23 Mayıs 2015 Cumartesi

Ruh bakımı yapıyor musunuz?

Ruh bakımı yapıyor musunuz? 

Bundan neyi kast ediyoruz?

Beynimizin diğer bir deyişle fıtratımızın ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçları karşılamamız lazım. Karşılamadık mı olmuyor.

Örneğin büyüme ve yenilenme hormonu meletonin gece 10 ile 12 arasında en üst seviyede salgılanır. 

Bu saatte de hiç birimiz yatakta değiliz. Geçtik bizi çocuklar da yatakta değil .

Biz büyüme çağında değiliz fakat bedenin kendisini yenileyebilmesi için o hormona ihtiyaç var. Üstüne üstlük o hormonun salgılanabilmesi için de karanlık gerekiyor. 

Şimdi karanlık diye bir şey de kalmadı her yer aydınlık. Işığı söndüyorsunuz sokağın ışıkları, diğer evlerin ışıkları vs. içeriye sızıyor. 

Karanlık olmadı mı hormon salgılanmıyor ki bu çocuklar için çok önemlidir. Yani bu kadar hassas dengeler içerisindeyiz.

Şimdi baktığımızda 12 den önce yatanımız var mı? Yok. Çocuklar bile o saatten önce yatmıyor artık. Yatıramıyoruz, söz geçiremiyoruz. İşte orada bakım yapılmıyor. 

Vücudumuzdaki her bir hücreler senede bir kere yenileniyor. Yani bu gün itibariyle var olan dokularımız hücrelerimiz bir sene sonra baktığımız zaman gördüğümüz hücreler olmayacak. Yepyeni dokular hücreler olacak. Bu yenilenmenin yavaşlamasıyla beraber zaten yaşlılık dediğimiz o durum ortaya çıkıyor. Bu uyurken oluyor.

Biz uykumuza dikkat etmiyoruz, zamanında yatmıyoruz, yattığımız zaman ortam karanlık değil aydınlık. Bakın işte ruh bakımımız yapılamıyor. Çünkü uyku esnasında sadece beden bakımı yapılmıyor aynı zamanda ruh bakımı da yapılıyor .

22 Mayıs 2015 Cuma

Depresyon ruhsal çöküntüdür

Depresyon nasıl bir rahatsızlık?

Kendinizi yorgun hissediyor musunuz? İsteksizlik, boş vermişlik hali var mı? Anlamsızlık, Bir şeylerden tat tuz alamama var mı? İçinizden hiçbir şey yapmak gelmiyor mu? Uyku, yemek, cinsellik gibi aktivitelerinizde azalma söz konusu mu?

Niye yaşıyoruz ki, ölsek de kurtulsak, bitse de gitsek bu tarz düşünceler zihnimizden geçiyor mu?

Bu düşünceler zaman zaman zihnimizden geçiyor, bu bizim depresyonda olduğumuzu mu gösterir?

Elbette ki değil. Hepimiz zaman zaman yaşam olaylarının getirdiği o ağırlığa, o basınca bağlı olarak böyle hissedebiliriz. Bu fıtri bir tepkidir.

Peki hangi durumda depresyonda oluyoruz?

Eğer bu saymış olduğumuz belirtilerin tamamı ya da önemli bir bölümü 1 ayı geçkin bir süre, ortadan kaybolmaksızın ya da azalma eğilimi göstermeksizin sürekli varsa o kişiye depresyon tanısı koyuyoruz.

10 Mayıs 2015 Pazar

Fıtratımız bizim binitimizdir

Onun bizim üzerimizde hakları vardır. Biz onun gücüyle hayat yolundaki yolculuğumuza devam ederiz. O zorluklarla baş ederiz. 

Tek başımıza bu yollarda yürüyebilmemiz mümkün değil.
Eğer fıtratımızla barışık değilsek, onun dilinden anlamıyorsak, onu tanımıyorsak o zaman sıkıntı vardır.

O fıtratı tanımak bilmek, ama bir taraftan da onun eksi yönlerini tanımak gerekiyor, onu yönetebilmek gerekiyor, ona fısıldayabilmek gerekiyor. 

İşte fıtratımızla barışık olmayı becerebildiğimiz zaman kendimizi eksileriyle ve artılarıyla tanımayı başarabildiğimiz zaman,   o güçlü yönlerimizi ön plana çıkardığımız zaman “kimseye kaldıramayacağı yük yüklenmez” prensibi vücut bulmuş oluyor.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Fıtratımız tanımak, kendimizi tanımak, özümüze aslımıza dönmek çok önemlidir.

Muhtaç olduğumuz kudret fıtratımızda mevcuttur.

O hadisatın basıncına karşı koyabilmek, o zorlukların üstesinden gelebilmek için Mevlanın  bize bahşettiği zorluğun yanındaki kolaylığın en önemlisi ve birincisi içsel kaynaklarımızdır. İç dünyamızda, fıtratımızda gizlidir. 

Sadece duygusal zeka değil aynı zamanda bilişsel zeka, mantıksal zela, ruhsal zeka işte bütün bunlar bizim içsel kaynaklarımızdır.

Bunlar bizim fıtratımıza DNA larımız aracılığıyla genetik olarak kodlanmış, yerleştirilmiştir.

Ve bunların varlığı hikmetsiz değildir. Sebepsiz, anlamsız, amaçsız değildir. Faydasız, boşu boşuna değildir. Ölçüsüzde değildir.

O açıdan bir insanın kendini tanıması, sahip olduğu kişilik özelliklerinin, fıtratının farkında olması ve o fıtratıyla barışık olması ( ki en önemlisi bu) çok önemlidir.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Bir insan neden heyecanlanır?

Burada genetik faktörler çok rol oynar, fıtratında vardır heyecan. Ve o kişinin heyecanlanmaması diye bir şey söz konusu değildir. 

Eğer fıtratında varsa heyecan, beyninde o konnektomlar varsa genetik yatkınlık varsa heyecanlanmak kaçınılmazdır. Yaratılışı değiştirmek mümkün değildir.

Heyecan varsa bize düşen o heyecanı yok etmek değil o heyecanın varlığını kabullenmek, onu tanımak, anlamak, onu  besleyen büyüten içsel faktörler neler onları tespit etmek ve onlar üzerinde bazı tedbirler almak suretiyle süreci yönetmek. 

Herhangi bir şekilde aldığımız tedbirlere rağmen o heyecan ortaya çıkıyorsa da o heyecanı belli bir seviyede tutmayı sağlayacak telafi mekanizmaları var etmek. 

2 T (tedbir ve telafi) aracılığıyla heyecanı yönetebilmemiz mümkün.

İş dünyasında, sanat dünyasında, spor dünyasında, siyaset dünyasındaki insanlara şöyle bir bakalım. Onlar sıfır heyecanla hayatın içerisinde olan insanlar değildir. 

Onların içerisinde oldukça heyecanlı insanların varlığını görüyoruz. Ama bir şekilde o heyecanı yönetmeyi başarıyor. Heyecanın o performansına olan olumsuz etkisini gidermeyi başarıyor.Ama arka planda heyecan hep var.

Heyecanı yönetme aşamasında yapılan en önemli yanlışlardan bir tanesi de heyecanı yönetmeye çalışmak yerine heyecanı yok etmeye çalışmaktır.

Heyecanı yönetmeye çalışmak yerine onu yok etmeye çalıştığımız zaman ne oluyor?

Kazanamayacağımız bir savaşa giriyoruz ve kişi ümitsizliğe sürükleniyor. Kişi bu sefer diyor ki; eyvah ben bu heyecanımı yenemeyeceğim.

Sen bu şekilde davranarak heyecanınla değil, fıtratınla, yaratılışlarınla kavga ediyorsun. Bu kazananı olmayan bir savaş. 

Fıtrata saygı göstereceğiz, genlerimize, yaratılışımıza saygı göstereceğiz.