26 Ocak 2014 Pazar

İLİŞKİLERİ YÖNETMEK

Kişilerarası ilişkilerde sorunlar olduğunda üst beynİmizin oluşturabileceği çok farklı çözümler vardır. Sahip olduğumuz o potansiyel, genetik yapımızın içine kodlanmış olan kaynaklarımız, gerekse de hayatın içerisinde almış olduğumuz eğitime bağlı olarak, yaşantılara bağlı olarak edinmiş olduğumuz o tecrübeler ise  üst beynimiz tarafından kullanılır. Orada da akıl vardır. Akıl derken onu biraz somut hale getiriyoruz. Akılı üçe ayırıyoruz 1 – bilişsel zeka 2- duygusal zeka  3- Ruhsal zeka ( sağduyu, vicdan)  akıl bu üç unsurdan oluşur.
İnsanoğlu, bu üç unsurdan meydana  gelmiş olan aklı kullanarak hayatın içerisinde karşılaşmış olduğu sorunlara çözüm bulamaması olası değil. Zaten onun beynimizde varoluşunun sebebi de budur. Fakat gelin görün ki alt beyindeki güvenlik bölgesi alarma basıp duyguları açığa çıkardığı zaman, o duyguların etkisi altında iken üst beyin devreye giremiyor.
Bir kişiyi emara soktuğumuz bir durumla karşı karşıya kaldığında görüyoruz ki ilk olarak alt beyin devreye giriyor. Üst beyin alt beyinden 5-6  saniye sonra devreye girer. Ve üst beynin hareketi de alt beynin hareketi doğrultusunda gerçekleşiyor. O zaman alt beynimizi, yani duygularımızı devreden çıkartabilmenin yolunu bulmamız gerekiyor. Fakat o alt beynimiz uyarılmışsa tabiri caiz ise cin şişeden çıkmış ise  o karşı karşıya kaldığımız her durumu ama her durumu bir güvenlik  taramasından geçirir. Böyle çalışır alt beyin.
Yeni bir insanla karşılaştık veya daha önce tanıdığımız bir insanla karşılaştık hemen o insanla ilgili bir güvenlik taraması yapar. Acaba o insandan bize karşı herhangi bir müdahale, bir saldırı, bir engelleme, psikolojik veya sosyolojik varlığımıza yönelik bir tehdit olabilir mi? Düşüncesiyle bir analiz yapar. Büyük ölçüde bir arşiv taraması yapar. Tabiri caiz ise sabıka kaydı arar. Ve eğer bir şey bulmuş ise de hemen düğmeye basar ya adrenalin veya nöro adrenalin etkisi altına alır bizi. Şimdi güvenlik bölgemiz sürekli kişiler arası ilişkilerimize müdahil oluyor ise, sürekli olarak böyle bir yoğun duygusallık içerisinde isek, kaygı, endişe tedirginlik, korku, öfke, nefret  duyguları altında isek çevremizdeki insanlarla olan sorunları çözmemiz çok da olası değildir.
O zaman ne yapacağız. Öncelikli olarak duygu durumumuzu bir düzenlemek durumundayız. İş buraya geldiğinde duygu durumumuzu düzenlemek hiç de kolay değildir.
Duygu durumuzu nasıl düzenleyeceğiz?
Güvenlik bölgemizin o anda devreye girmesini engelleyecek şekilde beynimizi programlamamız gerekiyor. Yada devreye girdi ise de onu devreden çıkartacak şekilde beynimizi programlamamız gerekiyor. Buradaki bakış açımız şudur; öncelikli o alarak o programın kodlarını bir oluşturmamız gerekiyor ondan sonra da o programı beynimize gireceğiz.
Öncelikli olarak bakış açımızı, yaklaşım biçimimizi bir oluşturmamız gerekiyor. Diyelim ki eşimizle ilgili bir problemimiz var. Herhangi bir karar verme süreci söz konusu olduğunda eşimiz bize danışmadan bir anda devreye giriyor ve o olsun, bu olsun diyerek bizi devreden çıkartarak müdahale de bulunuyor. Böylesi bir durum karşısında nasıl bir tavır sergileyeceğiz. Erkek de olabilir bu sorunun muhatabı bayan da olabilir. Erkek se eğer  erkeklik gururu ve onuruna daha da düşer. Çünkü erkek evin reisidir. O aileyle ilgili maddi ve manevi sorumluluklar onun omuzları üzerindedir. Dolayısıyla burada nihai kararı vermesi gereken kişi erkektir. Ama o anda kadın kendini kaptırıyor sürecin içerisine ve eşini dikkate almaksızın şu olsun bu olsun diye satıcıyla konuşuyor ve pazarlığı yapıyor. Adamcağız tabiri caiz ise kala kalıyor.
Bu durumda kişi ne yapacak? Normal şartlarda alt beynin 2 tepkisi olabilir burada. Erkek hemen müdahale eder bağırıp çağırarak burada ne oluyor biz bostan korkuluğu muyuz der. zaten alt beyin nöroadrenalin kana karışmış ise de yapmış olduğu mudahelenin eşine olan etkilerini , orada bulunan diğer insanlara etkilerini, kendisine olan etkilerini yaşamının daha sonraki evrelerine olan etkilerini göz önünde bulunduramaz. Tünel sendromu deriz biz buna. Yani bir tünele girmiş gibi sağını solunu göremez sadece bir hedefi vardır tünelden çıkmak. Bunu istemiyoruz. Ne yapacak  sineye mi çekecek? O zaman koşullar elvermiyorsa güvenlik bölgesi devreye giriyor ve kaç kurtul diyor. Adam birden suskunlaşıyor, sorulan sorulara cevap vermiyor, olaydan kopuyor, kendini soyutluyor, bir kırgınlık, uzak durma yolunu seçmiş o zaman da anlıyoruz ki güvenlik bölgesi kaç kurtul tepkisini vermiş.
Şimdi böylesi bir durumda psikoloji nasıl bir çözüm sunar; bizim bu konuya verdiğimiz cevap şudur. Biz muhatabımızın bu tür davranışlarına müsaade ediyoruz. Evet müsaade ediyoruz. Lakin nasıl müsaade ediyoruz? Yönetmek kaydıyla ve şimdilik müsaade ediyoruz. Müsaade ederken kast ettiğimiz ne hali varsa görsün, ne yaparsan yapsın, ben karışmıyorum deyip süreçten kendimizi soyutlamak şeklinde müsaade değil. Çünkü bu müsaade değil, güvenlik bölgemizin kaç-kurtul  tarzı bir yaklaşım olur. Bu sağlıklı değildir. Çünkü ortada bir problem var. O probleme çözüm oluşturmak gerekiyor. Fakat orası yeri ve zamanı değil. Orada bir şekilde o sorunu çözmeye yönelik bir müdahalede bulunduğumuz zaman, bu müdahalenin bu sefer istenmeyen ikinci etkiler, istenmeyen sonuçlar ortaya çıkması olasılığı yüksektir..
Dolayısıyla biz öncelikli olarak kriz yönetimi yapıyoruz, müsaade ediyoruz.   Evet müsaade ediyoruz.  Allah ın Resulü nün hayatına baktığımız zaman o nun da benzer yaklaşımlar sergilediklerini  görüyoruz.  Hz. Ömer Peygamberimizin yanına geldiğinde eşlerinin kendilerine saygısız tavırlar sergilediklerini görüyorlar ve müdahale etmek istediklerinde “Dur ya Ömer! Ben onların bu hallerinin daha fazlasına maruz kalırım da sesimi çıkarmam” diyor. Yani ne yapıyor müsaade ediyor.
O anda sabır ile muamele ediyor. Pasif bir sabır mıdır bu? Hayır aktif bir sabırdır. Yönetmek kaydıyla müsaade ediyoruz. Şimdilik müsaade ediyoruz. Çünkü genel anlamda böyle bir şeye müsaade edersek o zaman karşı tarafa senin yaptığın doğrudur, bu ve bu gibi durumlarda her seferinde bu şekilde davranabilirsin mesajı nı vermiş oluruz. Bu da muhatabımızın gemiyi azığa almasına neden olur. Daha da pervasızlaşmasına neden olur. Bu sorunu çözmediği gibi daha da büyümesine yol açar. Müdahale etsek kavga, tartışma çıkma olasılığı yüksektir.  Yer ve zamanı değil çünkü o esnada çıkabilecek tartışmanın bir sürü olumsuz etkileri olabilecektir. O zaman şimdilik kaydıyla ve yönetmek kaydıyla müsaade ediyoruz.
Peki yönetmek derken yönetmekten kast ettiğimiz şey nedir?  O sorunun ikincil sorunlara neden olacak tedbirleri almak ve o sorunun bize, muhatabımıza, çevreye ve içinde bulunduğumuz sürece olan etkisini asgari düzeye indirecek tedbirleri almaktır. Yönetmek derken ikincil sorunlara dönüşebilir.  Orada Sessiz kalmamız kişinin orada insiyatif kullanması muhatabımızın bir başka durumda benzer şekilde insiyatif kullanmasına, daha önemli meselelerde bize rağmen insiyatif kullanmasına ve bu süreçten bizi tamamen dışlamasına neden olur. O zaman problem daha da büyüyor ve bu ikincil sorunlara yol açıyor. Derken ilişkilerde kopukluklar söz konusu olmaya başlıyor. Ortak paydalar azalmaya başlıyor. Eşler birbirinden uzaklaşıyor vs. işte buna da mahal vermemek gerekiyor. Tamam kavga etmemek gerekiyor ama öte yandan da problemin büyümesine mahal vermemek gerekiyor. Birde bu verilen kararların, alınan insiyatiflerin olumsuz etkileri vardır. Orada diyelim ki maddi bir karar veriliyor bunun ucu bize dokunacaktır. İşte buna benzer bazı tedbirler almak kaydıyla şimdilik buna müsaade ediyoruz. Bakış açımız, yaklaşımımız budur.
Bunu bilişsel zekamızı, duygusal zekamızı ve özellikle de ruhsal zekamızı  (vicdanımızı) kullanarak buluyoruz. O anda bir tartışmaya girmeye ne ahlaki kurallar müsaade ediyor, ne de dini hükümler müsaade etmiyor.
Dolayısıyla bizler üst beynimizi aktif bir şekilde alt beynimizden bağımsız olduğu bir anda beyin fırtınası yapıyoruz. Şu anda ortada fol yok yumurta yok bizler düşünüyoruz. Böyle bir sorun söz konusu olduğunda nasıl bir strateji izleyeceğimizi belirliyoruz.
Neymiş stratejimiz; yönetmek kaydıyla ve şimdilik müsaade ediyoruz. Sıcağı sıcağına müdahalelerden mümkün mertebe kaçınıyoruz.
Eşlerimizle olan ilişkilerimizde, çocuklarımızla olan ilişkilerimizde, komşularımızla olan ilişkilerimizde ki stratejimiz budur.
Bunu “hattı müdafa yoktur sathı müdafa vardır şeklinde” formüle edebiliriz. Yani bir kırmızı çizgi çizip “kardeşim bu sınırı aşmayacaksın, aşarsan karşında beni bulursun, aşarsan aştırmam sana anında müdahale ederim” demeyeceğiz. O zaman gereksiz karşılaşmalar, tehlikeli karşılaşmalar söz konusu olabilir.
Kişiler arası ilişkilerde bu kadar keskin bu kadar belirgin sınırların olması ister istemez tehlikeli karşılaşmalara, sürtüşmelere neden olabiliyor.  Bu gün eşler arasındaki problemlere baktığımız zaman, insanlar arasındaki problemlere baktığımız zaman sorunların ortaya çıkışındaki en önemli faktör sınırların çok kalın, geçirgen olmayan ve çok belirgin sınırlar şeklinde belirlenmiş olmasıdır.
En güzeli nedir? O sınırların mümkün olduğu kadar belirsiz hale getirmektir, tamamen kaldırmak değil. Bir sözde şöyle der “ komşunla iyi geçin ama bahçe duvarını kaldırma”. Yani insanlar yine sınırlarını bilecektir ama tutup ta oraya bir duvar örmenin de bir anlamı yoktur. Onun içinde hattı müdafa yoktur sathı müdafa vardır diyoruz. He, bir problem var karşımızdaki muhatap bazı hususlarda sınırı pek kestiremiyor o zaman sıcağı sıcağına müdahale etmek yerine tabiri caizse diplomasi ile meseleyi çözmektir asıl olan.
Bunu içimize nasıl anlatacağız? Şöyle bir hikaye vardır. Adamın bir tanesi kendini mısır zannediyormuş ve psikoloğa gitmiş bana yardım et tavuklar beni yiyecek demiş. Psikologda uğraşmış, allem etmiş kallem etmiş adamı mısır olmadığına ikna etmiş. Adam en sonunda tamam demiş doktora  kabul ediyorum ben mısır değilim ama bunu tavuklara nasıl anlatacağız.
Evet biz bu stratejiyi belirledik. Müsaade edeceğiz yönetmek kaydıyla. Gel de bunu içine anlat. O sınır ihlali söz konusu olduğunda içimizdeki güvenlik bölgesinin devreye girmesine nasıl engel olacağız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder