30 Eylül 2015 Çarşamba

Panik atakla nasıl baş edeceğiz?

Panik atak geldiğinde korkmamayı, paniğe kapılmamayı nasıl becerebiliriz? Bunu becerebildiğimiz zaman zaten atakların gelip gitmesi bizim için anlamını yitiriyor.

Ataklar aslında tehlikesizdir .Çünkü ataklar da yaşadığımız şey esasında günlük hayatımızda da yaşadığımız korkulardan başka bir şey değildir.

Baktığımız zaman atak yaşayan insanların bu denli korkması, bu denli paniğe kapılmasının sebebi bu atak durumunu bir başka tehlikeli durumla eşleştiriyor olmalarıdır
 
Her şeyden önce panik atağın zararsız olduğunu o anda yaşamış olduğumuz o halin günlük hayatımızda yaşadığımız o korku hali olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Bunun korku hali olduğunu bilmek, kişinin bununla baş edebilme sine olumlu anlamda yardımcı oluyor. 

Çünkü kişi çoğunlukla bu durumun kalp krizi, felç ya da klasik anlamda o ölüm anı olduğunu düşünüyor ve bu şekilde düşünüyor olması o kişinin tedirginliğini iki kat, üç kat arttırıyor.

Dolayısıyla bunun yanlış alarm sonucu ortaya çıkan bir korku hali olduğunu bilmek bununla baş etme sürecindeki ilk Adımdır.

21 Eylül 2015 Pazartesi

Eğer tezgah iyi kurulmuşsa kandırılmak kaçınılmazdır

Bakıyoruz nice akıllı insanlar telefon dolandırıcılarının tüzüğüne düşüyor. Hatta bunlar çevreleri tarafından uyarılmalarına rağmen uyanmıyorlar. 

Neden ? Çünkü alt beyin terör örgütünü duydu, devlet tarafından soruşturulduğunu duydu, hemen orada çağrışım mekanizması devreye giriyor daha önce yaşadığı deneyimler, duyduğu gördüğü o deneyimler, haberlerde izlediği, gazetede okuduğu, başkalarından duyduğu, bizzat kendisinin parçası olduğu yaşantılar çok kısa bir zamanda, saniyenin onda biri kadar  kısa bir sürede beynimizde işlemden geçiyor. 

Bir projeksiyon oluşturuluyor, bir imaj oluşturuluyor ve bu imaj alt beynimizi müthiş derecede tedirgin ediyor, korkutuyor, ve kişi o an bir karanlığın içine düşüyor. Ne yapacağını bilemiyor. 
Karanlıkta.

Kişi karanlığa düştü çünkü daha önce hiç yaşamadığı bir deneyim söz konusu, ne yapacağını bilemiyor orada. İşte bu ne yapacağını bilemediği anlarda kişi emir almaya, yönerge almaya çok açıktır.

Tabiri caizse alt beyin karanlıkta Ve karanlıkta kalan insan ışık arar. Yönelebileceği bir ışık…. Derken bir ışık yanıyor orada.

Fakat bir dakika!.... Bu ışık ne, bu ışığın sahibi kim, bu ışık nerede, bu ışık bizi çıkışa götürüyor mu? İşte o anda insan karanlıkta kaldığı zaman ışığa yönelme eğilimi insanın doğasında var olan bir eğilimdir.

Bir yandan otorite, bir yandan da güven mekanizması devreye sokulmuş, öte yandan güven verici bir ses tonuyla yardımcı olunacağı söyleniyor. Ve kişi o kişinin güdümüne giriyor.

Bitti. Eşleşme gerçekleşti. Alt beyin de herşey gerçekleşti, akıl ve vicdan artık devrede değil. Çok arka planda kaldı. Sesini duyuramıyor. Çünkü adrenalinin etkisi altında. Ve kişi o kişinin güdümüne giriyor. 

Kayıtlara bakıldığında kişi defalarca aranmış, günler süren bir süreç. Bazen haftalar boyu süren bir süreç. İnsan bu süreçte hiç uyanmaz mı? Hiç fark etmez mi?

Burada da başka mekanizmalar devreye giriyor. Prosedür mekanizması devreye giriyor. Kimi insanlar presödür odaklı insanlardır. Onları bu prosedürlerin içine soktun mu beyin artık o süreci otomatikman devam ettirmeye odaklanıyor ve o sürecin içinden çıkamıyor.

Seçenek ci ise kişi, (ki bunlar genetik olarak insanlarda var olan yönelimlerdir) seçenek oluşturmaya çalışır fakat seçenekleri akıl ve vicdan oluşturur. Akıl ve vicdan adrenalinin etkisinde olduğu için devre dışı olduğu için kişi seçenek de oluşturamıyor. Alternatif çözüm de üretemiyor. Çıkmak istediği halde bunun içinde kalıyor.

Prosedurcü kişi ise zaten çıkmayı hiç düşünmüyor. Onun için artık karşı tarafın ona sunmuş olduğu süreç karşısında binlerce lira, on binlerce lira karşı tarafa aktarılabiliniyor.

Her zaman söylediğim bir şey vardır; bir insan bir insanı kandırmak istiyorsa muhakkak suretle kandırır. Onun için Rabbim kötülerle karşılaştırmasın.
Bu tür insanlarla mümkün mertebe karşılaşmayalım, bu tür ortamlardan uzak duralım.

20 Eylül 2015 Pazar

Otoriteye boyun eğme olgusu insanın fıtratında vardır.

2. dünya savaşında Almanya tarafından yürütülen o toplama kamplarında olsun, ister savaş esnasında olsun binlerce insanın öldürülmesine, acı çekmesine neden olan bu faaliyetler iyi eğitimli insanlar tarafından yönetildi.

Bunlar iyi eğitim almış insanlardı, bunlar iyi ahlaklı toplum tarafından örnek gösterilen takip edilen insanlardı. 

Fakat insanlıkla bağdaşmayacak, din ile ahlak olgusuyla bağdaşmayacak şeyler yaptılar. İşte bu otoriteye boyun eğme olgusu olarak tanımlanıyor.

Otoriteye boyun eğme olgusu insanın fıtratında vardır.

1960 lı yıllarda sosyal psikoloji alanında yapılmış Milgram deneyinde, 12 tane denek alınıyor. 25-55 yaş arası, toplumda orta seviyede olan memur, öğretmen, işçi vs. tarzı, herhangi bir suça bulaşmamış, psikolojileri yerinde ortalama yurdum insanları alınıyor. Tabi bu Amerika da yapılan bir deney.

Bu insanlara deniliyor ki sizi bir yarışma programında moderatör olarak kullanacağız. Sizden istediğimiz şey soru sorduğunuz kişi yanlış cevap verdiğinde ona elektrik şoku vermek. Tamam veririz diyorlar. Yalnız her yanlış cevabından dolayı şoku bir seviye arttıracaksınız diyorlar. 

Önünde düğmeler var.
12 tane soru soruluyor. 45 volt ttan başlıyor düğmeler 450 volta kadar çıkıyor. 450 voltta şehir şebekesinin 2 katıdır.

Deney başlıyor ama aslında kendisine soru sorulan kişi bir aktör, oyuncu. Herhangi bir şekilde elektrik şoku falan almıyor. Fakat uygulayan kişi düğmeye bastığında numaradan çığlık atıyor. Kişi bunu duyuyor ve görüyor. Araları camla ayrılmış 2 ayrı paravandalar. Kusura bakmayın elektrik şoku vermek zorundayım diyor ve 45 volta basıyor. 

Sonra kişi 2. Soruyu da bilemiyor bu sefer voltaj yükseliyor 55, 65, 75, 85 95 bu şekilde çıkıyor tabii karış tarafın çığlıkları da ona bağlı olarak artıyor.

Deneyi uygulayan kişiler huzursuzlanmaya başlıyorlar. Bu esnada hemen arkalarında bir profesör oturuyor. O da esasında profesör değil, profesyonel bir oyuncu ve kişinin deneyi yönergelere uygun bir şekilde gerçekleştirip gerçekleştirilmediğini kontrol ediyor. Tabi bu şekilde kameraya da çekilmiş vaziyette.

Bu arada kişiler dönüp elektrik şoku biraz fazla olmaya başladı, karşıdaki kişi acı duyuyor acaba bıraksak mı diyor.
Deneye devam etmemiz gerekiyor, bu profesyonel bir deney, lütfen devam edip size verilen yönergeleri uygulayınız diyor sert bir ses tonuyla.

Deneyin artık ilerleyen zamanlarında voltaj artık 200 leri aştığında ve karşı taraf ciddi anlamda çığlıklar atmaya başladığında karşı taraf ben deneyden çıkmak istiyorum diyor. Yeter artık çok acı çekiyor beni rahat bırakın diyor. Orada o otoriteyi temsil eden profesör devreye giriyor, uygulamaya devam etmelisin bırakamazsın bu aşamada, temelinde insanların iyiliği için yapılmış bir şey bu diyor.

Burada sadece otoriteye itaat yok, otorite boyun eğmeyi insanların iyiliği için gerekçesine de dayandırıyor. İşte bilim insanların iyiliği için çalışan bir kurumdur, her ne kadar şu aşamada karşı taraf zarar görse de, acı duysa da bilimsel gerçekler söz konusuysa buna devam edilebilir. ( ne kadar çarpık bir mantık)

Ki günümüzde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor; bilimsel deneylerde kullanılan insan deneklerden, hayvan kobaylardan acı çektirilen binlerden yüzbinlerden bahsediliyor. Bunların hepsi bilim adına yapılıyor.

2. dünya savaşında da nazi toplama kamplarında ki tutsakların bir kısmı Yahudi idi, bir kısmı çingene idi, bir kısmı Alman olmasına rağmen engelli olan tutsaklardı birçoğu bilimsel deneylerde kullanılmıştır ölmeleri pahasına, acı çekmeleri pahasına. 

Ve işin ilginç tarafı 12 denekten 9 u karşı tarafın çığlıklarına rağmen otoriteye boyun eğerek deneyi tamamlıyor. Karşı taraftaki deneğe tam 450 volt veriyor. Bu çok tedirgin edici bir deney ve bu insanlar asker değil, polis değil, bu insanlar günlük hayatta  toplumda her yerde karşılaşabileceğimiz memur, işçi tarzı insanlar.

İnsanlarda otoriteye boyun eğme olgusunun ne kadar güçlü olduğuyla alakalı çok sarsıcı bir deney. 

Karşı tarafı hayati tehlike yaşama ihtimaline rağmen insanlar % 85 oranında otoriteye boyun eğiyorlar. 

Onüç kişiden sadece 3 ü itiraz ediyor. İşin ilginç tarafı bu insanlar da baştan itibaren itiraz etmiyorlar ilerleyen evrelerde tehlike eşiği tabir edilen 220 volt tan sonra itiraz ediyorlar.

Dolayısıyla insanın tabiatında otoriteye boyun eğme eğilimi var. İşte karşı taraf bunu kullanıyor.

19 Eylül 2015 Cumartesi

Korku aklı bloke eder

Ne diyor telefon dolandırıcıları:

Sizin telefonunuz ya da hesabınız terör örgütünün eline geçmiş diyor ve terör örgütü tarafından çeşitli operasyonlarda kullanılmıştır  diyor. 

Zaten terör örgütü denilince eyvah kişi terör örgütüyle etkileşim içerisine girmiş vaziyette. Ya da mafya ile tehlikeli bir etkileşime girmiş vaziyette. Bu normal sıradan insan açısından günlük hayatta çok da temas edemeyeceği fakat temas etmekten korktuğu bir olgudur.

Ne yapıyor?
Korkuyor.
Bununla birlikte ikinci bir korku unsuru daha. Sizinle ilgili, hakkınızda açılmış olan bir dava var.

Eyvah.
Bir tarafımızda terör örgütü paçayı kaptırmışız oraya, öte taraftan devlet tarafından da şüpheli olarak görünüyoruz.

Bu alt beynimizi tedirgin ediyor. İçimizdeki çocuk korkuyor tabiri caizse. 

Korkmaz mısınız?
Tabiki korkarsınız. Eğer bu konuda bilinçli değilseniz, bu konuda eğitimli değilseniz.

Ama eğer siz, ooo biz nerelerden geçtik, ne terör örgütleri, ne hakimler, ne savcılar, ne yapılanmalar gördük, düştük kalktık diyorsa alt beyin o korku mekanizması devreye girmez.
Tabi o zaman karşıdaki kişi telefonu kapatıyor. Diyorlar ki; bu aradığımız kek değil.

Sizin o taraklarda beziniz yok ise o zaman alt beyin, eyvah varlığımız tehlike altında, bu sıra dışı bir durum güvenliğimiz tehdit altında diyor  ve alarm mekanizmasını devreye sokuyor. Sempatik sinir sistemimizi devreye sokuyor.

Zaten o sempatik sinir sistemimiz devreye girdiği anda sen sen olmaktan çıkıyorsun. 

Böbrek üstü bezlerimizden adrenalin karışıyor kanımıza, adrenalin kan dolaşımımız aracılığıyla bütün bedenimize yayılıyor, bir anda kalp atışlarımız hızlanmaya başlıyor, kaslarımız gerginleşiyor, ışı ışık ses duyarlılığımız artıyor.

Damarların en yoğun olduğu bölge beynimizdir, dolayısıyla kortekstir, dolayısıyla adrenalinden en fazla etkilenen bölge de kortekstir, aklın üzerinde çalıştığı yapıdır.

Adrenalin devreye girdiğinde korteksin etkisi asgari düzeye iniyor. Korteksin faaliyetlerinin asgari düzeye inmesi demek kişinin aklının ve vicdanının devre dışı kalması demektir.

15 Eylül 2015 Salı

Telefon dolandırıcıları ve şebekeleri daha ziyade üst beynimizi değil, alt beynimizi hedef alıyor.

Telefon dolandırıcıları ve şebekeleri daha ziyade üst beynimizi değil, alt beynimizi hedef alıyor. 

Yani diğer bir deyişle içimizdeki çocuğu etkilemeyi, onu kandırmayı hedef alıyor. 

Üst beyini kandırabilmek o kadar kolay değil. Çünkü akıl bir şekilde orada kendini düzeltiyor, vicdan kendini düzeltiyor ama alt beyin üzerinden insanları manüpüle edebilmek, kullanabilmek çok kolaydır.

Reklamlarda bile hep alt beyine yönelik eylemler vardır.

Telefon dolandırıcılığında birincisi hep kendinden emin bir şekilde konuşuyorlardı diyorlar. 

Yani bu konuşan insanlar tiyatro yeteneğine sahip insanlar. Bir savcı gibi bir emniyet amiri gibi konuşuyorlar. Ki bunların her ikisi de insanların bilinçaltında itaat edilmesine zorunlu olan en üst somut otoritedir.

Arka planda da telsiz konuşma sesleri veya bir gürültü veriyorlar sanki bir kamu kuruluşundan aranıyormuş ya da bir karakoldan aranıyormuş havası oluşturuluyor.

Tabi kişinin bilinç düzeyi bu sesleri çok iyi seçemiyor fakat bilinç altımızın algısı bilinç üstümüzün algısının çok daha üstündedir. Üst beyin düzeyinde algılayamayacağımız sesler alt beyin tarafından işitilir ve işleme tabi tutulur. Diğer bir deyişle alt beynimize ben senin için boyun eğmen gereken bir otoriteyim mesajı veriliyor.

Bu otoriteye boyun eğme olgusu insanın fıtratında vardır.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Yetişkşn tarafımız mı yoksa çocuk tarafımız mı devrede

İçimizdeki ses anne babamızın ağzıyla konuşmaya başladığı zaman içimizdeki çocuk devreye giriyor. 

O çocuk kaç yaşlarında 3-4-5-6 yaşarında diyelim. Bir çocuk için ebeveyni nedir? Astığı astık, kestiği kestik söyledikleri kanundur. 

Yetişkin tarafımız bunları akıl süzgecinden geçiriyor ama içimizdeki çocuk bundan etkileniyor. 

Dedik ya duygular alt beynimizde oluşuyor. Dolayısıyla o yapı direkt alt beynimizi harekete geçiriyor. Direk duygu durumumuzu değiştiriyor. 

Ve bizde diyoruz ki; ben şimdi niçin korktum ki? Neden bu kadar kafaya taktım. Neden bu kadar büyüttüm. 

Çünkü içindeki ses yani anne baba tarafın konuşmaya başladı. Ve bu konuşma çocuk tarafını etkiledi. 

Ve bu etki duygu olarak tezahür etti. O zaman bir şekilde içimizdeki o anne baba tarafımızla iletişime geçip onu anlayıp hissetmek durumundayız. 

İnsiyatifi ondan almak durumundayız.
Bunu nasıl yapacağız. Bu aşama aşama. Öncelikli olarak onu tanımış olduk.

Peki anne baba tarafımızla nasıl iletişime geçeceğiz. Bu yapıyı nasıl yöneteceğiz? 

Konuşmalarına bizim içsel işlevlerimize, düşünce duygu ve davranışlarımızın uyum süreçlerine olan etkisini nasıl yöneteceğiz?

Bunları ayrıca ele alacağız.

12 Eylül 2015 Cumartesi

yetişkin tarafımızı devreye sokmamız gerekiyor.

Öncelikli olarak yetişkin tarafımızı devreye sokmamız gerekiyor.

Anne baba tarafımızın farkına vardık mı? Vardık.

Onu iyi anlamak, iyi tanımak durumundayız.

Peki bunu nasıl yapacağız.
Hemen bir uygulama yapalım. Onu karşımızda hayal etmenizi istiyorum. İçinizde konuşan o yapıyı hayal etmenizi istiyorum. 

Nasıl birisi? Anneniz mi canlanıyor gözünüzün önünde, babanız mı? Yoksa her ikisi birlikte mi canlanıyor. 

Tanımadığınız birisi mi var yoksa gözünüzün önünde? Biz buna görsel düşünme diyoruz. Onunla rabıta kurun, irtibata geçin. Onu hayal edin bakalım. 

Ve o konuşurken içinizdeki o anne baba yönünüzün kaç yaşındaki hali gözünüzün önünde canlanıyor. O yaşlar sizin kaç yaşlarınıza tekabül ediyor.

Benim şahsen baktığım zaman gözümün önünde genç bir anne baba canlanıyor. Belki benim üç, dört, beş, altı, yedi yaşlarıma tekabül eden bir evre. Onların o gençlik halleri. 

Sizde bir bakın karşınızda canlanan o anne baba ki illa anne baba olmak zorunda da değil. Ebeveyn konumunda olan başkası da olabilir. Teyzeniz, amcanız, halanız, anane babaanne, hocanız, öğretmeniniz de olabilir. Kim onlar kaç yaşlarındalar ve sizin kaç yaşlarınıza tekabül ediyor şöyle bir tespit edin.

Bu neden önemli?

Çünkü içimizdeki o yapı konuşmaya başladığı zaman içimizdeki çocuk devreye giriyor. O çocuk kaç yaşlarında 3-4-5-6 yaşarında diyelim. 

Bir çocuk için ebeveyni nedir? Astığı astık, kestiği kestik söyledikleri kanundur. Dolayısıyla anne babamızın o dönemdeki yaklaşımı, söylemi, tarzı içimizdeki çocuğa yönelik. 

Yetişkin tarafımız bunları akıl süzgecinden geçiriyor, vicdan süzgecinden geçiriyor. Ama içimizdeki çocuk bundan etkileniyor. 

Dedik ya duygular alt beynimizde oluşuyor. Dolayısıyla o yapı direkt alt beynimizi harekete geçiriyor. Direk duygu durumumuzu değiştiriyor. Ve bizde diyoruz ki; ben şimdi niçin korktum ki? Neden bu kadar kafaya taktım. Neden bu kadar büyüttüm. 

Çünkü içindeki anne baba tarafın konuşmaya başladı. Ve bu konuşma içindeki çocuk tarafını etkiledi. Ve bu etki duygu olarak tezahür etti. O zaman bir şekilde içimizdeki o anne baba tarafımızla iletişime geçip onu anlayıp hissetmek durumundayız. İnsiyatifi ondan almak durumundayız.

Vicdanımız anne babamızın ağzıyla konuşur

Bazı insanlara bakıyoruz, aşırı derecede baskıcılar, müdahaleciler. Eşlerine karşı, çocuklarına karşı, patronsa çalışanlarına karşı, ast olarak kimi görüyorsa ona karşı böyle baskıcı ve müdahaleci bir yaklaşım sergiliyorlar. 

Burada da sen kalıplayıcı anne baba tarafınla yaklaşıyorsun demektir. Mesela babanızın kalıpları vardır ve sizden onun gibi kalıplayıcı, ip gibi olmanızı bekledi. 

Peki siz ne yaptınız? Ben hayatım boyunca onun bu yaklaşımından hiç hoşlanmadım ama uyum gösterdim. 

Çünkü bağırıyordu çağırıyordu, kızıyordu,  dövüyordu, annem üzülüyordu, huzursuzluk çıkmasın diye idare ediyordum. 

Ne oldu zaman içerisinde? Farkında olmadan Babanı modelledin. Hani anne ve babalar şikayet ederler ya! Ya hocam anne ve babamın yıllarca bana olan yaklaşımından şikayet ettim, tan ettim, buğz ettim, kendime sözler verdim. 

Ben büyüdüğümde böyle anne ve baba olmayacağım diye. Ama gel gör ki bugün anne ve babamın hatalarını ben de tekrarlıyorum.

İşte bunun sebebi bu. İçimizde anne baba tarafımız var ve o anne baba tarafı anne babamızı modelledi. 

Evet biz yetişkin tarafımızla, aklımızla anne babamız bize karşı sağlıklı yaklaşımlar sergileyemedi.

Allah onlardan ebeden razı olsun. Fakat tavırları, yaklaşımları sağlıklı değildi. Yetişkin tarafımızla biliyoruz bunu. 

Fakat yetişkin tarafımız devrede değil ki çocuğumuzla iletişim kurarken, eşimizle iletişim kurarken, astımızla iletişim kurarken ya da çevremizdeki insanlarla iletişim kurarken yetişkin tarafımız devrede değil ki. 

Hangi tarafımız devrede? Anne baba tarafımız devrede. Ne oluyor anne baba tarafı devrede olduğunda? O babadan anneden gördüğü kalıplayıcı, müdahaleci, baskıcı bir şekilde yaklaşıyor. 

Kafasında şablonlar var ve karşısındakini o şablonlara sıkıştırmaya çalışıyor, baskı yapıyor, yeri geldiğinde şiddet uygulamaktan, azarlamaktan kaçınmıyor. Ya da küsüyor, uzaklaşıyor, kırılıyor, benim istediğim gibi değilsin diyor. 

Böyle insanların çocukları ya aşırı derecede uyumlu bağımlı tipler olur ya da aşırı derecede özgür, hırçın tipler olur. Böyle insanlar kişiyi ya bağımlı hale getirir ya da isyankar, tepkili hale getirir. Zordur bu tür insanlarla baş etmek.

İçimizdeki ses yani anne baba tarafımız ne söylüyor

Bu yapı söyledikleri itibariyle 2 ye ayrılır;

1. Koruyucu anne baba; ki bazı anne babalara bakarız koruyucudur, kollayıcıdır. Aman yavrum dikkat et, üşütürsün, soğuk içme, terleme vs. üzerine titrer. Acır, şefkatle, merhametle yaklaşır. Bizim bütün istek ve arzularımızı karşılamaya çalışır elinden geldiğince.

Bu iletişimi biz çocuklarla iteşim sürecinde onaylıyor muyuz? Hayır onaylamıyoruz. Bu yaklaşım çocuğun büyümesine mani olur. 

Evet zahiren bakıldığında çocuk büyüyor fakat onun aklı yeterince olgunlaşmıyor. Çünkü anne ve babanın gölgesi altında. 

Bu tarz insanlara baktığımız zaman onlar büyüdüklerinde de koruyucu anne baba taraflarının devrede olduğunu görüyoruz. 

Koruyucu anne baba tarafı gerek kendileriyle ilgili iletişim sürecinde devreye giriyor, aman evladım üşütürsün, hasta olursun, dikkat et vs. konuşuyor ve bizi baskılamaya devam ediyor. 

Bizim başkalarıyla olan ilişkimizde de devreye giriyor bu koruyucu anne baba tarafımız. İşimize sanki bizim çocuğumuzmuş gibi davranıyoruz.

Çocuğumuza büyümesine, yavaş yavaş kendi ayakları üzerine durabilecek yaşa gelmesine rağmen sanki korunmaya kollanmaya muhtaçmışçasına yaklaşıyoruz. Patronsak çalışanlarımıza aşırı kollayıcı yaklaşıyoruz.

11 Eylül 2015 Cuma

İçimizdeki anne baba konuşunca...

Hani kimi zaman içimizdeki sesten yakınırız ya, içimizdeki ses sürekli beni eleştiriyor, içimdeki ses sürekli bana ne yapacağımı söylüyor, içimdeki ses beni suçluyor, içimdeki ses bana acıyor. İşte o ses çoğu zaman içimizdeki anne baba tarafımızın sesi.

Eğer bir yerde çocuk varsa anne-babalar da vardır. İçimizde de eğer bir çocuk varsa ki var, o çocuğa nezaret eden, izleyen, takip eden, gözeten, ona yönergeler veren, ona müdahalelerde bulunan, koruyan, kollayan, onu terbiye etmeye çalışa, onu dış dünyanın tehlikelerinden korumaya çalışan bir yapı da muhakkak suretle vardır.

İşte buna biz anne baba tarafımız diyoruz. Evet iç dünyamızda, beynimizde bir ebeveyn tarafımız var.

Nasıl oluşuyor bu anne baba tarafı?
Nasıl ki ülkelerin birbiri nezdinde büyükelçilikleri varsa, insanların da özellikle de bizim hayatımızda özel bir yeri olan insanların da zaman içerisinde bizim üzerimizde bir temsilcilikleri, bir karşılıkları oluşmaya başlıyor.
Ki bizim hayatımızdaki en önemli insanlarda anne ve babamızdır. 

Çocukluk döneminde her an bize nezaret ederler. Her an bizler onların gözetimi altındayız ve her an her şeyimize yorum yaparlar, konuşurlar, bize yönergeler verirler, tavsiyeler verirler, bazen bize kızarlar, bazen bizi eleştirirler, suçlarlar. 

Bütün bu eylemler, söylemler bizim iç dünyamızda bir karşılık meydana getirir. Beynimizde anne babamıza karşılık bir yapı oluşur.

Sonra biz büyürüz. Fakat bu oluşan yapı var olmaya ,işlemeye  konuşmaya devam eder.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Zorlantılı davranışlar

Zorlantılı davranışlar kişinin yapmak istemediği fakat kendini yapmak zorunda hissettiği davranışlardır.

Peki bir insanın bu şekilde saçma davranışları yapmasını zorlayan şey nedir?

Gerilimdir

Kişi o gerilimden kurtulmak için yapar bu davranışları.
Şehirlerarası bir yola çıktıktan ve 80-100 km yol aldıktan sonra acaba ütünün fişini çektim mi diyerek o 80-100 km yoldan geriye dönen insanlar var.

Niye geriye dönüyorlar. Çünkü gergin, çünkü huzursuz. Eğer geri gelmezse onun o tatili burnundan gelir. Tatil boyunca sürekli kafasının bir tarafında ütü prizde mi, şu an elektrik sarfiyatı söz konusu mu, yangın çıkar mı? Sorularıyla o tatil o kişiye zehir olur.

Sadece kendisine zehir etmez, ailesine, eşine ve çocuklarına da zehir eder. Bundan dolayı boş ver deyip o 80-100 km yolu geriye dönerler ve kontrol ederler.

Kontrol ettiklerinde ütünün fişini çektiğini görüyorlar. Ama olsun o gerilimle, o huzursuzlukla geçirmektense en azından içim rahat etti.

Alt beynimiz her şeyi siyah ve beyaz olarak görür. Çektiğine %100 emin misin diyor? Kardeşim ben %99 çektiğime eminim diyor. Yani %100 emin değilsin diyor. 

Tamam %100 emin değilim ama % 99 eminim diyor. Olmaz sen %100 emin değilsen bu durum beyaz değil diyor. 

Beyaz değilse o zaman tehlike var demektir. Ya beyaz değil ama siyah da değil. İşte o alt beynimiz hayatı siyah beyaz olarak görür. Onun için bir durum ya güvenlidir, ya değildir. İnsan ya iyidir, ya kötüdür. Ya güzeldir, ya çirkin dir ortası yoktur alt beynimizin hiç.

Çünkü aşırı derecede duyarlı hale gelmiştir olaya, güvenlik boyutuyla bakmaktadır.

Eğer bir şeyden %100 emin değilse o zaman alt beynimiz hemen alarma basıyor. Eyvah bir tehlike var diyor ve buna bağlı olarak böbrek üstü bezlerimizden adrenalin hormonu salgılanıyor. 

Bu adrenalinin etkisiyle kişi aşırı derecede geriliyor, bu gerilimden kurtulmak için o zorlantılı davranışları sergiliyor.

1 Eylül 2015 Salı

Eşinin durağanlığından ve sıradanlığından yakınan bir dinleyicime verdiğim cevap...

"Sendeki gelişime bağlı eşinle arandaki makas git gide acilyor bu aranızdaki sorunların derinleşmesine ve bir kopuşa neden olabilir . Lakin bunun çözümü eşini dönüştürmeye çalışmak degildir. Zira erkekler buna güçlü bir sekilde direnç gösterirler .

Sahip olduğun bilgelik ve tecrübeyi onu artı ve eksileriyle oldugu gibi kabule ve sevmeye yöneltirsen aranızdaki makas ne olursa olsun birlikteliğiniz esenlikle devam eder. "

Siz ne dersiniz ?