İletişim yaşam kalitemizi belirleyen en önemli faktörlerden bir tanesi. Ve sürekli olarak çevremizle, çevremizdeki insanlarla, kendimizle, Mevla ile ve farkında olmadığımız canlı ve cansız varlıklarla iletişim halindeyiz. Buradan da iletişim kaçınılmaz bir olgudur. Hayatımızın bir gerçeği.
Ne yazıkki bu konuda yeterince farkındalıklı değiliz. Farkında olmadığımız için de yönetemiyoruz.
Örneğin bir insan konuşurken, argo kelimeler kullanıyor. Farkında olmadan dilinden sükun ediverir. Hoş bir durum değil. Kişi kendisi de bu durumdan yakınır. Fakat bunu bir anda değiştirebilmek çok da kolay bir şey değildir.
Çünkü iletişim süreci sadece bizim kontrol edebileceğimiz bir süreç değildir. İletişime etki eden dahili ve harici faktörler vardır. Evet kelimeler bizim ağzımızdan çıkıyor, bizim dilimizden çıkıyor. Karşı tarafa mesaj veren bizim bedenimiz. O ses bizim sesimiz. Fakat sesimizin tonuna, vurgularımıza, ifadelere, beden diline, etki eden o kadar çok faktör varki. Ve baktığımız zaman da bunların iletişimde ciddi anlamda etkili olduğunu görüyoruz.
Diyelim ki kişi, argo kelimeler kullanıyor bunun farkında ve değiştirmek istiyor. “tamam ben artık konuşurken argo kelimeler kullanmayacığım” demesi ne yazıkki yeterli olmuyor. Biraz öncede dediğimiz gibi sürece etki eden o kadar çok faktörler varki.
Bunlardan en önemlisi alt beyindir. Biz iletişime geçtiğimiz zaman çoğunlukla iletişim süreçlerini üst beyin yönetir. Yani o farkında olduğumuz bilinçli kişilik bölümümüz yönetir.
Bununla beraber alt beyin de iletişim sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Ve biz farkında olmadan karşı tarafa o kadar çok mesaj gönderir ki alt beynimiz. İletişimde hiç istemediğimiz, hiç öngörmediğimiz sonuçlar söz konusu olabilir.
Sonra onlar bize geri döner, sen bize böyle dedin, sen bize böyle yaptın. Fakat siz hiç farkında değilsinizdir.
Geriye dönüp baktığınızda karşı tarafın hiç de alınganlık göstermediğini, aksine son derece gerçekçi bir yaklaşımla o bizim tavırlarımızı, tutumlarımızı, o bedenimizden, alt beynimizden gelen mesajları son derece doğru okuduğunu görüyoruz.
Örneğin kişiler arası iletişimde mimiklerimiz son derece önemli rol oynar. Yüz ifademiz, mesela kaşlarımız çatıksa, ağzımız eğikse, yüzümüze sert bir ifade oturmuş ise, söylediğmiz ifadeler ne kadar yumuşak olursa olsun karşı tarafta oluşan olguda o yüzümüzdeki sert ifade belirleyici olur. O yüzden bizler yüzümüzdeki o mimikleri ifadelerimizle aynı hale getiririz. Fakat biz getirdiğimizi zannediyoruz.
Eğer bilinçaltımızda karşı tarafa yönelik öfke, kızgınlık, nefret, bir tepki varsa iletişim kanalı açıldığında o duygular o kanala hücum ediyor.
Ve biz farkında olmadan alt beynimizde tabiri caizse kabımızda biriktirdiğimiz o duyguları da karşı tarafa aktarıyoruz.
Biz karşımızdaki insana yumuşak konuştuğumuzu düşünüyoruz, fakat onun algıladığı hiç de yumuşaklık değil.
Bu anne babalar ve evlatları ile olan iletişimde de çok geçerli. Anne ve babalar zaman zaman çocuklarına öfke duyabiliyorlar. Onlara karşı tepkili olabiliyorlar. Ya da onlarla ilgili endişeli, kaygılı olabiliyorlar. Ya da onların hallerini beğenmiyor olabiliyorlar. Onlara karşı suçlayıcı olabiliyorlar alt beyinlerinde. Ki çoğu zaman anne ve babalar bu duygularının farkında da değiller. Bir anne ve baba olarak bunu kendilerine yakıştıramıyorlar çünkü. İç dünyarındaki çocuklarına karşı olan olumsuz duygularını anne ve babalığa yakıştıramıyorlar. Görmezden geliyorlar. Halbuki biliyorlar içerilerde bir yerlerde problemler var. tabi görmezden geldikleri için de iletişim süreci içerisinde bu duyguların çocuklarına aktarımını engelleyemiyorlar. Ve farkında olmadan çocuğa o olumsuz duyguları aktarıyorlar.
Ve günün birinde o çocuk geliyor ve “anne-baba sen beni sevmiyorsun ki” diyor.
O anne ve babada sevgi varmı? Var tabiki.
Fakat o annede çocuğuna karşı bir öfke, o annede çocuğuna karşı bir yılgınlık, bir bıkkınlık, o annede çocuğuyla ilgili bir kaygı, bir endişe duyguları da var.
ve iletişime geçtiklerinde, o kanal açıldığında annenin bilinçaltı o duyguları çocuğa gönderiyor. Zaten çocuklar anne ve babalarıyla iletişim sürecinde yetişkinlerden farklı olarak değişik araçlar kullanırlar.
Beynin ön üst bölgesinde bulunan ayna nöronlar açılır, anne ve babanın çocuğa göndermediği duygular da o anne ve babanın alt beyninden, duyguların oluştuğu o limbik sistemden adeta çekilir.
Çocuklar anne ve babanın iç dünyasına erişme ve benliklerinin derinliklerine gizli olan o duyguları ayna nöronlar aracığılıyla tespit edip çekme olanağı vardır.
Kaldı ki çoğu zaman buna bile gerek kalmıyor. Alt beyin zaten kabında birikmiş olan o duyguları dışarı verip ondan kurtulma eğilimi içerisindedir.
Dolayısıyla karşı tarafın ayna nöronları çok fazla açık olmasa da o negatif duygular karşı tarafa yansıyor.
O zaman dönüp kendimize şöyle bir bakalım. İletişim sürecinde farkında olmadan muhatabımıza olumsuz duygular ulaştırıyoruz.
Çoğu zaman iç dünyamızdaki o duygularımızdan habersizizdir. Neden?
Çünkü bizler kendimizden kopuğuz. Dikkatimiz o kadar dağınık ki. Kendimizden uzaklaştık. Kendimizin farkında değiliz, özellikle de ruh dünyamızın farkında değiliz.
Tasavvufta rabıta-ı kalb vardır. Kalple rabıta yapılır. Bak bakalım kalbinde ne var, ne alemde. Her gün en azından 1 dakika da olsa kalbe bakılması, kalbi durumumuzda ilgili bir farkındalık oluşturulması gerekli. Ama günümüz insanında bu yok.
Kendimizi o kadar farklı şeylere bölmüşüz ki kendimizden haberimiz yok, kendimizden kopmuşuz, kendimizden uzaklaşmışız. Dolayısıyla içsel olaylarımızı yönetemiyoruz. Yönetemediğimiz gibi dışsal, iletişim süreçlerini de yönetemiyoruz. Ve farkında olmadan bünyemizde barındırdığımız o duygusal rahatsızlıklarımızı, psikolojik sorunlarımız sevdiklerimize, eşimize, dostumuza, arkadaşlarımıza, komşumuza, arkadaşlarımıza bulaştırıyoruz. Evet..... psikolojik hastalıklar psikolojik rahatsızlıklar bulaşıcıdır. Dikkat edelim!..... Hemde çok dikkat edelim!......
Eğer bir şeylerin yolunda gitmediğini farketmişsek o duygusal sorunlarımızın özellikle de yakınlarımıza, sevdikerimize bulaşmaması konusunda gerekli tedbirleri alalım.
Öncelikli olarak farkına varacağız. Zaman zaman hayatın akışı içerisinde içimizde birikebilir ki birikebilir çünkü biz insanız. O zaman Yusuf a.s tavrı nı hatırlayacağız. Ne diyordu Yusuf a.s “Ben nefsimi temize çıkartacak değilim.” bizim alt beynimizde istemimiz dışında olumsuz duygular birikebilir. Çünkü alt beynimizin hayatla ilgili algısı farklıdır. Onun hayata bakışı farklıdır. O olayları bizim gördüğümüz gibi görmez. Bizim algıladığımız gibi algılamaz. Çünkü biz olaylara genelde akıl penceresinden bakma ve vicdan terazisinde tartma eğilimi içerisindeyiz.
Tabi burada nasıl bir akıl ve nasıl bir vicdan dan bahsettiğimi biliyorsunuz.
Fakat alt beynimiz ne diyordu? Ben yaşadığımı bilirim arkadaş. Bana masal okuma, mala maval okuma diyordu.
O kişi geçmişte bana şöyle şöyle yapmadı mı?
Yaptı ama affetmek büyüklüğün şanındandır, erdemdir. Akıl devreye girer ve kişiler arası ilişkilerde böyle durumlar olabilir, bu bir süreçtir. Üzerinde çok fazla durmayalım, buna müsaade edelim.
Yönetmek kaydıyla ve şimdilik der.
Ama alt beyin bana masal anlatmayın o adamın bende iyi bir hatırası yok o bana şöyle şöyle davranmıştı kardeşim der. Üst beynin gördüğü gibi görmez ve iç dünyasında biriktirdiği o duyguları iletişim sürecinde karşı tarafa yansıtır.
Bu günden teziyok dönelim ve şöyle bir kendimize bakalım....
Acaba iç dünyamızda ne gibi duygular biriktirmişiz? Eşimizle ilgili ne gibi duygular biriktirmişiz?
Bilinç düzeyde konuştuğumuz zaman ben onu seviyorum, sayıyorum, beğeniyorum v.s... gayet güzel. Bunlar üst beynimizin düşünceleri..
Yunus Emre ne diyor “Bir ben vardır benden içeru”.
Şimdi içimize bir bakalım. Bilinçalıtımıza bir inelim. Acaba bilinçalmızda ne gibi duygular var. Bilinçaltımız için geçmiş diye bir şey yok. Bilinç altımız zamanı, hayatı bir bütün olarak görür. Bizim zaman dilimi olarak geçmiş diye tanımladığımız kısım Masanın sol tarafıdır. Bu gün masanın ön bülümüdür. Gelecek ise sağ kısmıdır. Yani bilinçaltımız için yaşanmış, yaşanmakta ve yaşanacak olayların hepsi o nun önünde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla geçmişte kalma diye bir şey söz konusu değildir. O üst beyin için geçerlidir. Alt beyin için geçerli değildir.
Dolayısıyla çok uzak geçmişlere dair yaşantılar bile olsa o yaşantı beyin için önemli ise her yaşantı değil, alt beyin her yaşantıyı dikkate almıyor. O nun için önemli olan yaşantıları dikkate alıyor. Yani onun için önemliyse, onun bir yarasına, bir nasırına dokunmuşsa, bir duyarlılığını kaşımızsa bir hassasiyetine dokunmuşsa o zaman alt beyin o nu Hiçbir zaman unutmuyor....
Ve Biz farkında olmadan karşımızdaki insanla iletişim sürecinde bunu karşı tarafa yansıtıyor.
Bunun böyle olduğunu bilelim ve yönetelim.
Yönetmek için bilmek, diğer bir deyişle farkında olmak gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder