19 Nisan 2014 Cumartesi

BEYNİN İŞLETİM SİSTEMLERİ

Beyin, bilgisayarların çalışma şekline benziyor. Daha doğrusu bilgisayarlar beyine benziyor. Micro softun kurucusu Bill Geytz, Windowsu oluşturma sürecinde, masa üstü bilgisayarların tasarlanması sürecinde, windowsla temel teşkil eden dows sisteminin oluşturulması sürecinde ciddi anlamda nörologlarla ve psikologlarla çalıştığını biliyoruz.
Beynin çalışma tarzını modellediklerini biliyoruz. Yazılımcılar, bilgisayar üzerine çalışan büyük firmalar yoğun olarak nörolojinin, psikolojinin, psikiyatrinin insan beyninin verilerinden faydalanmakta. Tabiri caizse insan beynini taklit etmeye çalışmaktalar.
Bazı beyinler vardır. Onlar görüntü duyarlı beyinlerdir. Bazıları ses duyarlı beyinlerdir. Bazıları ise his duyarlı beyinlerdir.
Bu görüntü duyarlı beyinlere bizler görsel beyinler diyoruz.
Ses duyarlı beyinlere işitsel, his duyarlı beyinlere ise dokunsal veya kinestetik beyinler diyoruz.

Görüntü duyarlı beyin derken; Beyin çalışma sürecinde veri işler. Görüntü duyarlı beyinler daha ziyade görüntü işleme kapasitesi gelişkin olan beyinlerdir. Dış dünyadan gelen verileri özellikle de görsel verilere duyarlı, onlar aracılığıyla hayatı anlamlandırmaya çalışan, onlar aracılığıyla düşünme süreçlerini gerçekleştiren beyinlerdir.

İşitsel beyinler ise; daha ziyade ses verilerine duyarlı olan beyinlerdir. Dış dünyadan gelen ses verierini duyumsama, algılama eğilimi içerisinde olan, düşünme ve karar verme süreçlerinde de ses verileriyle çalışan beyinlerdir bunlar.

Birde his duyarlı beyinler vardır; hisler nerede oluşur? Bedenimizde oluşur. Dış dünyanın bedenimiz üzerinde getirmiş olduğu etkilere duyarlı olan ve bu etkiler aracılığıyla bu hisler aracılığıyla düşünme ve karar verme süreçlerini gerçekleştiren beyinlerde dokunsal, diğer bir deyişle kinestetik beyinlerdir.

Mesela ben ağırlıklı olarak görsel bir insanım. Bir insanla tanıştığım zaman o insanın yüzü kolay kolay hatırımdan silinmez. Buna duyarlıyımdır. O insanla ilgili verileri kaydederken görüntüsü, verdiği resim, beden duruşu, beden dili benim için çok daha önemlidir. Fakat o kişiden gelen ses verileri benim dikkatimi çok fazla çekmez. Çünkü beynim sese çok fazla duyarlı değil. Bundan dolayı tanışma esnasında o kişinin ismini Birkaç kere sorma ihtiyacı hissederim. Çünkü beynim o anda gelen ses verisini dikkate almıyor. O kişiyle ilgili bir dosya oluşuyor beyinde ve o dosyaya bazı veriler kaydediliyor. Fakat kaydettiği veriler ağırlıklı olarak görüntü içerikli veriler. Daha ziyade görüntülere odaklandığı için o esnada gelen ses verilerini dikkate almıyor.
Bununla birlikte bazı insanlar işitseldir. Mesela benim eşim işitseldir. Ses duyarlı bir insandır. Oda daha ziyade dışarıdan gelen ses verilerini dikkate alma eğilimi içerisindedir. İşitsel insanlar bir kişiyle tanıştıklarında o kişiyle ilgili bir dosya oluşturuyorlar. Aynen telefon defterinde o kişiyle ilgili verileri doldurmaya benzer şekilde. Ve bu verileri daha ziyade gelen ses verilerinden hareketle oluştururlar. Daha sonra okişiyi hatırlama sürecinde de o veriler kullanılır. İşitsel olan insanların karşılarındaki insanı hatırlayabilmesi için onun sesini duymaya ihtiyacı vardır. Aynı şekilde görsel olan insanların da o kişiyi hatırlayabilmesi için o kişiyle ilgili görüntü verilerine ihtiyacı vardır.
Görme yeteneğini kaybetmiş insanların beyinleri görüntülendiğinde o atıl kalan görüntü bölgelerinin ses işleme bölgeleri tarafından kullanıldığını, aktif olduğunu görüyoruz.
O araştıra esnasında ses geldiğinde normal şartlar altında görüntülerin oluşmasında sorumlu olan bölgelerin aktif hale geldiğini görüyoruz. Halbuki görüntü yok. O bölgeler artık görüntü verisi gelmediği için ses verisi işleyen yapı tarafından kullanılmaya başlanmış.

Bununla birlikte birde dokunsal, kinestetik olarak tabir ettiğimiz insanlar vardır. Bunlar da his verilerine duyarlıdır. İletişim süreçlerinde bu insanlar dokunmak isterler ve kendilerine dokunulmasını isterler. Bir insanla ilgili verileri kaydederken tanışma esnasında o insanın üzerinde bıraktığı etkiye odaklıdır. Elini nasıl sıkmıştır, kucaklaşmışmıdır, bedeni üzerinde nasıl bir etki meydana getirmiştir. Daha ziyade ona odaklıdır. Beyin görüntü ve ses verilerinden daha çok his verilerini işlemeye eğilimlidir.

Bir çocuk dünyaya geldiğinde bu işletim sistemlerinden hangisi daha belirgin bir şekilde dünyaya geliyor?

Bir bebek dünyaya geldiğinde bu 3 işletim sistemini de kullanır durumda dünyaya gelir.
Fakat zaman içerisinde bir işletim sistemi diğerine daha baskın hale gelir. Tabi burada genetik yatkınlığın yanı sıra anne ve babanın iletişim tarzı da önemli rol oynamaktadır.
Eğer çocuğa çok fazla temas yok ise, dokunulmuyor ise,dokunularak sevilmiyor ise, o zaman his işleme verilerinde bir düşüklük meydana gelmesini bekleriz.
Ya da çocukla yeterince konuşulmuyorsa, işitsel veriler aracılığıyla iletişim kurulmuyorsa bir müddet sonra o çocuğun ses işleme kapasitesinin azalmasını bekleriz.
Ya da görsel anlamda çok fazla uyarıcı almıyorsa, evden dışarıya çıkılmıyorsa, farklı yüzler görmüyor ise, televizyon karşısında çok fazla tutuluyor ise o çocuğun zaman içerisinde beyninin görüntü işleme kapasitesinin azalmaya başlamasını, görsel özelliklerinin dumura uğramasını bekleriz.
Dolayısıyla özellikle de çocuklarla iletişim kurarken her üç temsil sistemini kullanarak iletişim kurmak, her üç temsil sisteminin gelişmesini sağlayacak ve beynin veri kullanma kapasitesini arttıracaktık.
Beyin bir yandan görüntü verilerini, biryandan ses verilerini, bir yandan da görüntü verilerini işler. Dış dünyadan gelen verilerin hemen hemen tamamını karar verme sürecinde, hayatı anlamlandırma sürecinde kullanıyor. Böyle bir beynin işlem kapasitesi diğer beyinlere kıyasla çok daha gelişkin olacaktır.
Eğitim sistemide her üç veriyi içeren eğitim sistemi olmak durumunda. Ne yazıkki yakın zamana kadar bizim eğitim sistemi daha ziyade işitsel verilere yani öğretmenin anlatttıklarına daha duyarlı bir eğitim sistemiydi. Şimdi son dönemlerde yavaş yavaş teknolojinin eğitim alanına girmesiyle beraber görsel veriler, görüntülü iletişim çeşitli videolar, fotoğraflar, görseller ağırlıklı olarak kullanılmaya başlandı. Ama ondan önde daha ziyade öğretmen anlatıyordu öğrencide dinliyordu. Dolayısıyla bu eğitim sistemi görsel ve dokunsal özellikler taşıyan öğrenciler açısından çok sağlıklı değildi. Zaten dikkat dağınıklığı yaşayan öğrencilere bakalım; bunların daha ziyade işitsel değil,görsel ve dokunsal özelliklere sahip öğrenciler olduklarını saptarız. Çünkü öğrencinin anlattığı şeyi işleyebilmesi için beyin o ses verilerini görüntü verilerine dönüştürme eğilimi içerisindedir.
Mesela görsel olduğumdan bahsettim ya ben insanlarla konuşurken dudak okuduğumu farkettim. Yani o insanla iletişim sürecinde o insandan gelen ses verilerini değil de görüntü verilerine odaklanıyorum. Eğer bir şekilde o insanın yüzünü göremiyorsam rahatsız hissediyorum. Çünkü o ses verileri yeterli değil. O zaman beynim ses verilerini görüntü verilerine dönüştürmeye çalışıyor.
Benzer bir durum eğitim alan çocuklar içinde geçerli oluyor. Beyin gelen ses verilerini görüntüye çevirmeye çalışıyor. Fakat bu esnada beyine ikinci bir yük biniyor. Ve bu o çocuğun zihninin yorulmasına ve dikkatinin zaman içerisinde dağılnmasına neden oluyor.
Benzer bir durum dokunsal özellikler gösteren çocuklar için de geçerlidir. Onlar da kıpır kıpır hareketlidir. Bütün bedenleri adete beyinlerinin veri işleme sürecinde bir uzantısı durumundadır. Zaten onların beden duruşuna baktığımız zaman daha ziyade öne doğru, kamburumsu bir duruşları vardır dokunsal insanların. Çünkü bedenden gelen o verilere fazlasıyla odaklı, fazlasıyla duyarlı oldukları için zaman içerisinde bu onların duruşlarını da etkilemiştir.
Dolayısıyla burada eğitim sisteminin her üç işletim sistemini kullanan çocukları kapsıyacak şekilde görüntülü, işitsel ve dokunsal verileri de ihtiva etmesi gerekiyor. O çocukların gerektiği gibi eğitilebilmesi için.
Günümüzde yavaş yavaş buna geçilmeye çalışılıyor ama ne yazık ki fazlasıyla geç kalınmış vaziyette. Fakat çocuklarımızı bekleyen daha büyük bir tehlike var. ne yazıkki okulda alamadıkları o eğitimi hayatın içerisinde bir türlü alıyorlardı. Oyun oynayan çocuklar düşünün onların çığlıkları, bağırışları, birbirlerine seslenmeleri çok fazla ses verisi var ortamda gayet güzel. Beyine olması gereken gibi fazlasıyla ses verisi geliyor. İkincisi birbirleriyle güreşiyorlar, itişiyorlar, dokunuyorlar, el ele tutuşuyorlar, kakışıyorlar, beden verisi de gayet güzel. His verisi de geliyor. Aynı zamanda zamanda çocuklar birbirlerini görüyorlar, aynı ortamdalar, gözlemliyorlar, izliyorlar, dış dünyadan yeterince görsel uyarıcı da alıyorlar. Her üç işletim sistemi de oyun esnasında harikulade bir şekilde uyarılıyor.
Fakat günümüzdeki çocuklara baktığımız zaman çocuklar artık dışarıda değil. Nerede peki bu çocuklar? Çocuklar evde. Bilgisayar başındalar. Tablet başındalar. Cep telefonu başındalar. Ekran başındalar. Peki orada dokunsallık, herhangi bir temas var mı? Yok. Dolayısıyla dokunma verisi söz konusu değil. Ses verisi de hoparlörden çıkan son derece zayıf sesler söz konusu. O bilgisayardan, televizyondan gelen sesler aracılığıyla beynin ses verisi işleme kapasitesini geliştirebilmesini mümkün değil. Görüntü verileri de gerçek değil. Ekran kalitesi son derece düşük. Ki ne kadar yüksek olursa olsun Hiçbir zaman gerçek görüntü kalitesini yakalayamaz.

Dolayısıyla çocuklarımızın beyni köreliyor. Çok büyük bir tehlike. Biz çocuklarımızı eğittiğimizi zannediyoruz ama farkında olmadan çocuklarımızın veri işleme kapasitesi dumura uğruyor. Beyinleri köreliyor. İşletim sistemleri zarar görüyor. Hem de bu zarar donanımsal bir zarar. O görüntü, ses ve his verilerini işleyen bölgedeki nöronlar kullanılmadıkları için zamanla zayıflıyorlar, yok oluyorlar. Beyin bölgelerinde küçülmeler söz konusu oluyor. Nöronlar arasında iletişimi sağlayan bağlantı noktaları yeterince oluşmuyor. Ki bunlar çocukluk döneminde oluşur. Hayatın sonraki dönemlerinde bunları oluşturabilmek çok ama çok güçtür. Özel çalışmalar gerekir. Özel egzersiz eğitim programları gerekir. Ne yazıkki çocuklarımız böyle bir tehlikeyle karşı karşıya.
Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder