4 Ocak 2016 Pazartesi

Hiç bir şey hikmetsiz değildir

İnsanın hayatında yaşadığı her şey ki buna çocukluk dönemi de dahil, belli bir plan ve program çerçevesinde, belli bir hikmete, belli bir ölçüye göre yaşanıyor. 

Tabiri caizse şekillendirici rötuşlar yapılıyor. Tabi ki bu rötuşlardan , inşaatın yapımından kaynaklanan olumsuzluklar  olabilir mi? Olabilir. 

Elbette ki biz kadere hiçbir şekilde hata isnat etmiyoruz. Orada hata gibi görünen durumların arkasında da nice nice sırlar var.

Bunlar biz o binaya yerleştikten, iskan aldıktan sonra bizim düzeltmemiz gereken şeyler.

Çocukluk döneminde yaşadığımız o olumsuzlukları hayatın daha sonraki döneminde hepsiyle ilgili bir düzeltme şansı bizlere sunuluyor.
Hepsiyle ilgili bir düzeltme şansı bizlere verilmiştir. 

O zaman bize düşen şey bu fırsatları iyi kollamak ve o fırsat bizim elimize geçtiği andan itibaren gerekli düzeltmeleri yaparak tabiri caizse fabrika ayarlarına geri dönerek yolumuza devam etmektir.

1 Ocak 2016 Cuma

Dış gözlem konumuna Nasıl geçeceğiz

Peki bu dış gözlem konumuna nasıl geçeğiz?

Duygularınızı kontrol etmekte güçlük çektiğiniz durumları şöyle bir düşünün. Fazlasıyla duygusal tepkiler verdiğiniz durumlardan bir tanesini seçin. Fakat sizi çok derin, çok yoğun etkileyen bir olay olmasın. Çünkü bir alıştırma, antraman olarak düşünün bunu. Antramanda çok zorlamayız kendimizi.

Mesela komşumuz tutar çöpünü bizim dairenin önüne koyar. Burada sağlıklı bir çözüme ulaşmamız için duygu durumumuzu stabilize etmemiz gerekiyor. Yani nefsimizi şöyle bir kenarda tutmamız gerekiyor. Süper egoyu da kenarda tutmamız gerekiyor. Olaya akıl ile yaklaşmamız gerekiyor. Tabi nefsin yani alt beynin devreye girmemesi için de dış gözlem konumunda olmamız gerekiyor. Çünkü duygusal tepkiler verirsek komşumuzla ilişkimiz bozulur. Bunun zararları olur, komşu komşunun külüne muhtaçtır derler çünkü. 

Yalnızlaşırız, toplumdan soyutlanırız, onlardan faydalanacağımız şeylerden mahrum kalırız, toplumsal bütünlükte bir bozulma olur. Vs…. Bunun dini boyutuna baktığımız zaman da Mevla nezdinde de hoş karşılanan bir durum değildir. O zaman dikkatli olmamız gerekiyor, hassas olmamız gerekiyor, olayın ekolojisini ve argonomisini göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bu ise aklımıza full kapasite kullanmamızı gerektiren bir durumdur. Yani üst beynimizin %100 devreye girmesi gerekiyor. Bunu da dış gözlem konumuna geçerek yapacağız.

Dış gözlem konumuna da şu şekilde geçiyoruz;

Sessiz ve sakin bir ortama geçelim. Gözlerimiz açık ya da kapalı kendimize şöyle bir dışarıdan bakalım. Kendimize sağdan, soldan, arkadan, önden, hatta yukarıdan kuş bakışı bak, farklı bakış açıları geliştir kendinle ilgili. Kendinizi görebiliyorsanız dış gözlem konumuna geçtiniz demektir.

Evet artık dış gözlem konumundayız. Duygularımızla eskisi kadar bütünleşik değilizdir.
Hatta bunu başınız ağrıdığında da yapabilirsiniz. Diyelim ki başınız ağrıyor ki özellikle psikolojik kökenli ağrılardan muzdarip iseniz dış gözlem konumuna geçin ve bir müddet dış gözlem konumunda kalın. Başınızın ağrısının azaldığını hatta tamamen kaybolduğunu göreceksiniz. Çünkü kendinizle olan ilişkinizi kopardınız. Yani bir nevi aç-kapa yapıyoruz.

Dışarıda olduğumuzu nasıl anlayacağız?

Kendinizi dışarıdan görüyorsanız dış gözlem konumundasınız demektir. Bunun alıştırmasını yapacaksınız. Günlük hayatınızda evinizde, yemek yaparken, televizyon izlerken, sevdiklerinizle beraberken, evi toplarken, trafikteyken, iş yerindeyken bu uygulamayı yapabilirsiniz.

Bir de bir dış gözlem konumu daha vardır.

Dış gözlem konumuna geçtik fakat o öfkeyi hala çok yoğun hissediyor isek demek ki burada birinci kademe yeterli olmadı. O zaman ikinci kademeye geçiyoruz.
Bir dış gözleme daha geçiyorsunuz. Yani bir orda oturan kendinizi görüyorsunuz ikincisi onu izleyen kendinizi görüyorsunuz. Orada iyiden iyiye kendimizle olan ilişkimizi zayıflatıyoruz. Orada iyiden iyiye dışarıdan kendimize bakıyoruz. Bunu da yapabilirsiniz.
Bunu biz mesela; fobiler söz konusu olduğu zaman, korkuyla baş etme sürecinde çok fazla kullanıyoruz.

Diyelim ki kedi fobiniz var. O zaman kediyi ya da kedi resmini gözünüzde canlandırın. Kendinize dışarıdan bir bakın ne hissediyorsunuz. Korkunun % 20 azaldığını hissedeceksiniz. Bir dışarı daha çıkın. Hem kediden korkan kendinizi hem de onu izleyen kendini gör. Korkunun %50 oranında azaldığını göreceksin. Bu konumda bir müddet kal. Bu konumda hem kediye bak, hem kendine bak, hem de kendini izleyen kendine şöyle bir bak. Bunu bir egzersiz olarak günde 3 defa yapın. 3-5 gün bir hafta devam edin. Artık beyninize yani sisteme kediyle karşılaştığınızda dış gözlem konumuna geçmeyi ve orada kalmayı, kediyle olan ilişkiyi dış gözlem konumunda yürütmeyi öğretmiş olacaksınız ve bu şekilde kedi korkunuz yendiğinizi göreceksiniz.

Çocuklarınızla kriz anlarınızda, eşinizle ya da çevrenizdeki herhangi birisiyle bir kriz yaşadığınızda duygulanmadan, duygularınızın esiri olmadan, mantığınızla, sağduyunuzla, aklınızla olaya müdahale olanağı elde etmiş olacaksınız.
 
 

Dışarıdan bakmayı öğrenebilmeliyiz

Çocuğunuzla ilgili bir sorun la karşı karşıya kaldığınızda duygularınızla mı yoksa aklınızla sağduyulu bir şekilde davranarak mı çözüm bulabilirsiniz?

Elbette ki, düşünerek, mantıklı hareket ederek, sağduyulu bir şekilde davranarak çözümler bulabiliriz. Diğer bir deyişle aklımızı kullanarak.

O zaman aklımızı kullanabilmemiz için duygu durumumuzu stabilize etmemiz gerekiyor. Yani duygusal olarak sakin, serin kanlı olmamız gerekiyor ki aklımız devreye girebilsin. Duyguların sakin olduğu, tüm verimliliğiyle full kapasite devreye girmiş akla biz AKLI SELİM diyoruz.

Yani selamette olan akıl, güvende olan akıl. Duyguların etkisinden selamette olan akıl.
Psikolojinin terminolojisiyle konuşacak olursak süper egonun ve idin, anne baba taraf ile çocuk tarafın etkisinden azade olan bağımsız olarak çalışabilen akılı kast ediyoruz.

İnsanlar homojen bir yapı değil heterojen yanı farklı yapıların meydana getirdiği bir yapıdır. Düşünme, hissetme, duygulanım ve davranma süreçlerine etki eden başlıca 3 etken vardır.

1- Süper ego; vicdana karşılık geliyor, anne baba tarafı da diyoruz.
2- Ego; akıl. Yetişkin taraf da diyoruz buna.
3- İd; yani nefis. Diğer bir deyişle çocuk tarafımız.
 
Bir durumla karşı karşıya kaldığımızda her üçünün de kendince çözümleri vardır. süper egonun kendince çözümleri var. İd in o çocuk tarafımızın da ya da diğer bir deyişle nefsimizin de kendince çözümleri var. Fakat burada esas çözümü oluşturacak ve bunu hayata geçirecek olan mekanizma akıldır, Yetişkin tarafımızdır.

Fakat anne ve babalara baktığımız zaman çoğu zaman aklımızı yani yetişkin tarafımızı devreye sokamıyoruz. Çünkü her şeyden önce nefsimizde, çocuk tarafımızda bir hareketlenme vuku bulmuş oluyor, duygu açığa çıkmış oluyor. Alt beynimiz ki çocuk beyni olarak da tanımlıyoruz bir durumla karşı karşıya kaldığında saniyenin onda biri kadar kısa bir süre içerisinde duygu açığa çıkartır.

Ve bu duygu sinir sistemimizi, hormonlar, elektromanyetik etkiler aracılığıyla bedenimize yayılır. Beynimizde bedenimizin bir parçası olduğu için bu duygunun etkisi altına giriyor. Beyin bu duygunun etkisi altına girdi mi korteks faaliyetleri minimize oluyor yani akıl devreye giremiyor. Beynin aynı anda hem duyguları hem de düşünceleri çalıştırabilmesi ne yazık ki mümkün değildir. Beyin yapısı buna el vermiyor.
O zaman yapabileceğimiz şey duygularımızı stabilize etmektir diğer bir deyişle duygu durumumuzu sakinleştirmektir. Bu da o kadar kolay bir iş değildir. Hele de söz konusu olan birinci dereceden yakınlarımız ise ki onlarla olan ilişkilerimizde duygu durumumuz çok daha belirleyicidir. Çünkü onlarla olan ilişkilerimizde bizler iç gözlem konumundayızdır. Genelde dış dünya ile olan ilişkilerimizde arkadaş ortamı, iş ortamı, sosyal ortamlar vb. dış gözlem konumundayızdır. Dış gözlem konumunda olmak demek kişinin kendi bedeniyle çok fazla ilişkili olmaması demektir. Bu anlamda bakıldığında erkekler kadınlara kıyasla daha fazla dış gözlem konumundadırlar. Kadınlar biraz daha iç gözlem konumundadırlar. Kuzey bölgelerinde yaşayan insanlar güney bölgelerinde yaşayan insanlara nazaran daha fazla dış gözlem konumundadırlar. Eğitimli olan insanlar eğitimsiz insanlara oranla daha fazla dış gözlem konumundadırlar.

Peki dış gözlem konumunda olmak iç gözlem konumunda olmaya kıyasla daha mı iyidir?

Hayır tabiki de. Hepsinin bir yeri vardır. Dış gözlem konumunda olmamız gereken bir yerde iç gözlem konumunda olursak duygularımızla hareket ederiz. Bu o süreçten duygusal anlamda çok daha fazla etkileneceğimiz ve tepkilerimizin de daha fazla duygusal tepkiler olacağı anlamına geliyor.
Bununla beraber iç gözlem konumunda olmamız gereken durumlarda eğer dış gözlem konumunda isek de duygusuzca davranmış oluruz, fazlasıyla serin davranmış oluruz. Halbuki o içinde bulunduğumuz durum duygusal davranmayı gerektirmektedir, duygu gerektirmektedir.

Yerine göre davranmayı öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü kriz anlarında dış gözlem konumuna çıkmamız gerekiyor, bedenimizde ilişkimizi azaltmamız gerekiyor. Çünkü duygularımız bedenimizde oluşuyor dedik. Eğer biz bedenimizle fazlaca ilişik durumda isek bu duyguları çok yoğun bir şekilde hissedeceğimiz anlamına geliyor. O zaman bizim birazcık bedenimizin dışına çıkmamız, kendimize dışarıdan bakabilmeyi bilmemiz gerekiyor. Tabiri caizse uzaktan kumandaya geçmemiz gerekiyor.
 

Çocuklarımızın krizleriyle baş edebilmeliyiz

Çocuklarımızla krizler yaşadığımız anlarda ya da dönemlerde anne ve baba olarak soruna sağlıklı çözümler üretebilmek ve bu çözümleri hayata geçirebilmek açısından nelere dikkat etmemiz gerekiyor bunu anlatacağız.

Şunu biliyoruz ki kimseye kaldıramayacağı yük yüklenmez. Hayatın içerisinde bir sorunla karşılaştığımız zaman bize o sorunu çözümleyebilecek içsel ve çevresel kaynaklar bizlerde vardır. Bu bir kaidedir. Mevla böyle buyuruyor. “Her zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır” buyuruluyor. Mesele bu kaynakları doğru tespit edebilmek ve bunu hayata geçirebilmektir. O kaynaklardan doğru bir şekilde istifade edebilmektir. Bunu başarmakta o kadar kolay değildir. Çoğu insanlar aslında çözülebilir sorunlar yüzünden sıkıntı yaşıyorlar hayatlarında.

Bakıyoruz; aslında çocuğun sorunları çözülemez sorunlar değil fakat anne baba bir türlü sahip olduğu içsel ve çevresel kaynakları organize edip, doğru bir şekilde tespit edip soruna gerekli müdahaleyi yapamıyor.
Düşünün ki bir doktor; aslında hastaya müdahale edebilmesi için tıp bilgisi yeterli, o hastalık dermansız bir hastalık değil ilacı da var fakat doktor çeşitli sebeplerden dolayı sorunu doğru bir şekilde teşhis edip doğru tedaviyi hayata geçiremiyor.

Fakat şunu biliyor ki bu hastalığın bir şekilde bir çözümü var ve bu dermansız bir dert değil. Başkaları bunu çözmüşler. O zaman bir şekilde uğraşacak biraz deneme yanılma yoluyla en sonunda doğru teşhisi koyup tedaviyi hayata geçirecek.
 
Anne ve babalık da böyledir. Varsa çocuğunuzun yaşadığı bir problem bir şekilde o problemin çözümü de vardır. Bunu bizden önceki aileler de yaşadı, başka aileler ve başka çocuklar da bu sorunları yaşıyorlar. Bir şekilde bu sorunların üstesinden geldiler. Onlar bunu başarabilmişlerse bizlerde bunu başarabiliriz.  Çünkü insanlar benzer donanımlara sahiptir. Birisi bir şeyi başarabilmişse diğerleri de o şeyi başarabilir. Bir kere bunu biliyor olmak insanı rahatlatıyor.

Peki o zaman niye aile içerisinde uç veren o sorunlar çözümsüzlüğe doğru sürükleniyor? Neden birincil problemler çözümlenmediklerinden dolayı ikincil, üçüncül, dördüncü problemlere dönüşüyor. Tabiri caizse yılanın başını küçükken ezmek lazım derler ya neden hayatımızdaki sorunlar ufacık bir yılan misali baş göstermeye başladığında başını ezemiyoruz da o sorun baş edilmez bir ejderhaya dönüşüyor ki onun kurbanı sadece aileler değil aynı zamanda çocuklar da oluyor.

Çünkü sahip olduğumuz bu içsel kaynakları ve çevresel kaynakları tespit edip onları hayata geçirecek mekanizma AKLIMIZDIR. Hayatın içerisinde karşılaştığımız sorunların üstesinden gelebilme, çözümler üretme sürecinde onlarla baş edebilme mekanizması akıldır.
Akıl beynimizin korteks olarak tanımladığımız üst bölümünde çalışıyor. Bir de sup korteks olarak tanımladığımız alt beyin vardır. Alt beyini de bizim açımızdan bu kadar önemli kılan duygularımızın burada oluşuyor olmasıdır.

30 Eylül 2015 Çarşamba

Panik atakla nasıl baş edeceğiz?

Panik atak geldiğinde korkmamayı, paniğe kapılmamayı nasıl becerebiliriz? Bunu becerebildiğimiz zaman zaten atakların gelip gitmesi bizim için anlamını yitiriyor.

Ataklar aslında tehlikesizdir .Çünkü ataklar da yaşadığımız şey esasında günlük hayatımızda da yaşadığımız korkulardan başka bir şey değildir.

Baktığımız zaman atak yaşayan insanların bu denli korkması, bu denli paniğe kapılmasının sebebi bu atak durumunu bir başka tehlikeli durumla eşleştiriyor olmalarıdır
 
Her şeyden önce panik atağın zararsız olduğunu o anda yaşamış olduğumuz o halin günlük hayatımızda yaşadığımız o korku hali olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Bunun korku hali olduğunu bilmek, kişinin bununla baş edebilme sine olumlu anlamda yardımcı oluyor. 

Çünkü kişi çoğunlukla bu durumun kalp krizi, felç ya da klasik anlamda o ölüm anı olduğunu düşünüyor ve bu şekilde düşünüyor olması o kişinin tedirginliğini iki kat, üç kat arttırıyor.

Dolayısıyla bunun yanlış alarm sonucu ortaya çıkan bir korku hali olduğunu bilmek bununla baş etme sürecindeki ilk Adımdır.

21 Eylül 2015 Pazartesi

Eğer tezgah iyi kurulmuşsa kandırılmak kaçınılmazdır

Bakıyoruz nice akıllı insanlar telefon dolandırıcılarının tüzüğüne düşüyor. Hatta bunlar çevreleri tarafından uyarılmalarına rağmen uyanmıyorlar. 

Neden ? Çünkü alt beyin terör örgütünü duydu, devlet tarafından soruşturulduğunu duydu, hemen orada çağrışım mekanizması devreye giriyor daha önce yaşadığı deneyimler, duyduğu gördüğü o deneyimler, haberlerde izlediği, gazetede okuduğu, başkalarından duyduğu, bizzat kendisinin parçası olduğu yaşantılar çok kısa bir zamanda, saniyenin onda biri kadar  kısa bir sürede beynimizde işlemden geçiyor. 

Bir projeksiyon oluşturuluyor, bir imaj oluşturuluyor ve bu imaj alt beynimizi müthiş derecede tedirgin ediyor, korkutuyor, ve kişi o an bir karanlığın içine düşüyor. Ne yapacağını bilemiyor. 
Karanlıkta.

Kişi karanlığa düştü çünkü daha önce hiç yaşamadığı bir deneyim söz konusu, ne yapacağını bilemiyor orada. İşte bu ne yapacağını bilemediği anlarda kişi emir almaya, yönerge almaya çok açıktır.

Tabiri caizse alt beyin karanlıkta Ve karanlıkta kalan insan ışık arar. Yönelebileceği bir ışık…. Derken bir ışık yanıyor orada.

Fakat bir dakika!.... Bu ışık ne, bu ışığın sahibi kim, bu ışık nerede, bu ışık bizi çıkışa götürüyor mu? İşte o anda insan karanlıkta kaldığı zaman ışığa yönelme eğilimi insanın doğasında var olan bir eğilimdir.

Bir yandan otorite, bir yandan da güven mekanizması devreye sokulmuş, öte yandan güven verici bir ses tonuyla yardımcı olunacağı söyleniyor. Ve kişi o kişinin güdümüne giriyor.

Bitti. Eşleşme gerçekleşti. Alt beyin de herşey gerçekleşti, akıl ve vicdan artık devrede değil. Çok arka planda kaldı. Sesini duyuramıyor. Çünkü adrenalinin etkisi altında. Ve kişi o kişinin güdümüne giriyor. 

Kayıtlara bakıldığında kişi defalarca aranmış, günler süren bir süreç. Bazen haftalar boyu süren bir süreç. İnsan bu süreçte hiç uyanmaz mı? Hiç fark etmez mi?

Burada da başka mekanizmalar devreye giriyor. Prosedür mekanizması devreye giriyor. Kimi insanlar presödür odaklı insanlardır. Onları bu prosedürlerin içine soktun mu beyin artık o süreci otomatikman devam ettirmeye odaklanıyor ve o sürecin içinden çıkamıyor.

Seçenek ci ise kişi, (ki bunlar genetik olarak insanlarda var olan yönelimlerdir) seçenek oluşturmaya çalışır fakat seçenekleri akıl ve vicdan oluşturur. Akıl ve vicdan adrenalinin etkisinde olduğu için devre dışı olduğu için kişi seçenek de oluşturamıyor. Alternatif çözüm de üretemiyor. Çıkmak istediği halde bunun içinde kalıyor.

Prosedurcü kişi ise zaten çıkmayı hiç düşünmüyor. Onun için artık karşı tarafın ona sunmuş olduğu süreç karşısında binlerce lira, on binlerce lira karşı tarafa aktarılabiliniyor.

Her zaman söylediğim bir şey vardır; bir insan bir insanı kandırmak istiyorsa muhakkak suretle kandırır. Onun için Rabbim kötülerle karşılaştırmasın.
Bu tür insanlarla mümkün mertebe karşılaşmayalım, bu tür ortamlardan uzak duralım.

20 Eylül 2015 Pazar

Otoriteye boyun eğme olgusu insanın fıtratında vardır.

2. dünya savaşında Almanya tarafından yürütülen o toplama kamplarında olsun, ister savaş esnasında olsun binlerce insanın öldürülmesine, acı çekmesine neden olan bu faaliyetler iyi eğitimli insanlar tarafından yönetildi.

Bunlar iyi eğitim almış insanlardı, bunlar iyi ahlaklı toplum tarafından örnek gösterilen takip edilen insanlardı. 

Fakat insanlıkla bağdaşmayacak, din ile ahlak olgusuyla bağdaşmayacak şeyler yaptılar. İşte bu otoriteye boyun eğme olgusu olarak tanımlanıyor.

Otoriteye boyun eğme olgusu insanın fıtratında vardır.

1960 lı yıllarda sosyal psikoloji alanında yapılmış Milgram deneyinde, 12 tane denek alınıyor. 25-55 yaş arası, toplumda orta seviyede olan memur, öğretmen, işçi vs. tarzı, herhangi bir suça bulaşmamış, psikolojileri yerinde ortalama yurdum insanları alınıyor. Tabi bu Amerika da yapılan bir deney.

Bu insanlara deniliyor ki sizi bir yarışma programında moderatör olarak kullanacağız. Sizden istediğimiz şey soru sorduğunuz kişi yanlış cevap verdiğinde ona elektrik şoku vermek. Tamam veririz diyorlar. Yalnız her yanlış cevabından dolayı şoku bir seviye arttıracaksınız diyorlar. 

Önünde düğmeler var.
12 tane soru soruluyor. 45 volt ttan başlıyor düğmeler 450 volta kadar çıkıyor. 450 voltta şehir şebekesinin 2 katıdır.

Deney başlıyor ama aslında kendisine soru sorulan kişi bir aktör, oyuncu. Herhangi bir şekilde elektrik şoku falan almıyor. Fakat uygulayan kişi düğmeye bastığında numaradan çığlık atıyor. Kişi bunu duyuyor ve görüyor. Araları camla ayrılmış 2 ayrı paravandalar. Kusura bakmayın elektrik şoku vermek zorundayım diyor ve 45 volta basıyor. 

Sonra kişi 2. Soruyu da bilemiyor bu sefer voltaj yükseliyor 55, 65, 75, 85 95 bu şekilde çıkıyor tabii karış tarafın çığlıkları da ona bağlı olarak artıyor.

Deneyi uygulayan kişiler huzursuzlanmaya başlıyorlar. Bu esnada hemen arkalarında bir profesör oturuyor. O da esasında profesör değil, profesyonel bir oyuncu ve kişinin deneyi yönergelere uygun bir şekilde gerçekleştirip gerçekleştirilmediğini kontrol ediyor. Tabi bu şekilde kameraya da çekilmiş vaziyette.

Bu arada kişiler dönüp elektrik şoku biraz fazla olmaya başladı, karşıdaki kişi acı duyuyor acaba bıraksak mı diyor.
Deneye devam etmemiz gerekiyor, bu profesyonel bir deney, lütfen devam edip size verilen yönergeleri uygulayınız diyor sert bir ses tonuyla.

Deneyin artık ilerleyen zamanlarında voltaj artık 200 leri aştığında ve karşı taraf ciddi anlamda çığlıklar atmaya başladığında karşı taraf ben deneyden çıkmak istiyorum diyor. Yeter artık çok acı çekiyor beni rahat bırakın diyor. Orada o otoriteyi temsil eden profesör devreye giriyor, uygulamaya devam etmelisin bırakamazsın bu aşamada, temelinde insanların iyiliği için yapılmış bir şey bu diyor.

Burada sadece otoriteye itaat yok, otorite boyun eğmeyi insanların iyiliği için gerekçesine de dayandırıyor. İşte bilim insanların iyiliği için çalışan bir kurumdur, her ne kadar şu aşamada karşı taraf zarar görse de, acı duysa da bilimsel gerçekler söz konusuysa buna devam edilebilir. ( ne kadar çarpık bir mantık)

Ki günümüzde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor; bilimsel deneylerde kullanılan insan deneklerden, hayvan kobaylardan acı çektirilen binlerden yüzbinlerden bahsediliyor. Bunların hepsi bilim adına yapılıyor.

2. dünya savaşında da nazi toplama kamplarında ki tutsakların bir kısmı Yahudi idi, bir kısmı çingene idi, bir kısmı Alman olmasına rağmen engelli olan tutsaklardı birçoğu bilimsel deneylerde kullanılmıştır ölmeleri pahasına, acı çekmeleri pahasına. 

Ve işin ilginç tarafı 12 denekten 9 u karşı tarafın çığlıklarına rağmen otoriteye boyun eğerek deneyi tamamlıyor. Karşı taraftaki deneğe tam 450 volt veriyor. Bu çok tedirgin edici bir deney ve bu insanlar asker değil, polis değil, bu insanlar günlük hayatta  toplumda her yerde karşılaşabileceğimiz memur, işçi tarzı insanlar.

İnsanlarda otoriteye boyun eğme olgusunun ne kadar güçlü olduğuyla alakalı çok sarsıcı bir deney. 

Karşı tarafı hayati tehlike yaşama ihtimaline rağmen insanlar % 85 oranında otoriteye boyun eğiyorlar. 

Onüç kişiden sadece 3 ü itiraz ediyor. İşin ilginç tarafı bu insanlar da baştan itibaren itiraz etmiyorlar ilerleyen evrelerde tehlike eşiği tabir edilen 220 volt tan sonra itiraz ediyorlar.

Dolayısıyla insanın tabiatında otoriteye boyun eğme eğilimi var. İşte karşı taraf bunu kullanıyor.