşanma oranları da yükselmeye başlıyor.
Yani aile kurumu çatırdamaya başlıyor. Kadını o ait olduğu yerden alıp ta toplumsal alana, çalışma hayatına ittiğinizde o yapı çatırdamaya başlıyor. Ne yazık ki hükümetimiz kadının çalışma hayatına katılımını çoğaltma konusunda çok yoğun çaba içerisinde. Kendileri bunu dile getiriyorlar. Neden? Çünkü 2023 yılına geldiğimizde o kişi başına 25-30 bin gelir seviyesini yakalayabilmemiz için kadının çalışma oranının %50 nin üzerine çıkması gerekiyormuş.
Tamam 25-30 bin gelir seviyesini yakalayalım ama doğurganlık düştü, evlenme yaşı yükseldi, boşanma oranları yükseldi, nüfus yaşlandı. Ne yapacağız o zaman? Para problemi çözüyor mu? İşte batının karşı karşıya kaldığı problemle bizde karşı karşıya kalacağız. Buna bağlı olarak cinsel sapmalar, alkol, uyuşturucu artacak. Kimse bunları göz önüne almıyor.
Ne olursa olsun bizler aile bütünlüğünü devam ettirebilmek, o ailedeki çocukların fıtratlarını muhafaza edebilmek açısından onların hayatta mutlu ve başarılı, sadece bu dünya değil ahiret hayatlarında da mutlu ve başarılı olmaları açısından hayati öneme haizdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder