30 Temmuz 2015 Perşembe

kişisel gelişim kitapları başaranların hikayelerini anlatır

Amerikalıların bir sözü vardır “ You want you can ” yani “istersen yaparsın ” derler. 

Doğru mu? Elbetteki hayır.

Kişisel gelişim kitaplarında buna benzer sözler vardır. Böyle boyalı sözler vardır. ki kişisel gelişim kitapları başaranların hikayelerini anlatır. 

Başaramayanların hikayesinden bahsetmez. Nasıl ki tarih hep kazananları anlatır.

Bir Afrika atasözünde ne der?
“Ne zaman aslanlar bizi  avlamaya başlarsa , biz onların kahramanlıklarını dinlemeye başlarız” der. 

Ama tarihi avcılar anlatıyor. Onun için biz tarihe baktığımız zaman o avcıların hikayelerini okuyoruz. 

Halbuki o esnada nice avcılar o aslanlara kaplanlara yem olmuştur. Çünkü o hikayeleri onlar yazmıyor avcılar yazıyor.

Onun için kişisel gelişim kitaplarına çok fazla itibar etmemek lazım. 

Çünkü kevni ve kelami prensiplerle ilgili, hayatla ilgili doğru okumalar yapmıyorlar. Hayatın sadece belli bir bölümünü bize gösteriyorlar. Gerçekçi değil, hayali, ütopik.

Hayatla ilgili doğru okumalar yapabilmek lazım

Hayata şöyle bir baktığımız zaman, hayatta geçerli olan yazılı olmayan kurallar var. 

Bunları iyi anlamamız gerekiyor ve bunlara hürmet etmemiz gerekiyor. 

Bu kuralların bazıları bize bilim tarafından anlatılır. İşte iktisat bilimi, ticarette geçerli olan kuralları bize anlatır. 

Fakat biz şunu biliyoruz ki bu kuralların hepsi ne yazık ki kitaplarda yazmıyor. Genel geçerliliği olan kurallardan bahsediliyor.

Bununla beraber bizim kendi hayatımıza özgü kurallar da var hayatın içerisinde. Ayşe'ye özgü kurallar var, Fatih'e özgü kurallar var, Mehmet'e özgü kurallar var. 

Fatih için geçerli olan bir şey Mehmet için geçerli olmayabiliyor. Fatih Mehmet' in yaptığının aynısını yapıyor. Ayşe Fatma 'nın yaptığının aynısını yapıyor. Ondan aldığı tarif üzere yapıyor ama onun yemekleri ayşenin yemekleri gibi güzel olmuyor. 

Onun gittiği yerden gidiyor ama onun vardığı yere varamıyor. Onun kadar emek, zaman ve kaynak sarf ediyor ama onun elde ettiği neticeyi elde edemiyor.

Demek ki o istediğimiz şey her ne ise o,  varlığı elinde tutan bir şahıs var birine verdiğini diğerine vermiyor. Butun bunlar O'nun varlığına delalet ediyor. 

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Duygusal Zeka Allah Vergisidir

Diyelim ki; kişide ticaret zekası yok.

O zaman senin için ticari bir hedef gözetilmiyor demektir. Mevla senin için elbet maddi bazı kazanımlar ön görmüş olabilir. Fakat buna ulaşmanın gitmenin yolu ticaret değil. 

Çünkü sende duygusal zeka çeşidi olan ticari zeka yok. İşletme fakültesine gitsen, doktora yapsan, yüksek lisans yapsan, bir iktisat doktorası alsan, bu işin profesörü olarak sen ticaret yaparak o istediğin hedeflediğin zenginliğe ulaşamazsın. 

Öyle olsaydı bütün iktisat profesörlerinin zengin olması gerekirdi.

Burhan sorardım aslıma aslım bana burhan imiş

Peki bizimle ilgili belirlenen hedeflerin neler olduğunu, nasibimizin neler olduğunu nereden bileceğiz ki biz?

Elbette ki bilemeyiz. Açıp Levhi Mahfuza bakmak lazım. 

Fakat tahmin edebiliriz. Orada neye bakacağız. İşte orada kendimize bakacağız, kendimizi okumamız gerekiyor. 

Çünkü biz, o nasibimize ulaşabilecek özelliklerle donatıldık. Bizim için ön Görülen dünyevi ve uhrevi hedeflere ulaşabilecek nitelikler ile donatıldık. 

Dogru hedefler icin global planı dikkate almalıyız

Gerek kendimiz gerekse de çocuklarımız için uğraşıyoruz, çalışıyoruz bazı kazanımlar elde ediyoruz, bazı özellikleri kendimizde var ediyoruz. 

Fakat bu özellikler bizim takdir edilmemiş, öngörülmemiş diğer bir deyişle nasibimiz olmayan şeyleri bize getirmiyor. 

Harcadığımız o çaba o uğraş yanımıza kar kalıyor.
Sonuca herhangi bir etkisi yok. 

O açıdan eğitim alırken, kitap okurken, kendimizi geliştirmeye çalışırken bizimle ilgili belirlenen hedefleri diğer bir deyişle nasibimizi dikkate alacağız.

26 Temmuz 2015 Pazar

Huzur için Fıtrî ve Kelami prensiplere hürmet etmeliyiz

Bizler yüzeysel bir mutluluğun peşinde değiliz. O kalıcı duygu olan huzuru istiyoruz. Bizler biliyoruz ki bu duyguyu elde edebilmek için de fıtri kanunları ile dinimizin bize öğrettiği kelami prensiplere hürmet etmek durumundayız. 

Bunları ihmal ederek mutluluk ve huzuru elde edebilmemiz mümkün değildir.

Yaratılış kanunlarına bir hürmet edebilsek dinimizin bize vaz etmiş olduğu o kelami prensiplere  bir hürmet edebilsek, bu ikisini bir araya getirebilsek öyle bir medeniyet öyle bir kültür oluştururuz ki, kokusu o nefaseti dünyanın dört bir yanını tutar. İnsanlar akın akın buraya gelirler. 

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Batının Mutluluğu Sabun Köpüğü Gibidir

Batı'nın mutluluğu sabun köpüğü gibi ayrıca sürdürülebilir de değildir. Bu mutluyuz diyen ülkeler en çok tüketen ülkeler. Çünkü bu mutluluk halini devam ettirmek için tüketmeleri gerekiyor. 

Filim izlemeleri gerekiyor, kitap okumaları gerekiyor. Avrupalılar çok kitap okuyor diyoruz. Halbuki ne okuyor bunlar? 

Harry Potter okuyorlar, yüzüklerin efendisini okuyorlar, abuk subuk şeyler bunlar.

O mutluluk hallerini devam ettirebilmek için okuyorlar bunları. Bir hayal dünyasında, bir  fantezi dünyasında yaşıyorlar.

Beyinlerinde serotenini , endorfini var edebilmek için, o mutluluk olarak tanımladıkları şeyi yaşayabilmek için bunlara ihtiyaçları var. 

Onların yaşadığı şey sahte bir mutluluk.

Bizler ise hadisattan etkilenmeyen kalıcı huzurun peşindeyiz.

Para huzur getirmiyor

Parayı elde ettik beynimiz dopamin salgıladı fakat bu geçici. Bir müddet sonra o dopaminin beynimizde ve benliğimizde istediğimiz etkiyi edebilmesi için daha fazla dopamine ihtiyacımız olacak. 

Çünkü bir müddet sonra beynimiz duyarsızlaşmaya başlıyor bu kimyasala. 

Burada da insan hırsa kapılıyor. O dopaminin getirdiği o mutluluğu o güven duygusunu, o kazanmanın getirdiği ovünç duygusunu -ki bu hep dopamine bağlı olarak açığa çıkar-  yaşayabilmek için daha fazla kazanmaya ihtiyaç duyar.

Çünkü huzur yok. Huzur olmadığı zaman, huzuru yakalayamamış ise kişi o dopaminin salınımının getirdiği o hali sürdürebilmek için çok daha fazla para kazanmaya ihtiyaç duyuyor. 

Bunun yanı sıra korku, endişe duyguları da açığa çıkmaya başlıyor. Çünkü zar zor hayatında elde ettiği bir kazanım var, onunla idare etmeye çalışıyor, o paranın getirdiği azıcık bir mutluluk,  azıcık bir övünç vs. o duyguyla hayatını sürdürmeye çalışıyor ki o hiçbir zaman duygusal tatmin açısından yeterli değildir bir de beraberinde onu kaybetme endişesi yaşıyor. 

Zira elde ettiği bütün kazanımlar paraya bağlı. Para giderse o kazanımlar da gidecek. Kişiliğini o bina üzerine inşa etmiş. 

Dolayısıyla kaybetme kaygısını da beraberinde getiriyor. Zaten o kaygının devreye girmiş olması o kazanımlardan dolayı elde ettiğimiz duygusal durumumuzu daha da azaltıyor. Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor…

24 Temmuz 2015 Cuma

Mutlu olabiliriz ama huzurlu olmak başka birşeydir

Mutluluk ile ilgili çalışmalar yapılıyor. Bunlardan bir tanesine göz attım. Dünyanın en mutlu insanları İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya gibi Kuzey eksenindeki ülkelerde yaşıyormuş. 

Bu söylediklerimizle çelişmiyor mu? Diye bir soru aklınıza gelebilir. Dikkat edin mutlu insanlarından bahsediyor, huzurlu insanlarından bahsetmiyor. Demin de açıkladığınız gibi mutluluk ve huzur aynı şey değildir.

Sadece endorfin denilen o duygunun salgılanmasıyla mutluluk denilen duyguyu yaşayabilirsiniz. 

Fakat huzur duygusunu yaşayabilmek için bunun çok ötesinde farklı kimyasalların da salınımına ihtiyaç vardır. çünkü hayatımızda farklı dinamiklerin de olması gerekiyor.

Bu dünyanın en mutlu insanları diye çıkan insanlara bakıyoruz; evlenme oranları düşük, çocuk edinme oranları düşük, intahar oranları yüksek, anti depresan kullanma oranları yüksek, sosyal ilişkiler neredeyse sıfıra inmiş vaziyette, akraba ilişkileri neredeyse ortadan kalkmış vaziyette. 

Şimdi bu insanlar nasıl mutlu olabilirler?

Fıtri kanunlara hürmet edilmediği gibi, aile gibi, akrabalarla olmak, sosyal iletişim kurmak  gibi fitri ihtiyaçlar göz ardı edildiği halde mutlu olabilirler mi?

Olabilirler. Fakat huzurlu olamazlar.

23 Temmuz 2015 Perşembe

Huzur ve Mutluluk ayni şey değil

Huzur duygusu ile mutluluk aynı şey değil. Mutluluk huzurun içerisinde var ama mutlu olduğumuz huzur duygusunu yakaladığımız anlamına gelmiyor. 

Huzur duygusunun bizim kültürümüzdeki karşılığı İTMİNAN dır. Ve bizler de o huzur duygusunu ancak ve ancak fıtri kanunların ve kelami prensiplerin çizmiş olduğu çerçeve içerisinde yaşayarak, o büyük resmi görerek ve o büyük resmin gereğini yerine getirerek duyumsayabiliriz. 

Aksi takdirde yüzeysel kazanımlarımız bize o kalıcı huzur duygusunu getirmeyecektir.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Tek Başına Huzuru Yakalayamazsın

Huzur duygusunu hissedebilmemiz için gerekli hormonlardan biri olan oksitisin hormonu insanlarla temas ettiğimizde ,el ele tutuştuğumuzda, sarıldığımızda, birbirimizle kucaklaştığımızda salgılanan bir hormondur. 

Günümüzde insanlarla iletişimimiz yok, aile içinde iletişimimiz yok, evde herkes kendi telefonunda kendi bilgisayarında sen de zaten eve geç geliyorsun para kazanabilmek için. 

Günlük hayatında insanlarla temasın kalmamış. Dolayısıyla beynin oksitisin  salgılamıyor.

Huzur denilen o duyguyu oluşturabilmesi için beynimizin, o duyguyu yaşayabilmemiz için gerekli olan kimyasallar yok olmayınca o kazandığın para da sana huzur getirmez. Çünkü başka unsurların da olması gerekiyor. Evet ilginç değil mi?

İşte huzur böyle bir duygudur. Bir tarafı yaparken diğer tarafı yıkıyorsak, hayatta bir şeyleri eksik bırakıyorsak, bir şeyde aşırıya gitmiş fakat diğer konularda eksik kalmış isek huzur duygusundan bahsedemeyiz.

Huzur olmadıktan sonra da diğer o kazanımların pek de bir ehemmiyeti kalmıyor.

Duyguların Karmaşık Arkaplanı

Duygular  bir çok kimyasalın aynı anda devrede olduğu kompleks karmaşık hallerdir.  

Örneğin huzur duygusunu duyumsayabilmemiz, hissedebilmemiz için sadece para, makam, mevki, şan, şöhret gibi yüzeysel şeyler yeterli değildir.

Diyelim ki parayı elde ettik. Para bizde dopamin salınımını sağlar. Fakat bu süre içerisinde yalnızlaştık. Sevdiklerimizden, arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan, akrabalarımızdan uzaklaştık, hatta aile içindeki bireylerden bile uzaklaştık parayı kazanacağız diye.

İnsanlarla ilişkilerimiz azaldığında beynimizde endorfin eksikliği söz konusu oluyor. Endorfin mutluluk hormonu en çok sosyalleştiğimiz ortaya çıkıyor. Parayı kazandık dopamini salgılattık beynimizde fakat endorfin yok.  peki endorfin olmadan huzur duygusunu yaşayabilir miyiz? Hayır yaşayamayız.

Sonra kişi para var ama huzur yok diyor. Bir tarafı yaparken diğer tarafı yıkmamak lazımdır.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Ödül ve cezayı uygularken rüşvetçi ya da şantajcı cocuklar yetistirmememeliyiz

Çocuğun her yanlışına cezayla karşılık verdiğimiz takdirde orada yanlış bir eşleşme söz konusu oluyor. 

Çocuğun beyninde o davranış ile o ceza eşleşmiyor, o hatamı babamdan saklamayı başaramadığım için ya da karnemdeki kırıkları bir şekilde tahrif etmeyi beceremediğim için ceza gördüm diyor. 

O zaman benim ceza görmemem için ders çalışmak yerine karnedeki notları değiştirmem gerekiyor, ya da o konuyu öğrenmek yerine sınavdan aldığım notu ailemin öğrenmesine mani olmam gerekiyor. 

Biz bu şekilde yanlış bir davranışı pekiştirmiş olabiliyoruz. Çocuklarımızı da sahtekarlığa ve düzenbazlığa alıştırmış oluyoruz. Cezanın bu şekilde kotrolsüz bir şekilde terbiye aracı olarak kullanılmasının böyle bir sakıncası var. 

Aynı şekilde ödül mekanizmasının da kontrolsüz bir şekilde uygulanması çocuğu rüşvetçi yapıyor ya da şantajcılığa sürükleyebiliyor. 

Dolayısıyla işi bu raddeye getirmeden her iki mekanizmayı da öngörülemeyen ödül ve öngörülemeyen ceza şeklinde kullanmak çok daha sağlıklıdır.

5 Temmuz 2015 Pazar

Çevremizden nasıl etkilendiğimizi biliyor muyuz?

Biz çok fazla etkilenmediğimizi, çevremizi, içinde bulunduğumuz toplumu, çok fazla kaale almadığımızı düşünürüz. 

Fakat alt beynimiz ,içimizdeki çocuk çevremizdeki insanlar, mensup olduğumuz o yapıyı, her anlamda içinde yaşamış olduğu o çevreyi sürekli olarak analiz etmekte ve kendisini onunla uyumlu hale getirme konusunda bir çaba içerisinde olmaktadır.

Bunun farkında değilsek, zaman içerisinde mensup olduğumuz yapı bizi etkilemeye başlıyor. 

Eğer içinde bulunduğumuz o yapı olumlu ise, hoş ise, güzel ise, maksat hasıl oluyor. Fakat her zaman içinde bulunduğumuz çevreyi seçemeyebiliyoruz. 

Her zaman iyi, salih, güzel insanlarla bir arada olamayabiliyoruz. İş dolayısıyla olsun, eğitim dolayısıyla olsun, ya da oturduğumuz çevre itibariyle olsun, dış dünyamızda hoş görmediğimiz, istemediğimiz olumsuz çevresel faktörler, negatif insanlar söz konusu olabiliyor. 

O zaman “körle yatan şaşı kalkar” “kır atın ya huyundan ya tüyünden” demişler ya. Bu etkiyi asgari düzeye indirebilmek, bunun da ötesinde bizim içinde bulunduğumuz yapıya etkiyi ise azami derecede seviyeye çıkartabilmek için dikkat etmemiz gereken faktörler neler bunları bilmemiz gerekiyor.

Her yanlışı cezalandırmak zorunda değiliz.

Ceza mekanizmasını kullanacaksak, her yanlışı cezalandırmak zorunda değiliz. 

Her yanlış yaptığında çocuğa ceza vermek çok sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu çocukla aramızdaki ilişkiyi bozar ve bizi de gereksiz yere üzer. 

Fakat bir şekilde ceza da vermemiz gerekiyor çünkü çocuğun beyni buna duyarlı, o genler tarafından belirlenen bir mekanizma ve boşu boşuna var edilmiş bir mekanizma değil. 

O çocuğun terbiye edilmesi sürecinde kullanılan bir mekanizma, insan beyni buna duyarlı. 

Onun için Kuranı Kerimde 70 küsur ayeti kerimede hem cennet ten hem de cehennemden bahseder. 

Ve insan beyni orada kendisine vaat edilen o ödüle ve oradaki cezaya duyarlıdır. Ayeti Kerimelerin okunması beynimizdeki limbik sistemde yerleşik olan o ödül ve ceza mekanizmasını harekete geçiriyor. 

Dolayısıyla cennete götüren davranışlar beynimizde dopamin ile eşleşiyor, cehenneme azaba götüren davranışlar ise beynimizde adrenalin korku hormonuyla eşleşiyor. 

O olumsuz davranışlara karşı bir müddet sonra kaçınma tepkisi oluşuyor, o olumlu davranışlara, ibadetlere karşı da bir müddet sonra yakınlaşma tepkisi oluşuyor. 

Böylelikle Mevla bizi terbiye etme sürecinde ödül ve cezayı etkin bir şekilde kullanıyor. 

Öngörülemeyen ceza ve ödüldür etkili olan

Mesela anne veya baba dedi ki “yavrum bak eğer namazını kılmazsan seni önce ikaz edeceğim, sonra seni tekdir edeceğim, en sonunda da köteği yiyeceksin he ona göre” dedi. 

Çocuk namazını kılmadı. Bakıyor baba da bir hareket yok. Beyin nasıl çalışıyor? Ha tamam babam cezayı vermedi, söylediğini yapmadı, beni ikaz etmedi, beni azarlamadı ya da beni dövmedi. 

O zaman babam bana namaz ile ilgili bir geri bildirim olmayacak diyor, ikinciyi yapıyor beklemeye başlıyor, üçüncüyü yapıyor beklemeye başlıyor, dördüncüyü yapıyor yine beyin beklemeye geçiyor. İşte orada kritik bir eşik var. 

Kişiden kişiye değişmekle beraber 7. ciyi yaptığında ceza gelirse  o ceza mekanizması devreye girmiş oluyor  ve beyinde şöyle bir algı oluşuyor. “Ben bunu yapmadığım takdirde bir cezaya maruz kalabilirim.” 

Aynı şey ödül mekanizmasında da geçerlidir. 
Dolayısıyla öngörülemeyen ödül ya da ceza mekanizmasını kullanmak gerek kendimizi gerekse de çocuklarımızı motive etme sürecinde çok daha faydalıdır. 

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Ödül ve ceza doğru kullanıldığında etkili bir mekanizmadır

Ödül ve cezayı kullanırken her davranışı ödüllendirmek ya da her istenmeyen davranışı cezalandırmak çok sağlıklı bir yaklaşım değil. 

O zaman tabiri caizse kendimizi, ya da çocuğumuzun beynini rüşvete alıştırmış oluyoruz.

Fakat şu bir gerçek ne zaman geleceği öngörülemeyen ödül ya da ceza derken arayı da fazla açmamak fazla geciktirmemek lazım . Boyle bi durumda ödül ve ceza mekanizması devreden çıkıyor. 

Beyinde bir sönme söz konusu oluyor. Çünkü beklediği ödül gelmedi.  He demek ki artık bu davranış ödüllendirilmiyor diyor ve beyin o davranışa karşı olan ilgisini yavaş yavaş kaybetmeye başlıyor. 
Ya da öngörülen o ceza gelmedi. O zaman artık serbestim diyor.