12 Ekim 2014 Pazar

BAĞIMLILIKLARLA BAŞ ETMEK

        Beynimiz ve bedenimiz bir kararlılık halindedir. Bu dengenin hayatın içerisinde dahili ve harici faktörlere bağlı olarak bozulma ihtimali her zaman için söz konusudur. Eğer kişi bozulmuş olan bu dengeyi içsel faktörler aracılığıyla kendi öz kaynakları aracılığıyla sağlayamıyor ise bu denge halini sağlayabilmek ve devam ettirebilmek için başka bir unsurun varlığına ihtiyaç duyuyor ise ve o unsurun varlığı bazı ikincil etkiler meydana getiriyor ise bu durumu biz BAĞIMLILIK olarak değerlendiriyoruz. 

MADDE BAĞIMLILIĞI: bazı maddelerin varlığına ihtiyaç duyabiliyor. En yaygın olanı sigaradır. Sigaranın içerisinde var olan nikotin bağımlılık yapıcı bir maddedir. Keyif verici bir maddedir. Beynimizde dopamin salınımına neden olur. Dopaminde bir tür mutluluk hormonudur. Beyinin kendisini iyi hissetmesini sağlayan bir hormundur. Dolayısıyla sigara içen insanlar genellikle efkar dağıtmak için ya da keyif için içerler ilk etapta tabi. Bir müddet sonra artık sigaranın kendisi bağımlılık haline geldikten sonra onun yoksunluğu duygusundan kurtulmak için, o yoksunluğun yol açmış olduğu o gerilim duygusundan kurtulmak için sigara içiyorlar. 

Biz henüz daha bağımlılık haline dönüşmemiş o mekanizmayı şu an analiz ediyoruz. O nikotin dopamin salınımını tetikliyor. Dopamin salgılandığı zaman sistem tekrar o kararlılık halini yakalıyor. Sistem kendini iyi hissediyor. Sisteme her şeyin yolunda olduğuna dair bir mesaj gidiyor. Ve o an kişinin içinde bulunduğu hal ne ise kaygı, endişe, tedirginlik, hüzün, keder, vs. o halden bir çıkma söz konusu oluyor. Yani tabiri caizse o dopamin aracığılıyla beynimiz kandırılıyor. Halbuki her şey yoluna girdi mi? Yoo girmedi. Borçlar ödenmedi, ailevi sıkıntılar devam ediyor, sağlık sorunları sürüyor, iş hayatıyla ilgili sıkıntılar devam ediyor, fakat salgılanan dopamin işlerin hale yola girdiğini zan etmesine neden oluyor. Fakat bir süre sonra o dopamin geri alınıyor. Ve yeniden o gerçekle karşı karşıya kalınıyor. Ve buna bağlı olarak yeniden bir gerilim, bir huzursuzluk hali açığa çıkıyor. Kişi bu sefer yeniden o dopamini sisteme salgılatacak o maddeyi sistemeyeniden veriyor. Bu sigarayla nikotin, uyuşturucuysa onun içerisinde artık hangi etken madde varsa. Ve bu yeniden beynimizde dopamin salınımını tetikliyor. Ve kişi yeniden kendini iyi hissediyor. Çünkü o dopamin sılınımıyla beraber beyne yine bir mesaj gidiyor. Dolayısıyla beyin o olağan üstü durumu ortadan kaldırıyor. Bu bir, iki, üç, beş derken bir müddet sonra kişi dış dünyada çözümleyemediği o sorunlarının meydana getirdiği o gerilimden kurtulabilmek için beynini yanıltmaya yönelik o dopamin mekanizmasını harekete geçirtecek o maddeye bağımlı hale geliyor. Artık o madde olmadığı zaman kişi bir huzursuzluk hali yaşıyor. İlk başlarda hayatındaki o sıkıntıların yol açtığı gerilimden kurtulmak için kullanıyor. Bu masum bir kullanım gibi görünüyor. Fakat bu esnada sistem varlığını devam ettirebilmek, işleyişini devam ettirebilmek için o sigarayla beraber, uyuşturucuyla beraber, o alkole bağımlı hale geliyor. Neden? Çünkü nasıl olsa o günün şu şu saatlerinde sisteme bu maddeler verilecek diyor ve ona dayanmaya başlıyor, o nu beklemeye başlıyor. Alt beynimiz gerek yapısı gerekse işlevleri itibariyle memeli hayvanlarınkiyle benzerlik arzeder. Bundan dolayı biz psikolojide alt beyni hayvan beyni olarak da tanımlıyoruz. Özellikle bağımlılıkların ortaya çıkışında alt beynini çok önemli bir rolü vardır. Özellikle amigdala dopamin salınımında çok etkili olan bir yapıdır. Aynı zamanda ödül ve ceza, haz ve acının da merkezi dir amigdala. 

Dolayısıyla bu maddelerin o denge halini yeniden kazanmaya yönelik bir telafi aracı olarak kullanılmaya başlanmış olması ve bunun süreklilik arzetmeye başlamış olması bir müddet sonra beynin işlevlerini devam ettirebilmek için o maddeleri bekliyor olması sonucunu beraberinde getiriyor. 

O madde gelmedi. Peki ozaman ne oluyor?. O zaman da yoksunluk belirtileri ortaya çıkmaya başlıyor. O yoksunluk orada bir gerilimin açığa çıkması demektir. Eğer kişi o gerilimi tolere edebilirse, o gerilime dayanabilirse bir müddet sonra o maddelere ihtiyaç duymayacaktır. 

Bağımlılık ne kadar uzun süredir devam ediyor idiyse, ne kadar derin ise o bağımlılık duyulan maddenin yol açmış olduğu yoksunluk da o derece şiddetli oluyor. Bazen o kadar şiddetli olabiliyor ki kişi o gerilimden kurtulmak için bir şeyler yapmadığı takdirde ya da yardımcı bazı maddeler kullanmadığı takdirde o süreci atlatamıyor ve bağımlılıklar tekrar edebiliyor. 

Günümüzde sigara, alkol veya uyuşturucu bağımlılığınının tedavi sürecinde o yoksunluğun açığa çıkarmış olduğu gerilimi tolere edebilmeye yönelik bazı yardımcı ilaçlar kullanılıyor. Tabi doktor nezaretinde kullanılan bu ilaçlar kişilerin bağımlılıktan kurtulma çabalarına ciddi anlamda katkı sağlıyor. Çünkü problem o gerilime dayanamama hali. 

Bağımlı insanların maalesef gerilim tolerans eşiği düşük oluyor. Yani o yoksunluğun getirmiş olduğu gerilime dayanamıyorlar. Diğer insanlara kıyasla hiç dayanamıyorlar. Diğer insanlara kıyasla bu gerilimden kurtulma ihtiyacını daha fazla hissediyorlar. Bu da o bağımlı oldukları maddeye geri dönüşlerine neden olabiliyor. 

O açıdan bağımlılıklardan kurtulma sürecinde gerilim tolerans eşiğini yükseltecek programlarında destekleyici bir unsur olarak devrede olması çok önemlidir. Özellikle oruç ibadeti kişinin gerilim tolerans eşiğini yükseltebilmek için çok büyük olanaklar tanıyor. Çünkü alt beynimiz gerilimden hiç hoşlanmıyor. Alt beynimizde gerilim açığa çıktığında gerilimden kurtulmaya yönelik mekanizma hemen gerilimden kurtulmak için arayışlar içerisine girmeye başlıyor. Ve alt beynimizde var olan bu gerilimden kurtulma süreci üst beyinden bağımsız bir şekilde gerçekleşiyor. Akıl ve vicdanın üzerinde çalıştığı o yapıdan bağımsız gerçekleşiyor. Dolayısıyla kişinin aklen ve vicdanen o maddenin bağımlılık yapıcı etkisini biliyor olması, ikincil etkilerinin, yan etkilerinin farkında olması kişiyi o maddeyi kullanmaktan çoğu zaman uzak tutmaya yetmiyor. Çözüm, iradenin yanında gerilim tolerans eşiğini yükseltebilmek. Eğer bu eşik yüksekse yani kişinin sabır gücü varsa o amigdala kişide bulunan telafi mekanizması bir şekilde devreye girmiyor, çok ısrarcı olmuyor, çok fazla ayak diremiyor. Buna bağlı olarak kişi üst beynini, irade gücünü kullanarak bağımlılık yapabilecek, zararlı, dinen, aklen, zararlı bu maddelerin kullanımından kendini alı koyabiliyor. Aksi takdirde kişi ne kadar akıllı olursa olsun, ne kadar vicdanlı olursa olsun, aklı ve vicdanı ne kadar iyi eğitilmiş olursa olsun eğer o gerilim tolerans eşiği düşükse, sabırsızsa, o kişide açığa çıkabilecek gerilimden kurtulma çabasının kişinin hatalı durumlara düşürme olasılığı o denli yüksel oluyor. Buna çok dikkat etmemiz gerekiyor. 

Özellikle çocuklarımızı da yetiştirirken, bizler artık haz bağımlısı olduk. Çocuklarımızı da ne yazıkki hazza bağımlı hale getirdik. Biz hep madde bağımlılığından bahsediyoruz. Fakat madde kullanımında en önemli faktörlerden bir tanesi de hazza ulaşma ihtiyacı dır. Eğer kişi hayatında o haz kaynaklarından yeterince istifade edemiyorsa, insanın en büyük haz kaynağı çevresiyle sosyal etkileşim içerisinde olmasıdır. Sonra kendini güvende hissetmesidir. Bunların her biri bir haz kaynağıdır. Bunlarla temas etmemiz, sosyal ilişkilerde bulunmamız, aile bireyleriyle, dostlarımızla, komşularımızla, sağlıklı ilişkilerde bulunmamız beynimizin endorfin, sedopamin gibi sistemin kendini iyi hissetmesini, güvende hissetmesini sağlayacak o kimyasalların salınımını tetikler. Fakat kişinin ilişkileri bozulmuşsa, aile bireyleriyle ilişkileri iyi değilse, ilişkiler kopuksa yanlızlık içerisindeyse kendini güvende hissetmiyorsa, düzenli bir işi yoksa, ya da kendini güvende hissedebileceği bir ailesi yoksa o zaman kişinin kimyası bozuluyor. Dengesi ve düzeni bozuluyor ve o aşamadan sonra beyinin o dengeyi yeniden sağlayamaya yönelik o telafi mekanizmeları devreye giriyor. Kişi hazzı yaşayamıyor. Hayattan keyif alamıyor. Bu sefer o hazzı yakalayabilmek için o maddelerin kullanımına ihtiyaç duyabiliyor. Dolayısıyla kendimizi çok fazla hazza alıştırmamamız gerekiyor. Özellikle de çocuklarımızı çok fazla hazza alıştırmamamız gerekiyor. İmam-ı Gazali ne diyor. “Bir baba zengin bile olsa bazen çocuklarına kuru ekmek vermeli. Çocuk o yokluğu da görmeli.” Burada oruç çok güzel bir fırsat. Yalnız o iftar ve sahur sofralarına dikkat etmemiz gerekiyor. 

18-19 saat aç kalsak da o haz verici yiyecek ve içeceklerden uzak dursak da ilk fırsat da bunlara geri döneceğim mesajı gidiyor ve o açlıktan ne yazıkki gerilim tolerans eşiğimizi yükseltmek açısından elimizde çok fazla bir şey kalmıyor. Açlıktan fazla bir şey kalmıyor. Dolayısıyla iftar ve sahurlarımızı da mutedil yapmak zorundayız. Oruçtan sabır açısından istenen faydayı, sağlayabilmemiz hususunda.

BAĞIMLILIKLAR

  Bağımlılık dediğimiz zaman çoğu insanlar “benim herhangi bir bağımlılığım yok, sigara kullanmıyorum, alkol kullanmıyorum, uyuşturucu zaten Hiçbir şekilde benim gündemimde değil” diyorlar. 

Fakat bağımlılık sadece bu maddelerin kullanımı ile sınırlı değil. Farkında olmadığımız, hayatımıza sızmış bir çok bağımlılıklarımız olabiliyor. 

Nedir bağımlılık?

İnsanoğlu gerek psikolojik, gerekse fizyolojik olarak denge halindedir. Bu dengenin herhangi bir şekilde bozulmasını istemez beynimiz. Bununla beraber dahili ve harici faktörlere bağlı olarak günlük hayat içerisinde bu dengenin zaman zaman bozulması olasıdır. Aç kaldığımız zaman denge bozulur, uykusuz kaldığımız zaman denge bozulur, hasta olmuşsak denge bozulur, üzülmüşsek denge bozulur, kızmışsak denge bozulur. Bu denge bozulduğu andan itibaren beynimizde ve bedenimizde var olan bazı mekanizmalar devreye girer ve bizi yeniden o denge, kararlılık haline oturtmak için bir gayret, çaba sarfederler. 

Bununla beraber bazen içsel kaynaklarımız o dengenin sağlanması için yeterli olmayabiliyor. Diyelim ki vücut ısısı düştü, beden vücut ısısını dengelemek için bir çaba içersine girdi ama bu uğraşı neticesinde ısı bir türlü yükselmiyor. Bu durumda çevresel kaynakları devreye sokmak gerekebiliyor. 

Benzer bir durum psikolojik dengemizin bozulduğu durumlarda da geçerli olabiliyor. 

Diyelimki kişi korktu ve bu korkusundan bir türlü sıyrılamadı. Denge bozuldu o kararlılık hali ortadan kalktı. Ve içsel kaynaklarıyla o denge halini yeniden tesis edemiyor. O zaman çevresel kaynaklar aracılığıyla o denge halini sağlamak, diğer bir deyişle o korku duygusundan kurtulma çabası içine girecek. 

Ne yapıyor bu durumda kişi; kendini güvende hissettiği kişilerin yanına gidiyor. Çocuksa anne-babasının yanına gidiyor. Ya da kendisini güvende hissedebileceği bir mekana gidiyor. Dışardaysa evine gidiyor, balkonda ise evin içine giriyor, yüksek bir yerdeyse daha alçak bir yere geçiyor. 

Ve yeniden o çevresel faktörün etkisiyle o denge hali yeniden sağlanabiliyor. 

Bununla birlikte kişinin dengesini bozan o kararlılık halini olumsuz etkileyen o faktörler hayatımızda bazen süreklilik arzedebiliyor.

Bir kadını düşünelim, evlilik hayatında problemleri var. eşinden şiddet görüyor duygusal veya fiziksel. Ve bu durum o nun bu denge halini, bu kararlılık halini bozuyor. Ve bunun süreklilik arzetmesine bağlı olarak kendi içsel kaynaklarıyla o denge halini yakalamakta başarısız oluyor. Ve ne yapıyor? Bir arkadaşına sığınıyor, annesine sığınıyor, ailesine sığınıyor. O nun o denge halini bozan olumsuzluk hayatında var olduğu müddetçe kişi o kararlılık halini yeniden kazanabilmek için diğer bir insanın varlığına ihtiyaç duyabiliyor. Tabi bu durumu biz bağımlılık olarak değerlendirmiyoruz. Neden? Çünkü o kişinin denge halini bozan bir unsur var. fakat o unsurun ortadan kalkmasına rağmen, kadının eşiyle ilişkilerinin düzelmesine rağmen kişi o kararlılık halini sürdürebilmek için yine annesine, babasına, ailesine ya da arkadaşına ihtiyaç duyuyorsa, artık o kişilere karşı bir bağımlılık geliştirmiş demektir. 

Demekki bağımlılık neymiş: eğer bir kişi herhangi bir çevresel faktör olmamasına rağmen, o kararlılık halini bozacak somut bir unsur olmamasına rağmen, o kararlılık, denge halinin devamı için bir başkasının varlığına ihtiyaç duyuyor ise, başka bir maddenin varlığına ihtiyaç duyuyor ise, ya da bir mekanda bulunmaya ihtiyaç duyuyor ise biz bunu BAĞIMLILIK olarak adlandırıyoruz. 


Bağımlılık dediğimiz zaman en çok aklımıza gelen ve yayğın olan sigara bağımlılığı, alkol bağımlılığı ve son dönemde özellikle de çocuklar ve gençler arasında yaygınlaşmaya başlayan uyuşturucu bağımlılığı aklımıza geliyor. 

Demekki neden insanlar bu maddelerin kullanımına ihtiyaç duyuyor? 

İçki içen insanlara sorarız neden içiyorsun diye. Onların klasik bir lafı vardır. İçiyorum ama sor bakalım neden içiyorum. 

Çünkü denge hali bozulmuştur, kararlılık hali bozulmuştur. Ya da o denge halini koruyucu işlevsel, akılcı, psikolojik veya argonamik unsurları hayata geçirememiştir. Ve ne yapar? O kişi o denge halini yeniden kazanabilmek için o efkar o hüzün halinden kurtulabilmek için, o denge halini yeniden kazanabilmek için alkola sığınır, ya da sigaraya sığınır. Fakat onların insanda açığa çıkartmış olduğu o denge hali geçicidir. Bir müddet sonra o maddelerin yoksunluğunun da getirmiş olduğu bir kararsızlık bir dengesizlik hali devreye girecek ve kişi bu sefer diğer kişisel veya çevresel faktörler kaynaklı değilde tamamen o maddelerin yoksunluğunun getirmiş olduğu kararsızlık halinden korunmak için bu sefer o maddelere bağımlı hale gelmiş olacak. 

Bununla beraber insanın bir şeye bağımlı olmasındaki bir diğer en önemli faktör ise ya acıdan kaçınmak ya da hazza ulaşma ihtiyacıdır. İnsanoğlunun beyni, özellikle de o ilkel beyni olan alt beyin acıdan hiç haz etmez. Acıdan hep uzak kalmaya çalışır. Fakat kendisine acı verecek olumsuz durumlarla karşı karşıya kalmışsa ve bu durumlardan kendi çabalarıyla kurtulamamışsa bu durumdan kurtulabilmek için başka insanlara, başka maddelere, başka etkinliklere ihtiyaç duyabilir. Kısa vadede bunu kabul ediyoruz ve buna müsaade ediyoruz.Tabiki meşru çerçevede olmak kaydı ile. 

Fakat bunun artık süreklilik arzetmesi hali, artık bu durumu o kişinin yokluğunun veya o maddenin yokluğunun, o kişinin acı duymasına, yoksunluk duymasına neden olacak bir duruma gelmiş olmasını da biz bağımlılık olarak adlandırıyoruz. 

Erken çocukluk dönemlerine gidelim. Çocuklar elbetteki 0-2 yaş dönemlerinde annelerine bağımlıdır. Gerek psikolojik gerekse de fizyolojik açıdan kararlılık hallerini sürdürebilmeleri açısından annelerinin varlığına şiddetle ihtiyaç duyarlar. Hatta annesiyle yeterince temas edemeyen çocuklarda anne yoksunlğu sendromu olarak adlandırılan bazı semptomlar ortaya çıkar. Huzursuzlanır, iştah kaybı, uyku düzensizlikleri, sürekli olarak ağlama hali vs. ortaya çıkar. O yaştaki bir çocukta böyle bir hal söz konusu ise muhtemelen o çocuk anne yokluğu sendromu yaşıyordur. 

Ki bazı durumlarda annesi çocuğun yanında olduğu durumlarda bile çocuk bu belirtileri ortaya çıkartabiliyor. Annenin sürekli çocuğun yanında olması yeterli değil duygusal olarak da hazır ve nazır olması gerekiyor. Nitelikli birliktelik dediğimiz o olgunun harekete geçmesi gerekiyor. Çünkü çocuk anneyle yoğun duygusal etkileşim içerisinde. Çocuğun ayna nöronları annenin beyninin ön kısmında bulunan ayna nöronlarla bağlantı kurmuş vaziyette. Annenin duygularını kendi iç dünyasına indiriyor. Eğer annenin duyguları yetersiz ise, yetmiyor ise çocuk ihtiyaç duyduğu ilgiyi, sevgiyi, alamaz. Dolayısıyla çocuk anne yoksunluğu sendromu yaşıyor. 

Çocukların bu yüzden 0-2 yaş arasındaki anneye bağımlılık duymalarını çok normal karşılıyoruz. Fakat 2 yaşından sonra çocuk hala annesine önceki kadar ihtiyaç duyuyor ise hani bazı çocuklar vardır annelerine yapışıktır, onlar nereye giderse onunla beraber giderler. İşte biz bu ve bunun gibi durumların süreklilik arzetmesini biz erken yaşta gerçekleşen bağımlılık olarak değerlendiriyoruz. 

Peki bu denli erken yaşta annesine veya aile bireylerinden herhangi birine bu denli bağımlılık geliştirmiş bir çocuğun hayatının daha sonraki dönemlerinde bu çocukların diğer çocuklara göre bağımlı olma ihtimalleri daha yüksektir. 

Tabi bağımlılık derken madde bağımlılığından bahsetmiyoruz. Bu bağımlılık kimi zaman hatta çoğu zaman bir insana da yönelebiliniyor. Bu kişileri biz bağımlı kişilik yapısına sahip bireyler olarak değerlendiriyoruz. Bunu da çok sağlıklı bir durum olarak görmüyoruz. Halbuki insan için güzel olan, hoş olan şey otonom olmaktır, özerk olmaktır. Kendi ayakları üzerinde durabilmek, belli ölçüde asli ihtiyaçlarını karşılama hususunda kendine yetebilmektir. Bağlılıklar güzeldir, insanlarla yardımlaşması hoştur. Fakat zaman içerisinde farkında olmadan onlara bağımlılık geliştirip, onlar olmaksızın hayatı devam ettiremez olması pek de kabul edilebilir bir durum değildir. 

Erken dönemde anne bağımlılığı yaşayan çocuklara baktığımız zaman kreşe gitmekte, kreşe uyum sağlamakta zorluk yaşadıklarını görüyoruz. Çünkü o denge halini sağlayabilmeleri için annenin varlığına ihtiyaçları var. fakat okul öncesi eğitim alma yaşına geldiğinde her anne ve baba çocuğunu kreşe göndermek istiyor. O çocuğun içinde var olabileceği ideal koşullar söz konusu ise, oyun oynayabileceği, arkadaşlarıyla iletişim içine girebileceği, doğa ile, kedilerle, köpeklerle, börtü böceklerle temas edebileceği bir ortamı varsa çok erken yaşta da kreşi tavsiye etmiyoruz doğrusu. Sonuçta ne kadar yapılandırmış olursa olsun sentetik bir ortam. Normların olduğu, kuralların olduğu, yetişkinlerin nezarete ettiği bir ortam orası. Ne kadar çocuklar için dizayn edilse de yetişkinlerin koymuş olduğu kuralların etkisinde o çocuk gerçek anlamda hayatı deneyimleyemiyor. O açıdan ben imkan varsa çok erken dönemde kreşe çok sıcak bakmıyorum ben. Ancak çocuk evde televizyon başında ise yaşıtlarıyla temas etme, dışarıya çıkma imkanı yoksa sürekli anne ile dipdibe iç içe ise tabiki kreşe gitmesi evde kendi başına televizyon karşısında vakit geçirmesinden çok daha faydalı. 

Çocuk kreşe gidecek fakat annesinden ayrılamıyor. Annesinden bir şekilde zorla ayrıldığı vakit o kararlılık hali, denge hali bozuluyor. Beyin bunu dış dünyadan gelebilecek, psikolojik veya fizyolojik varlığı tehdit edebilecek tehlikelere açık olma hali olarak algılıyor ve bir huzursuzluk, gerilim hali ortaya çıkıyor. Tabi çocuk bu gerilimi hissedince tedirgin oluyor, ayrıca bir korkuyor. Çünkü bedeninde o zamana kadar hissetmeye çok alışık olmadığı durum, gerginlik durumu ortaya çıkmış vaziyette. Bu çocuğu ayrıca tedirgin eder, ayrıca korkar. Ve çocuk son derece doğal bir refleks olarak o ortamda bulunmak istemez. Annesiyle olmak ister. Çünkü annesiyle beraberken o hali yaşamamaktadır. Annesiyle beraberken sükun içerisindedir, huzur içerisindedir. Bu durumda anne babalar, çocuğun huzursuz olması, gerginlik hissetmesi, ağlaması pahasına kreşe yerleştirirler. Yapılan doğru mudur? Evet doğrudur. Niye ? Çünkü o bağımlılığın artık kopması, normal bir bağlılığa dönüşmesi gerekiyor. Kreş ortamları veya çocukların doğal oyun ortamları bunun sağlama açısından ideal yerlerdir. Aksi takdirde o bağımlılık ilerleyen dönemlerde de devam ediyor ve çocuk o kararlılık halini, o huzur, o sükun halini devam ettirebilmek için hep annesinin varlığına ihtiyaç duyuyor. Hayatının diğer dönemlerinde de ilkokul, ortaokul, hatta lise ve üniversite, hatta ve hatta evlilik dönemlerinde bu anne bağımlılığını kişilik yapısını devam ettiren, bundan dolayı hayata gerektiği gibi intibak edemeyen, duygusal sorunlar yaşayan, evliliğini yürütemeyen insanların varlığı da bir vaka. 

Anne bağımlılığından sonra çocuklarda görülen en sık bağımlılık oyuncaklarına yönelik bağımlılık. Çocuğun diyelim ki bir ayısı var, bir bebeği var veya herhangi bir oyuncağı var sürekli olarak o oyuncağı yanında taşıyor. Burada da yine bir bağımlılık hali söz konusu. Çocuk o oyuncağa, o nesneye bir anlam yüklüyor. Ve o oyuncak çocukta bir güven duygusu bir huzur duygusunun açığa çıkmasına neden oluyor. Ve o nesneden kurtulmak istemiyor. Eskaza oyuncağı bir şekilde kırılmışsa, bozulmuşsa, ya da annesi farkında olmadan onu atmışsa, birisine vermişse çocukta çok ciddi anlamda yoksunluk belirtileri görüyoruz. Çocuğun dengesi, düzeni bozuluyor. Buradan da anlıyoruz ki bu da bir bağımlılık.

Çocuklarda görülen bu tür bağımlılıklar yetişkinlerde de farklı şekillerde tezahür edebiliyor. 

Böyle bir bağımlılık hali varsa bu tür bağımlılıklardan nasıl kurtulacağız?

Bağımlısı olduğumuz nesnelerin, ortamların veya kişilerin yokluğu hali kişide gerilim açığa çıkartır. Hep bahsetmiş olduğumuz bir şey var ya oruç bağımlılıklarımızdan kurtulmak için çok büyük fırsatlar içermektedir. Fakat bu bir gerilim meydana getiriyor. Çünkü o denge hali bozulduğu zaman bizim başka bir mekaizmamız hipotalamus gerilim tepkisi açığa çıkartıyor. Ve kişinin eğer gerilim toleransı düşükse yani gerilimi tolere edemiyorsa, hemen o gerilimden kurtulma ihtiyacı hissediyorsa o zaman kişi bağımlılıktan kurtulmak için ihtiyaç duymuş olduğu o süreci başaramıyor. 

Bu süreci başaramadığı takdirde o bağımlılığa geri dönüyor. Gerilim tolerans eşiğini en çok yükselten ibadet oruçtur. Özellikle de yazın bu uzun günlerinde neredeyse 18 saade yakın oruç tutuyoruz aç kalıyoruz, susuz kalıyoruz öte yandan çalışma hayatımızı devam ettirmek zorunda kalacağız. İşte o gerilim eşiğimizi yükseltebilmek ve o bağımlılıklarımızdan her neye yönelik olursa olsun veya her kime yönelik olursa olsun kurtulabilme sürecinde açığa çıkabilecek o gerilime dayanabilecek o iradeye o güce kavuşabilmek açısından çok güzel bir antrenman sürecidir. 

Yalnız tabi bunu yaparken iftarlarımıza ve sahurlarımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Oruç dışındaki sair ibadetlerimize dikkat etmemiz gerekiyor. Orucu yatarak hayattan kendimizi soyutlayarak, iftarlarda hazırlanmış muhteşem sofralara tabiri caizse gömülerek, sahur için de o saate kadar uyumayıp televizyon seyredip, çay, kahve, sigara içip sonra yine sahurda da tıka basa yiyip içip yatıp, bu şekilde ramazanı geçirirsek elbetteki allah katında makbuldur, kabuldur ama bunun gerilim tolerans eşiğini yükseltme açısından bir faydası görülmemektedir. 

Dolayısıyla bağımlılıklarımız varsa bu süreci riyazet ile, biraz daha eski usul, oruçlu olmadığımız zamanlarda nefsimizin istediği şeyleri sınırlı şekilde vererek gerilim tolerans eşiğimizi yükseltmeyi başarabilirsek Ramazan sonrası bağımlılıklarımız her ne ise onlardan kurtulabilmek için gerekli koşulları temin ve tesis etmiş oluruz.