31 Ağustos 2015 Pazartesi

Annesinden yakınan bir okuyucuma verdiğim cevap

Annesinden yakınan bir okuyucuma verdiğim cevap...

"Anne ve babalarımız bizi yetiştirme sürecinde bize farkında yada değil bir çok zararlar vermiş olabilirler. Bununla birlikte bizlere kazandırdıkları artılar da göz ardı edilemez . Bu artıları ve Mevlânın bize bahşettiği kaynakları kullanarak onların dikenlerinden kendimizi koruyabilir ve onlarla ilişkilerimizi sağlıklı bir tarzda sürdürebiliriz "

Siz ne düşünüyorsunuz ?

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Duygu davranıştan bir önceki aşamadır.

Duygu davranıştan bir önceki aşamadır. Duygu aracılığıyla bedenimiz bir davranışa hazırlanır. 

Mesela adrenalin hormonu salgılanır korku duygusu açığa çıkartılır. 

Korku duygusuyla bedenimiz kaçma davranışına hazırlanır. O anda karnımız, kollarımız, bacaklarımız, sindirim sistemimiz, gözlerimiz vs.. bütün bedenimiz bu davranışa hazırlanır. 

Hepsi de bilir o davranışın ne olduğunu. O davranış kaçmaktır. 

Evet bedene hazır ol kaçacağız komutu geldi adrenalin hormonu aracılığıyla. 

Hormonlar iletişim araçlarıdır. Beynimizin bedenimizle iletişim kurma sürecinde kullanmış olduğu sinir sisteminin yanı sıra kullanmış olduğu diğer bir aracı hormonlardır. 

Adrenalin hormonunu gördüğünde beden bilir ki biz şimdi kaçacağız ve kendini ona göre hazırlar. Kendini kaçmaya hazırlar.

Bizler kaçmamaya, direnmeye aht etmişizdir. Ama bedenimiz aldığımız o kararların aksine bambaşka moda girmiştir. Kaçış moduna girmiştir.

Sonra bir bakarız ki kaçıyoruz.

25 Ağustos 2015 Salı

Neden anne babamızı artı ve eksileriyle olduğu gibi modelliyoruz?



Çünkü bizim iki tane beynimiz var. Bir üst bir de alt beyin. 

Düşünceler üst beyinde oluşuyor, duygular ise alt beyinde oluşuyor. 

"Ben çocuğumu kıyaslamayacağım,  ben onu dövmeyeceğim, ben o ona kötü sözler söylemeyeceğim vb.  ” bu kararları bizler üst beynimizde alıyoruz. 

Bu düşüncelerimizin davranışa dönüşebilmesi için duyguya ihtiyaç var. Duygular da alt beynimizde oluşuyor. 

Tabi alt beynimiz olaya üst beynimiz gibi bakmıyor. İçimizdeki çocuk da diyoruz o alt beynimize. Neden? 

Çocuksu bir yapı çünkü ve ağırlıklı olarak çocukluk döneminde şekilleniyor.  Çocukluk dönemi parametreleri ile hareket ediyor. 

Çocukluk döneminde oluşturduğu o haritalarla dünya da yolunu bulmaya çalışıyor o alt beynimiz.

Peki çocukluk döneminde onun idolü, takip ettiği rehberi kim?

Elbette ki annesi ve babası.
Dolayısıyla anne ve babanın davranışları her ne kadar çocuğun hoşuna gitmese de, çocuk bunun mağduru olsa da, bundan fiziksel ve duygusal olarak zarar görse de yapıyorlarsa muhakkak bir hikmeti vardır, bir sebebi vardır, onlar bizim kötülüğümüzü istemezler diyerek o davranışları haritaya işaretliyorlar. 

Olumlu davranışlar olarak ,yeri geldiğinde sergilenmesi gereken davranışlar olarak işaretliyorlar.

Anne babamızın olumsuz yönlerini de modelleriz

Neden bir insan anne ve babasında var olan ve yakındığı, şikayet ettiği, belli ölçüde mağduru olduğu o hataları kendisi de bir ebeveyn olduğunda sergiler?

Anne babamız bizi hayata ellerinden gelen en iyi şekilde hazırlamaya çalıştılar. Bu süreçte fiziksel, duygusal, sosyal ihtiyaçlarımızı karşıladılar. Ellerinden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettiler.

Bununla beraber onlarda insanlardı. Onlarda gökten zembille inmemişlerdi. Düşe kalka geçmişlerdi bu yollardan. 

Dolayısıyla onlarında hataları, kusurları, bazı zaafları vardı ve bunlar ister istemez bizlere yansıdı. Bizler küçük bir çocuk olarak bunlara şahit olduk. Bunların belli ölçüde mağduru da olduk.

Ve kendi kendimize ahd ettik.
Dedik ki; Ben büyüdüğümde bu hatalara, bu yanlışlara düşmeyeceğim.

Diyelim ki, anne babası sertse kişinin, ben çocuğuma karşı yumuşak olacağım.
Ya da anne babası şiddet uyguluyorsa, ben çocuğuma asla şiddet uygulamayacağım.

Anne babası eğer, 
kıyaslıyorsa, aşağılıyorsa, hakaret ediyorsa, ben kesinlikle bunları yapmayacağım diyerek belki çocukluk döneminde aht etmiş bile olabilir.

Fakat gelin görün ki  gün geliyor, zaman geçiyor bu bizim anne ve babasının hatalı tutumlarından yakınan çocuk anne - baba oluyor ve bu hataları tekrar ediyor.

Bunlardan yakınıyor olmasına rağmen anne ve babasının o hatalı tutumlarından yakınıyor olmasının ötesinde kendisi de bu hataları sergiliyor ve bunları düzeltemiyor.
 

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Depresyonun belirtileri nelerdir?

Kendinizi yorgun hissediyor musunuz? İsteksizlik, boş vermişlik hali var mı? 

Anlamsızlık, Bir şeylerden tat tuz alamama var mı? 

İçinizden hiçbir şey yapmak gelmiyor mu? Uyku, yemek, cinsellik gibi aktivitelerinizde azalma söz konusu mu?

Niye yaşıyoruz ki, ölsek de kurtulsak, bitse de gitsek bu tarz düşünceler zihnimizden geçiyor mu?

Bu belirtilerin zaman zaman var olması bizim depresyonda olduğumuzu mu gösterir?

Elbette ki değil. Hepimiz yaşam olaylarının getirdiği o ağırlığa, o basınca bağlı olarak kimi zaman böyle hissedebiliriz. Bu fıtri bir tepkidir.

Peki hangi durumda depresyonda oluyoruz?

Eğer bu saymış olduğumuz belirtilerin tamamı ya da önemli bir bölümü 1 ayı geçkin bir süre, ortadan kaybolmaksızın ya da azalma eğilimi göstermeksizin sürekli varsa o kişiye depresyon tanısı koyuyoruz.

Yaşam kalitemiz düşerse sonuç:Depresyon

Depresyon psikolojik rahatsızlıklar içerisinde görünme sıklığı en yüksek olan psikolojik rahatsızlıktır. 

Depresyonun kadınlarda görünme oranı erkeklerin kine oranla biraz daha fazladır. Toplumun %5 ile % 10 gibi bir kesiminde depresyon görünmektedir. 

Önümüzdeki 10 yıl içerisinde depresyonun en çok iş kaybına neden olan ikinci hastalık olması öngörülüyor. 

Özellikle de kent hayatı, bireyselleşmenin hat safhaya varmış olması, kişinin beyninin kimyasını olumlu yönde etkileyecek aktivitelerden uzak kalması, fıtratın bozulması vb. gibi faktörlere bağlı olarak depresyon oranı git gide artıyor.

16 Ağustos 2015 Pazar

Icimizdeki çocuğun çocuklarımızla iliskisi nasıl

Çoğu anne babaya bakıyoruz çocuğuyla ilişkisini kendi içindeki çocuk üzerinden gerçekleştirir. 

Diyelim ki çocukluk döneminde bazı korkular yaşadık . 

İçimizdeki çocuk o korkuları geçmişten günümüze taşıyor ve kendi şahsımızda o korkularımızı çocuğumuza yansıtıyoruz ve onun özgürlüğünü kısıtlıyoruz. 

Fazlasıyla koruyucu, kollayıcı, müdahaleci bir ebeveyne dönüşebiliyoruz. Bunun sebebi çocukluktaki korkularımızdır .

Kimisi bunun farkındadır bunu yönetir, kimisi de bunun farkında değildir.

Diyelim ki kişi çocukluk döneminde yeterince özgür olamamışsa o da kendi çocuğuna yeterince otoriteyi uygulayamıyor, ona kıyamıyor. Kendisi küçükken çok dayak yiyip çok baskılandığı için içindeki çocuk genellikle kendi çocuğumuzla ve başka çocukluklarla özdeşim kurar.

Ve kendi yaşayamadığı özgürlüğü çocuğuna yaşatmak suretiyle içimizdeki çocuk o özgür olma ihtiyacını, o hür olma ihtiyacını bir şekilde gerçekleştirir. 

Buna biz YANSITMA diyoruz.
Hani eşeğini dövemeyen semerini dövermiş derler ya bu da o hesap. 

Bu bazen olumlu yansıtma bazen de olumsuz yansıtma olabiliyor. 

İçindeki çocuğun etkisiyle kişi bu süreçte kevni ve kelami prensipleri dikkate almaya biliyor. 

O babalık annelik rolünü ihmal edebiliyor. Ve çocuğuna olması gerektiğinden çok daha fazla özgürlük veriyor bu da çocuğun hayatla uyumunu bozuyor. 

Çocuk oto kontrol mekanizmasını geliştiremiyor, çocuğun dünyasında bir otorite kavramı oluşmuyor. 

Dolayısıyla otoriteye itaat etme, çevresel kurallarla uyumlu olma gibi yetenekleri gelişmiyor. Bu da sorunların yaşanmasına neden oluyor.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Fıtrat alacaklarından vaz geçmez

Biz kaç yaşına gelirsek gelelim eğer fıtrat kendini gerçekleştirememişse, ihtiyaçlarını karşılayamamışsa o kendini gerçekleştirme ve ihtiyaçlarını karşılama çabası içerisindedir.

Örneğin; ergenlik dönemini gerektiği gibi yaşayamamışsa içimizdeki çocuk diğer bir deyişle fıtrat geç ergenlik dediğimiz bir olguyla karşılaşabiliyoruz 40 lı yaşlarda. 

Buna orta yaş sendromu da deniliyor. Dilimize “40 ından sonra azanı teneşir paklar” sözü boşu boşuna girmiş değil.

Bunun esasında bilimsel bir karşılığı var. Dilimizdeki o atasözleri ve deyimlerin hemen hemen tamamı binlerce yıllık tecrübeden süzülmüş olan ifadelerdir. Ve hepsi temelde bir bilimsel gerçeğe işaret etmektedir.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Senin çocuğunla ilgili planların varsa O'nun Mevlasının da var

Bu çocuk benim istediğim şekilde, istediğim özellikleri veririm onun beynine diyemezsin. 

Bir şeyi yaptığını zannedersin aradan zaman geçer bir bakarsın ki yıkılmış yok olmuş o.

Allahü Tealanın o çocuk üzerindeki planlarını dikkate alarak üzerine bir şeyler inşa edeceğiz.  O planı dikkate alarak inşa edersen, fıtratı dikkate alırsan o binalar kolay kolay yıkılmaz.

Ama sen onu dikkate almaz isen, kendi kafana göre bir şeyler yapmaya çalışırsan o çocuk hayatın içerisinde ilk yaşayacağı sarsıntıda senin inşa ettiğin o kişilik çöker. 

O açıdan çocuklarımıza yaklaşırken Mevla tarafından yapılan planları dikkate alacağız, onlar genler aracılığıyla beynine yerleştirildi, onları dikkate alırsak herşey çok daha kolay olacaktır. Yoksa sıkıntılı olacaktır. 

11 Ağustos 2015 Salı

Temeli Mevla atar binayı ana baba çıkar

Anne baba yakınıyor ,

-Hocam bizim çocuk hiç kendini savunamıyor, ben ona dedim kaç kere sana vurana sen de vuracaksın diye yine de yapamıyor .

Şimdi eğer çocuk dışa dönük bir yapıya sahipse bunu yapar. Fakat içe dönük yapıya sahip bir çocuksa bunu yapamaz. 

Onun stratejisi daha ziyade geri çekilmek şeklindedir. Bunu genler belirler. 

Bu fıtrattır, yaratılıştan gelen bir şeydir. Sen o çocuğa sen de kavga et, sende vur diyerek yapamayacağı, başaramayacağı, kendisinde alt yapısı olmayan bir şeye zorluyorsun. 

O zaman çocuk bunu eline yüzüne bulaştırır. Kavga eder, haklı davasında haksız duruma düşer. Kavga edebilir ama bunu beceremez çünkü bunda genetik alt yapısı yoktur.

Bazı çocuklar öyle güzel kavga ederler, haklarını öyle güzel savunurlar ki, çünkü onlarda bunun genetik alt yapısı vardır. 

Bunlara baktığımız zaman dışa dönük çocuklar olduklarını görüyoruz. 

Bazı çocuklar da bir türlü kavga etmeyi saldırmayı beceremez. O zaman onun fıtratını göz önünde bulundurup ona saldırmayı değil savunmayı öğreteceğiz. 

Çocuğu savunma sporlarına göndereceğiz orada o savunmayı öğrenecek.

Beyinlerinde var olmayan bir şeyi var edebilmemiz kesinlikle mümkün değildir. Bu suya yazı yazmak gibi bir şeydir. Ve zaten bizden istenen şey de bu değildir. 

Çünkü o var etmek istediğiniz şey onun faydasına olacak, onun ihtiyacı olan bir şey değildir. Eğer olsaydı zaten Mevla onun alt yapısını oluştururdu , temelini atardı sende üzerine binayı çıkardın.

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Vermeyince mabud ne yapsın Sultan Mahmud

Bir konuyu çocuğumuza anlatırken o konuyla ilgili çocuğun beynindeki konnektomları , nöral yolları dikkate alacağız. 

Acaba orada öyle bir yol var mı?

Diyelim ki çocuğumuzun dindar olmasını istiyoruz, ibadetlerine dikkat etmesini istiyoruz. Fakat bakıyoruz beyninde  o kennektomlar yok, yani o çocuğun genlerinde dindarlık yok , o zaman o çocuk dindar olmaz. Bakın dinsiz olur demiyorum. Sadece senin istediğin tarzda bir dindar olmaz.

Ama ileride o yollar açılabilir tabiki.

Sabırla o yolun açılmasını bekleyeceksin. Her şey programlanmış. O program da insanın beynine yüklenmiş. Kader programı insanın beynine yüklenmiştir.

Levha mahfuzun bir izdüşümü olan o yollar bizlerin ve çocuklarımızın beyninde mevcut.

O yolları dikkate almalıyız. Nasıl ki çocuğumuzu yedirirken onların iştahını dikkate alıyoruz bu konuda da onların gerçeğini dikkate almalıyız.

Onunla savaşa girersen eğer onu terbiye etmiş olmuyorsun fıtratını bozmuş oluyorsun. O kazanırsa da evet çocuk fıtratını korumuş oluyor belli ölçüde ama seninle olan ilişkisi bozulmuş oluyor.

Anne babasının yol göstericiliğinden mahrum kalmış oluyor. Bunun dünyevi ve uhrevi sonuçları var bunlara katlanmak durumunda kalıyor.

Çocuk güvenli kipte iken terbiye olmaz

Günümüzde çocuklara baktığımız zaman, özellikle de ergenlere baktığımız zaman birçok ergenin beyni güvenli kipte çalışıyor.

Çünkü anne ve baba, sistem, toplum, çevre öylesine müdahalelerde bulunuyor   ki onun gerçeğini göz ardı ederek.

Çocuk kendini koruyabilmek için güvenli kipe geçmiş.

Konuşuyorsun bir kulağından giriyor öbür kulağından çıkıyor. Hatta bazıları girmiyor bile. Çünkü güvenli kipte. 

Çünkü anne ve baba onun gerçeğini dikkate almamış.

Ona bir şeyler anlatabilmemiz, ona önder olabilmemiz için çocuğu güvenli kipten çıkarmamız gerekiyor. 

Bunun yolu da onun gerçeğini anlamak, bilmek ve saygı duymaktan geçiyor.

O açıdan anlaşılmak çok önemlidir.

Nasıl ki çocuğumuzu yedirirken onların iştahını dikkate alıyoruz bu konuda da gerçeğini dikkate almalıyız.

Onunla savaşa girersen eğer onu terbiye etmiş olmuyorsun fıtratını bozmuş oluyorsun. 

O kazanırsa da evet çocuk fıtratını korumuş oluyor belli ölçüde ama seninle olan ilişkisi bozulmuş oluyor.

Anne babasının yol göstericiliğinden mahrum kalmış oluyor. 

Bunun dünyevi ve uhrevi sonuçları var bunlara katlanmak durumunda kalıyor. 

O açıdan özellikle de günümüzde çok dikkatli olmak gerekiyor. Bu iş zannedildiği kadar da zor bir iş değil. Biz zorlaştırıyoruz.

Ayeti Kerime de “Biz sizin için zorluk dilemeyiz” diyor. 

Mevla o çocukları bizim başımıza bela olsun diye vermiyor, bize ayak bağı olsun diye vermiyor. 

9 Ağustos 2015 Pazar

Çabalarımızın sonuç vermesi icin çocukta karşılığı olan şeyler yapmalıyız

Çocuklarımızı çok iyi yetiştirmemiz gerekiyor.

Ancak Onları yetiştirmek adına yaptığımız çoğu şeyin sonuca etkisi yoktur. Boşuna emek, zaman ve kaynak harcıyoruz .

Çocuğumuzu yormaktan, yıpratmaktan, kendimizi telef etmekten, aradaki ilişkiyi sıkıntıya sokmaktan başka bir işe yaramıyor bunlar.    

Çabalarımızın sonuç vermesi icin çocukta karşılığı olan şeyler yapacağız. Onda karşılığı yoksa denize yazılan yazı gibi oluyor tabiri caizse, kaybolup gidiyor, kendimizi de çocuğumuzu da boşuna yoruyoruz.

O açıdan doğacak oğlak kendini belli eder derler ya atalarımız ne güzel demişler.

Çocuklarımız önden gidecek bizler onları takip edeceğiz, ona göre tavrımızı, tarzımızı belirleyeceğiz. 

Yoksa anne ve baba çocuğunu eğitme sürecinde hayata hazırlama sürecinde onun fıtratını dikkate almaz ise eğer onun genleriyle, beynindeki kennektomlarla , onun gerçeğiyle bir savaşa giriyor. 

O andan itibaren genler, sistem kendini korumaya alıyor güvenli kipe geçiyor .

6 Ağustos 2015 Perşembe

Derdim bana derman imiş

Kendimizi tanıyalım, kendimizi bilelim, bizler basit, sıradan, tesadüfen var olmuş varlıklar değiliz. 

Sahip olduğumuz özellikler, artılarımız ve eksilerimiz, kontrolsüz bir şekilde var olmuş şeyler değildir. 

Zaaflarımız kimi zaman yaratılıştan geliyor kimi zaman da çocukluktan geliyor. Dolayısıyla bunlar kaderin rötüşları, dokunuşlarıdır. Bunların var olmasının hikmetlerini hiçbir zaman aklımızdan çıkartmamalıyız. 

Kendimizde baktığımız zaman kusur gibi görünen özellikler bizi yolumuzda tutan, hedeflere yönelten ,  yolumuzdan çıkmamıza mani olan unsurlardır. 

Olaya bu şekilde bakabilmek lazımdır.Çünkü bunlar o sanatçının sanatının bir eseridir.  Bu sanatın hikmetsiz olması, diğer bir deyişle o sanatın içindeki kusurların sebepsiz olması, amaçsız olması, faydasız olması, ölçüsüz olması kesinlikle düşünülemez.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Muhtaç olduğumuz kudret Fıtratımızda mevcuttur

Yerlere göklere, dağlara teklif edilmiş ama onların üstlenmeye cesaret edemedikleri bir sorumluluk var 

Ve o bizim bunu başarmamızı bekliyor. Bunun üstesinden gelmemizi istiyor. 

Onun için o zorluğun yanındaki kolaylık olarak bizi bütün yazgımızın barındırdığı bu zorluklarla baş edebilecek, fırsatları değerlendirebilecek özelliklerle donatmıştır.

Muhtaç olduğumuz kudret fıtratımızda, içimizde mevcut. 

O zaman başkası olmaya çalışmak yerine, başkaları gibi olmaya çalışmak yerine aslımıza, özümüze dönmek, kendimiz olmak, kendimizi keşfetmek son derece önemlidir. 

Zira Mevla bizi kisisel özelliklerimiz ile donatırken bizi bekleyen yazgıyı dikkate almış, sorunlarımızı çözebilmemiz için muhtaç olduğumuz nitelikleri bize bahşetmiştir.

4 Ağustos 2015 Salı

Her insan parmak izi kadar özeldir

Bir kul her ne için yaratılmış ise o şey ona kolaylaştırılmıştır.

Bu ne demek? O insan hayatın içerisinde karşılaşacağı zorluklarla baş edebilecek, sorunların üstesinden gelebilecek ve karşısına çıkacak fırsatları değerlendirebilmek için gerekli fizyolojik ve psikolojik özellikler ile donatılmıştır.

İşte bu psikolojik özellikleri barındıran yapıya biz DUYGUSAL ZEKA diyoruz. 

Ve her insanın duygusal zekası kendine özgü ve onu bekleyen kadere özgüdür.

Bazen başkalarına özeniriz. Özellikle anne ve babaların çocuklarıyla ilgili böyle öykünmeleri de olur. 

Fakat biz bilmiyoruz ki bizim sahip olduğumuz özellikler bizi bekleyen yazgı referans alınarak, dikkate alınarak bize bahşedilmiştir. Her insan parmak izi kadar özeldir, biriciktir. 

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Duygusal zeka Fıtrattan kaynaklanır

İnsanoğlunun doğuştan getirdiği özellikler var. Bunlar genler tarafından belirleniyor. Yaratılış kodlarımız diğer bir deyişle fıtratımız. 

Bunları biz seçmiyoruz, cinsiyetimizi biz seçmiyoruz, fizyolojik özelliklerimizi biz seçmiyoruz, psikolojik özelliklerimizi biz seçmiyoruz, yeteneklerimizi biz seçmiyoruz. 

Hepimiz dünyaya geldiğimizde çeşitli yeteneklerle donatılmış bir şekilde dünyaya geliyoruz.

Bu yetenekleri biz 2 ye ayırıyoruz.

1.     Yaygın yetenekler
2.     Örgün yetenekler

Yaygın yetenekler derken her insanda var olan yetenekleri kast ediyoruz. Yemek, içmek, uyumak, konuşmak, gibi yetenekler.

Örgün yetenekler de kişiye özel yeteneklerdir. Bir insanda var olan bir yetenek diğer bir insanda var olmayabiliyor, bir kardeş te var olmayan bir yetenek diğer bir kardeş de var olmayabiliyor.

Bu yetenekleri de bizler seçmiyoruz, bunlar sonradan çalışarak elde edilebilenecek şeyler de değildir. 

Elbette ki bazı çalışmaların sonucunda bazı kazanımlar elde etmek mümkün fakat örgün yeteneklerden kast ettiğimiz şey çalışarak elde edilmiş kazanımlar değildir.

Kişinin doğuştan getirdiği, genler tarafından belirlenen yeteneklerdir. Bunlar psikolojide son 30-40 yıldır değerlendiriliyor. Bunlara da EQ duygusal zeka deniyor.